Sahâbeden Temîmü'd-dârî'nin (ö. 661) soyundan geldiği cihetle, bunu bâzan imzâlarında da belirten Abdullah Zühdi Efendi, muhtemelen Nablus'da veya Şam'da doğdu, sonra âilesiyle İstanbul'a geldi. Önce Eyüblü Râşid Efendi'den (ö. 1879'dan sonra) hat meşk etti. Fakat onun asıl üstâdı Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'dir ve kendisinden hicrî 1257 (1841) yılında icâzete nâil olmuştur. "Kādıasker vâdisi"nde en mükemmel yazanlardan olan Abdullah Zühdi, Nuruosmaniye Câmii'ndeki yazı meşkhânesinde ve Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn'da hat ve resim hocalığında bulundu. Yazı taklîd etmekte de meleke sâhibi oldu.
Yazdığı celî sülüs nümûnesini diğer hattatların yazıları arasından Sultan Abdülmecîd (1823-1861) beğenip seçmiş ve Abdullah Zühdi'yi 1857'den îtibâren Medîne'de Ravza-i Mutahhare'nin yazılarını yazmağa memur etmiştir. Zühdi Efendi yedi yıl kadar Medîne'de kalarak, Hz. Muhammed'in mescidinin gerek kubbe kasnaklarına, gerekse duvarlarına kuşak hâlinde celî sülüsle âyetler, hadîsler ve Peygamber'le ilgili kasîdeler yazdı. Hattat Çömezzâde Muhsin (ö. 1887), müzehhib Hacı Hüseyin ve onun talebesi Hacı Ahmed efendiler de beraberinde bulunup kendisine yardımcı oldular. Bir kısmı hâlâ yerinde duran bu latîf yazılar, uzunluk ölçüsüne vurulursa, tek bir mekân içine Abdullah Zühdi kadar celî sülüs yazmış olan bir başka hattat herhâlde gösterilemez. Ancak, şimdilerde tedrîcen yok edilen bu celî sülüs kuşak yazıları, aslında kıble duvarında 3 satır hâlinde tamamı takrîben 240 m., 140 kadar kubbe kasnağında da 2000 m.'den fazla idi.
Abdullah Zühdi aynı zamanda ressam olduğundan, celî sülüsün girift istiflerine çok ehemmiyet vermiş, san'atkârâne terkibler hazırlamıştır. Lâkin, kalemini istifin güzelliğine kaptırıp harflerin teşrîfâtına (üst üste bindirilmesindeki sıraya) bâzan riâyet etmediği için, yazdığı âyetleri ancak hâfızasında olanlar hatâsız okuyabilirler.
Ravza-i Mutahhare'de yıllarca süren hat faaliyetinden sonra, Sultan Abdülazîz devrinde bu husustaki tahsîsâtın önce aksamasından, sonra kesilmesinden dolayı müteessir bir hâlet-i rûhiyye ile Hicaz'dan ayrılan Abdullah Zühdi, artık İstanbul'a uğramadan – o vakitler Osmanlı toprağı olan – Kāhire'ye yerleşti ve kendisine "Mısır Hattatı" unvânı verildi. Resmî dairelere banknot vesâire için yazılar, binâ kitâbeleri (bunlar arasında 1284-1286 târihli Ümm Abbas Sebîl ve Mektebi kitâbelerinin mümtaz bir yeri vardır) ve câmi levhaları hazırlamakla, mekteblerdeki yazı derslerinin gözetimiyle ömrünü tamamladı, 1879'da Kāhire'de vefat edip İmam Şâfiî türbesi civarına defnedilen Zühdi Efendi'nin, XIX. asırda hat san'atının Mısır'da yayılıp sevilmesi husûsunda büyük gayreti olmuştur.
