(Bu makâlenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Şimdi de Abdullah Zühdi Efendi'nin Ümmü'l-Abbas Sebîli'ndeki Mekteb kitâbesini okuyucularımıza sunalım (Resim: 1):
Hazret-î Abbas Paşā, āsaf-ī âlî-tebâr
Cennet-î â'lâ'da bulsun devlet-î izz û alâ.
Bir güzel mekteb olundū, nâmınā bünyâd kim,
Sâkinân-ī arş eder, bahşâyiş-î feyz ū duâ.
Böyle mihr-î mihribân olmak gerekdir, vâlide,
Oğlun ihyâ eyledî, ömrün füzûn etsün Hudâ.
Nâilî, ihlāsılē nakş eyledim târîh-i tâm,
Oldu, zîbâ bir muallâ mekteb-î dâniş, binâ.
Ketebehû Abdullah Zühdi, fî târîh:sene 1284
(Bunu Abdullah Zühdi 1284/1867 senesinde yazdı)
Bu manzûmenin de mânâsı şöyledir: "Abbas Paşa Hazretleri, o yüce soylu vezîr, Cennet'de de huzûr ve saâdetin yücesini bulsun. Onun nâmına bir güzel mekteb inşâ olundu. Arşın bütün sâkinleri bu sebeble feyz ve duâlarını bağışlarlar. Anaların işte böyle sevgi ve şefkat güneşi olması gerekir. Bu anne de, oğlunu sanki hayata döndürdü. Allah onun da ömrünü çoğaltsın. Nâili, tam târîhini hâlisâne söyledim: Yüksekde, güzel bir ilim mektebi inşâ olundu."
Abdullah Zühdi yine mâvi zemînli bu kitâbedeki gerek Türkçe, gerek Arabça bütün yazılarında olağanüstü başarı göstermiş, bunları mermere kabartma olarak işleyen usta da, doğrusu yazının hakkını taş üstünde vermişdir. Eğer taşçı buna riâyet etmezse, hüsn-i hat çığırından çıkar. Nitekim Abdullah Zühdi Efendi'nin yine Kāhire'deki Rifâî Câmii'nde bulunan celî sülüsleri, taşçının san'atında ehil olmayışından dolayı kimliğini kaybetmiş gibidir.
Ümmü-Abbas kitâbesi de, bütün Osmanlı kitâbeleri gibi, koyu renkli zemîn üstünde varak altın yapıştırılmış harflerle câzibe kazanmaktadır. Ancak, bu kitâbenin zemîn renkleri Osmanlı zevkine uygun olmayıp sonradan değişikliğe uğramıştır. Daha yeni nesilden Mısırlı hattatlara bir san'at rehberi olduğu beyân ve kabûl edilen Ümmü-Abbas sebîli ve mektebinin kitâbesi, 15 yıl önce tarafımdan çekilmiş bulunan şu resimlerde de görüleceği gibi, bakımsızdır. Fakat yeni bir haber olarak, geçen yıl esâslı bir tâmîratın başladığını öğrenmekle sevinçliyim. Kitâbe de, belki o zaman hakîkî renklerini bulur.
Abdullah Zühdi'nin yazılarının okunabilmesi, belirli bir kültür seviyesinde olmayı gerekdirir, gibidir. Osmanlı hattatları istifli yazılar için harflerin birbirine bindirilmesinde okunuş sırasına çok riâyet ederler. Türkçe'deki hat tâbirlerinde buna "yazının teşrîfâtı" denilmekdedir. Ancak Abdullah Zühdi Efendi -muhtemelen- resimle uğraşmasının getirdiği bir anlayışla, bir harf veya harf gurubu nerede güzel görünüyorsa bunun oraya oturtulması gerekdiğini kabûllenerek, istifin de böylelikle olağanüstü bir câzibe kazanmasını tercîh etmişdir. Celî sülüsle yazdığı Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini de, bunları ancak ezberinde olan hâfızlar rahatlıkla okuyabilir (Resim: 2). Şahsen, Osmanlı kitâbelerini rahat sökebildiğim hâlde, burada bahse konu olan târih manzûmelerinin bâzı mısrâları için haylı zorlandığımı belirtmeliyim.
Lâkin buradaki istif mükemmeliyeti, insanı, yazının okunmasını bir yana bırakıp, seyretmeğe zorluyor. Abdullah Zühdi'nin hocası Mustafa İzzet Efendi'den şu mısrâı nakletmenin tam yeridir: "Hüsn-i hattī okumak, lâleyi kok(la)mak gibidir!"
Osmanlı'daki uyumlu mozaiğin dikkate değer örneklerinden birini de bu kitâbenin oluşdurduğunu belirterek makālemi tamamlayacağım: Arab asıllı bir Osmanlı hattatı ve Arnavud asıllı bir Osmanlı şâiri önce İstanbul'a gelerek san'atlarında yetişiyorlar, sonra da Kāhire'ye yerleşip Türk diliyle bir müşterek eserlerini ortaya çıkarıyorlar. Lutfen, bunun güzelliğini bir düşünür müsünüz?
Prof. Uğur Derman
Resim: 1- Mekteb'in Türkçe kitâbesi.
Resim: 2- Abdullah Zühdi'nin kendine hâs celî sülüs istiflerinin birinden (Kur'ân-ı Kerîm, LVII,22-23) zer-endûd olarak hazırlanmış levha (Câmi'ü'l-Ezher, Kāhire).