Pierre Teilhard de Chardin in ısrarla üstünde durduğu takat/energie, günümüzün de en çetrefil kavramlarındandır. Bilim, energiye el atmaksızın iş göremiyor. Buna karşılık energi, yeni bilimin numunesi sayılan Galileo—Newtonsonrası fiziğin temel kabulüyle uyuşmamaktadır. Algılanabilir temel vakıalardan hareket eden belirlemelere dayalı bir tarif bu kavrama ilişkin sunulamıyor. Oysa Yeniçağ bilimi, temeline "herhangi bir zaman diliminde mekânda bulunan, gözlemlenebilir, kütlesi ile boyutları tesbit edilebilir"[i] diye tarif edilen maddeyi almıştır. İster canlı-olmayan, ister canlı, bütün duyumlanabilir varolanların maddede temellendikleri görüşü, zamanla fiziği aşarak Yeniçağın tamamına damgasını basacak bir spekulativ metafiziköğretinin ana dogması hâline gelecektir. Maddeyi esâs alan Yeniçağ fiziği, varlık âlemini özden ikiye bölen Descartes'ın res cogitans — res extensa aykırılığının res extansa kesiminde karar kılmış, buna mukâbil res cogitansı safdışı bırakmıştır. Fiziğin bu keskin tavrı sonuçta, özellikle Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibâren Avrupada düşünce hayatını, giderek dünyagörüşünü temelden belirleyip biçimleyecekti. Gâyebildirir, nitel Eskiçağ fiziğini de[ii] kapsayan ilmin yerine; nedensel, nicel, biçimsel Yeniçağ fiziğinin özelliklerine uygun tarzda kurulan bilim, artık, ölçülüp biçilebilen, niceleştirilebilip tekrarlanabilir görünümündeki varolanları kendine konu kılabilirdi. Gitgide, yalnızca bilime konu olan şeylerin kıymetiharbiyesi olur kanısı yerleşti. Dolayısıyla alışılmış gözlem ile ölçüm arac ile gereçlerine vurulamaz madde-ötesi, öyleki maddedışı cümle olaylar, kuruntu, uydurmaca yahut dil canbazlıkları diye damgalanır oldular. Res cogitansla ilgili tekmil dile getirmeler, öne sürmeler, iddialar, en hafif deyimle, speculatif yahut constructif diye istiskâl ve istisgâr olunmuşlardır.
Cancı Eskiçağ Ege dünyasına, Tektanrıcı Yahudi, İslâm ile Ortaçağ Hırıstıyan âlemlerine hâkim bulunan birlikli, bütünlüklü dünya tasavvurunda derinleşip öncelikle madde-ötesi, yânî manevî sahaya nufuz etmekle ilim sâhibi olunurdu. Madem bütün evrenin menşei madde-ötesi bir mercidir, öyleyse evreni yahut parçalarını öğrenmek, anlayıp anlatmak isteyen, bu maddî olmayan mercii yahut en azından maddedışı unsurları incelemek zorunluluğunu duyar. Söz konusu tutum Onaltıncı yüzyıldan itibâren kökten değişmeğe yüz tutmuştur. İtalyadan başlayarak zamanla Batı ile Kuzey Avrupayı kaplayan ve nedensel, nicel, biçimsel fizikten esinlenmiş 'yer-kaplayan-varlıkcı', yânî res extensacı bilim anlayışı, görüldüğü gibi, ilmî zihniyetten önemli ölçüde ayrılmaktadır. İlim, her nice ölçmeyi, matematik belirlemeler ile çözümlemeleri reddedip dışarıda bırakmazsa da; ölçmeye, matematik belirlemeler ile çözümlemelere sokulamayan; başka bir ifâdeyle, bilim anlayışının speculatif, constructif, öyleki fictif diye itibâr etmediği mülâhazaları dahî dıkkata alır. Anlaşılacağı üzre, Batı Avrupadan kaynaklanıp günümüz insanlığını manen ve maddeten yönlendiren çağdaş bilim anlayışına antropoloji, sosyoloji ile psikoloji gibi araştırma sahaları bile uymamaktadır. Zirâ bunların araştırma konusu hep insandır. O ise, fizik-kimya bilimlerine konu olan durağan kabul edilmiş cismin tersine, ölçülüp biçilmeğe, niceleştirilmeğe hiçmi hiç yatkın değil. O kadar ki, her insan, ister bilimsel (genetik) açıdan, ister dinî bakımdan olsun, eşi benzeri bulunmaz bireydir. Bireyselliğinin bilincinde olduğundan, daha başka bir varlık seviyesine yahut tabakasına asla indirgenemez, yüklenemez, yamanamaz. Bireyselliğinin bilincini, özellikle hayatının biricik olduğunu, varoluşunun da doğum ile ölümle sınırlı bulunduğunu duyumlayıp kavrar. Böylelikle bütün öteki bireylerden, karşılaştırılamazcasına, başka olan her insan bireyi, öznedir. Buysa, bilim anlayışına taban tabana zıt bir durumdur. Çünkü bilimin konusu her süreç, vakıa, varolan, daha önce tesbit edilmiş aynı süreçler, vakıalar, varolanlar kümesine yerleştirilerek incelenir. Bir süreç, vakıa, varolan, kendine vucut veren kurucu unsurlara ayrıştırılır. Başka süreçlerin, vakıaların, varolanların kurucu unsurları ile bunlar arasında yapılan karşılaştırmalarla sorun durumundaki sürecin, varolanın yapısı hakkında 'bilgi' elde edilir. Görüldüğü gibi, bilimsel bilginin üretilmesinde belirli bir varsayımdan hareketle başlıca üç aşamalı bir yol katedilir: Çözümleme, karşılaştırma, birleştirim.