Abdullah Zühdi Efendi, hüsn-i hattın bir başka vechesi sayılan yazı taklîdinde de pek muvaffak bir üstâd idi. Taklîd, herhangi bir yazıyı karşısına koyup –kat'iyyen kopya sahtekârlığına girmeden– göz, el ve bunlara bağlı olarak beyin gücünü kullanarak önündeki örneği fotoğrafla çekilmişçesine yazabilmek kudretidir. Abdullah Zühdi bu kābiliyetini hocası Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'ye ettiği bir azizlikle şöyle göstermişti: Kādıasker'in Bebek'deki yalısının duvarında asılı duran bir hilyeyi hocasının müsâdesiyle almış ve bir müddet geçince kendisinin taklîd ettiği nüshayı getirip yerine asarak artık olacakları beklemeye başlamış. Aradan epey zaman geçtikten sonra talebesinin bu mûzibliğini fark eden Mustafa İzzet Efendi, onun bir gelişinde gülümseyerek: 'Abdullah, Abdullah! Bize de mi lololo?' dediğini Necmeddin Okyay merhûmdan duymuştum.
Abdullah Zühdi Efendi'nin sülüs-nesih bir kıt'ası.
Hâfız Osman'ın (1642 - 1698) târih koymadan yazdığı enfes bir sülüs-nesih kıt'asını eline geçiren Abdullah Zühdi Efendi, artık Mısır'a yerleştiği yıllarda, burada yer alan (Res. 1) hicrî 1286 (1869) tarihli kıt'asını taklîden yazmış ve imzâsını da şöyle atmıştır: "Nakalehâ es-Seyyid Abdullah Zühdi fî mahrûsa-i Mısır, 1286." (Seyyid Abdullah Zühdi, bunu Mısır'da nakl etdi). Topkapı Sarayı Müzezi Kütübhânesi- GY 312-142'de muhâfaza edilen kıt'anın koltuk tezhîbleri işlenmemiş; iç pervazında hatib tarzında ebrîler kullanılmıştır.
Abdullah Zühdi Efendi'nin celî sülüs bir levhası.
Abdullah Zühdi'nin burada yer alan diğer levhasında (Res. 2) şu beyit okunmaktadır:
"Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir
Anınçün âşıkın zârı amandır yâ Resûlallâh"
Ebced hesâbı Osmanlı topluluğunda –Arab harflerinin geçerli olduğu yıllar için– çok revâc bulmuş bir medeniyet göstergesidir. Bugün bile kullanıldığına şâhid olduğumuz, tevekkül sâhibi insanlar için "O, işi 66'ya bağladı" sözü ebced hesâbına göre 66 tutan "Allah" ismine işarettir.
Yukarıdaki beyitde geçen "aman" ve "Muhammed" kelimeleri de ebced'le 92'ye tekābül etdiği için bu beytin mechûl şâiri demek istiyor ki: "Aman" lafzı ve senin ismin ebced ile denk geldiğinden, sana aşkı olanlar "aman" diyerek seni anmış olurlar, ey Allâh'ın Resûlü".
Abdullah Zühdi'nin Medîne-i Münevvere'deki Ravza-i Mutahhare yazılarını hazırlamak üzere yola düşmezden önce bu beyti yazmış olması, onun bu işe ihlâs ile başladığının delilidir, düşüncesindeyiz.
Zeki Cemal Özen koleksiyonunda yer alan bu yazıyı kalıbından zer-endûd levha hâline getiren müzehhib, imzâsını esirgediği için, kimdir bilemiyoruz.
Prof. Uğur Derman
Sultan Abdülmecîd (1823-1861) Abdullah Zühdi'yi beğenip seçmiş ve 1857'den îtibâren Medîne'de Ravza-i Mutahhare'nin yazılarını yazmağa memur etmiştir.
— Fikriyat (@fikriyatcom) March 19, 2021
Prof. Uğur Derman'ın kaleminden✍🏻
Ravza-i Mutahhare'nin Hattatı: Abdullah Zühdi Efendihttps://t.co/LcfTQguMR4