Bedence o kadar olmasa dahî, ruhî faaliyetleri (Frfonctionspsychiques) bakımından her çeşit çözümleme ile karşılaştırma, sonuçta da birleştirim imkânını hiçe sayan kararsızlığı ve ölçüye uymazlığıyla insan öznesini de onun türevi olarak görülebilecek olayları da bilim araştırmalarının nesnesi kılmak kâbil değildir. Bu durum, yalnızca insanı ve ona ilişkin beşerî olayları incelemek amacını güden positiv olmak iddiasındaki araştırma sahalarıçin değil, ama aynı zamanda insanın binbir çeşit etkinliklerinden yahut görünüme çıkan boyutlarından birini yahut birkaçını kendine esâs alan ideolojileriçin de söz konusudur. Yer kaplayan cisimiçin klasik mekanikte başarılmış matematik ifâdeli olağanüstü kuşatıcılıktaki sağlam genellemelerin çok daha dar örnekleri bile, insan olayında sökmüyor. Belli bir dönemde, benzer doğal ile kültürel şartlarda birkaç insanın yapıp ettiklerinin, neredeyse hemen her zaman tekrarlanmasını beklemek beyhûdedir.
İçten, safdil bir merak sâikiyle kişinin kendini de kattığı, karıştırdığı inceleme konusundan edindiği ve bir ölçüde sezgiye dayalı olan ilmî bilgidir. Bundan çok farklı şekilde, ele aldığı nesneyi araştırmacının, kendinden ilkece tamamıyla yalıtıp duygulardan arındırması, salt gözlem ile akılyürütme (muhakeme) yoluyla devşirdiği bilimsel bilgiyse, düşünce, medeniyet âleminde Onyedinci yüzyıldan itibâren gittikce hızlanarak kabul gören biricik bilgi türü olmak durumuna erişmiştir. Bu da pek doğal olarak, sözünü etmiş olduğumuz âlemdeki etkilerini herkesin duyabileceği biçimde göstermekte gecikmeyecekti. Doğada karşılaştığım her varolanı, her olup biteni kendim gibi canlı, ruhlu niteleme tavrını benmerkezci, böylelikle de çocuksu diye reddeden Safsatacılar, nesnel tutumla —nesnenin tasvirinden— elde edilenin, bizleri doğru bilgiye götüreceğini savunmuşlardır. Nesnenin tasvirinden edinilecek bilgi, kalıcı olmaktan uzaktır. Başka bir deyişle, bu ilmî bilgi olmaktan ziyâde, bilimsel bilgi özelliğini taşıyacaktır. Kazanılacak bilgi, varolanın özüne değil de, görünümlerine ilişkin olacağından; görünüm de, ortamdaki ısı ile ışığa göre değişeceğinden; ayrıca kişiden kişiye ve aynı kimsenin değişik ruh ile beden hâllerine uygun olarak farklı şekilde algılanacağından, göreli olmak zorundadır. Şu hâlde,
- Bilimsellik
- Kökleri M.Ö. Beşinci yüzyıl Ege dünyasına dek uzanır.
- Onbeşinci yüzyıldan itibâren, özellikle de Nicolas Copernicus, Roger Bacon ile Rene Descartes'ın ellerinde belirlenimini iyiden iyiye kazanmıştır.
- Bir tarafta çözümlemeli işlemlerle elde edilmiş seçik, tıkız bir bilgi bütününden seçilebilir, kestirilebilir, sezilebilir, dolayısıyla da bilinebilir alanlara tümdengelişci (Fr deductif), öbür yandan da basitten karmaşığa tedricî geçişi tümevarışcı (Fr inductif) yöntemlerle sağlar.
Ben ile bendışıyı seçikce ayırtedip mürâcaat noktası (Fr point de reference) olarak mekanikci nedenselliği (Fr causalite mecanique) almak sûretiyle geçici bir şüphecilikle açıkca koyulmuş —positiv— deneylerden hareket eden bir düşünce tutumudur, dünyaya tavır alıştır.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
[i] A. Godman, E. M. F. Payne: "Longman Dictionary of Scientific Usage", 9. s., satır: AB001.
[ii] Eskiçağda, özellikle de Aristoteles'in nezdinde 'fizik'ten anlaşılan, daha ziyâde, canlı doğanın araştırılmasıdır.
"İtalya'dan başlayarak zamanla Batı ile Kuzey Avrupa'yı kaplayan bilim anlayışı, ilmî zihniyetten önemli ölçüde ayrılmaktadır."
— Fikriyat (@fikriyatcom) March 18, 2021
Prof. Dr. Teoman Duralı'nın kaleminden✍🏻
"İlim ile bilim"https://t.co/Vp6IGIG4BL