(Bu makâlenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Celî yazının müteaddid nüshalarının hazırlanabilmesi için kalıb hâline getirilmesi, yazılması bittikten sonra bu maksadla harflerin kıyılarından iğnelenmesi lâzımdır. Bu işleme girişmezden evvel, yazılan kâğıdın altına aynı eb'âdda birkaç tabaka beyaz renkli sağlam kâğıd yerleştirilir ve kaymaması için hepsi köşelerinden birbirine hafifçe yapıştırılır. Sonra, saatçi mengenesine tesbit edilmiş ince bir dikiş iğnesi yardımıyla harflerin hemen kıyılarından muntazam bir şekilde dik olarak sıkça iğne vurulmağa başlanır. Eğer iğneleme işi dikine değil de, eğri olarak icrâ edilirse, alta konmuş kâğıdlarda iğne deliklerinin yeri sapabilir; bu da yazının bediî cihetten bozulmasına, yolundan çıkmasına sebeb olur. İğnenin rahat kayması için arada bir kuru sabuna batırılması gerekir ve bu işlem –tercîhan şimşir ağacından– düzgün satıhlı bir tahta üzerinde sürdürülür (bu âlete açkı tahtası ismi verilir). Kâğıdla tahta arasına bir kumaş parçası konulup da iğnelenirse, iğnenin ucu her geçişte kâğıd kırpıntısından temizlenmiş olur. Kalıb iğnelemesi üç şekilde yapılabilir:
- İçten iğneleme: İğne delikleri harf ve işaretlerin kıyısına içten değecek şekilde olmalıdır.
- Dıştan iğneleme: İğne delikleri harf ve işaretlerin kıyısına dıştan değecek şekilde olmalıdır.
- Üstten iğneleme: İğne deliği harf ve işaretlerin içine, yahut dışına gelmeden, tam hudud çizgisi üstünden olur.
Her hattat, kendi alışkanlığına bağlı kalarak, yazıyı bu üç tarzdan birine göre iğneler. İğneleme işi bitince, alttaki beyaz kâğıdlar çıkartılıp birbirinden ayrılır. Bunlara alt kalıb denilir ki, dikkatle bakıldığında veya arkasından ışık tutulduğunda, hattın sâdece iğne delikleriyle ortaya çıktığı görülür (Resim 1). En üstteki yazılı ve iğneli siyah kağıda da üst kalıb ismi verilir. Hat örneğinin bir başka yere geçirilmesi için alt kalıbdan faydalanılır. Yazı, beyaz veya açık renkli kâğıda mürekkeble hazırlanacaksa, ince döğülmüş söğüt kömürü tozuyla dolu küçük bir bez çıkın, alt kalıbın iğne delikleri üstünde dolaştırılır ve kömür tozu deliklerden geçip, alttaki kâğıdda siyah noktalar hâsıl ederek hattın buraya nakli sağlanmış olur (Resim 2). Koyu renkli zemîne hazırlanacak celî yazılar için de tebeşirli çuha, kalıbdaki delikler üzerinde dolaştırılır; tebeşir tozu alta geçerek, beyaz noktalar hâlinde iz bırakır (Resim 3). Ancak, yazının sıhhatli bir biçimde aktarılabilmesi için, üst kalıbın göz önünde bulundurulup, hangi usûlle iğnelendiğinin bilinmesi lâzımdır. Yoksa, iş ince uçla çizmek veya kamış kalemle yazmak safhasına geldiğinde, hat şişip kalınlaşabilir veya cılızlaşabilir. Bu işleme yazı silkmek veya yazı silkelemek tâbir edilir. Üst kalıb, kirlenmemesi için, mecbur kalınmadıkça silkme işinde kullanılmaz, bu maksadla alt kalıbdan faydalanılır.
Yazı kalıbından bizzat hattatı tarafından silkilip mürekkeble hazırlanan yazılar çok makbuldür. Hattat, ince uçla ve is mürekkebiyle yazının hududlarını önce çizgi hâlinde tesbit edip sonra da içini mürekkeble doldurabildiği gibi, esas kalıbın yazıldığı kamış kalemle de –eline güveniyorsa– doğrudan yazabilir. (Resim 4)'da görülen kalıbın, açık nohûdî renkli ve âhârli kâğıd üzerine bizzat Hattat Ali Efendi tarafından 1281/1865'de is mürekkebi ile yazılmış bir nüshası (Resim 5)'dedir. Bu hat, yazılışından 111 yıl sonra yeniden mukavvaya yapıştırılıp etrâfı F. Çiçek Derman eliyle 1976'da tezhîb edilmiştir. Kalıbdan yapılan celî yazılar, şâyet bu işin ehli olmayan biri tarafından işlenirse, işte o zaman ortaya "san'at felâketleri" çıkmağa başlar! Onun için eski hattatlar, yazı kalıplarının câhil ellere düşmesinden çok çekinmişlerdir.
Şimdi de aynı "Rabbi yessir" in zerendûd (sürme altın) olarak hazırlanmış bir başka nümûnesini görelim (Resim 6). Yazılmasından 43 sene geçince, Müzehhib Trabzonlu Osman Yümni Efendi (ö.1919) eliyle 1326/1908 yılında zerendûd olarak kalıbından hazırlanan aynı "Rabbi yessir" istifinin buradaki örneğinde, altının o parlak sarılığını görmek imkânı, tabiî ki yoktur. Yazının etrafının bezenmesinde, sarı altınla birlikte –altına muayyen nisbette gümüş ilâvesiyle husûle gelen– yeşil altın da kullanılmıştır. Bu gibi zerendûd celî yazılar, doğrusu pek saltanatlı durur ve hattatlardan ziyâde müzehhib/müzehhibe denilen, altın ile bezemeyi meslek edinmiş san'atkârlar eliyle vücûde getirilir. Şu da unutulmamalıdır ki, Osmanlı devri müzehhibleri hat kültürüne vâkıf oldukları cihetle, yazıyı bozmadan kalıbından aktarmayı bilirlerdi. Esâsen, hat üstâdlarından zerendûd olarak sıkça istenilen celî levhaların kalıblarının îtimâda şâyan müzehhiblerde bırakılması âdeti vardı. Eski müzehhibler aynı zamanda klasik tarzda mücellid de olduklarından, onların çalıştıkları yerlere müzehhib dükkânı yerine mücellid dükkânı denildiğini de bu vesîleyle zikredelim. San'atındaki yüceliği dolayısiyle adını daha önce de andığımız Sâmi Efendi'nin bir hâdisesini şimdi burada nakletmek münasib düşecek: Zerendûd olarak işlenmesi gereken bir celî levhasının kalıbını, Sâmi Efendi kendisi iğnelemek yerine, mücellid ve müzehhib Bahaddin Efendi'ye (Tokatlıoğlu, 1866-1939) vermiş. Bahaddin Efendi altınla işlerken tebeşir tozu izlerini görebilmek için, yazıyı dâima dıştan iğnelermiş. İçden iğnelemeye alışkın bulunan Sâmi Efendi, kalıbının dışdan iğnelenmiş olduğunu görünce, yazı şişecek de güzelliği kalmayacak endîşesiyle: "Keşki kendim iğneleseydim" diye hayıflanmış. Bahaddin Efendi bildiği usûlle bu yazıyı pek güzel işleyip bitirince, onun Vezneciler'deki mücellid dükkânının önünden geçmekte olan Sâmi Efendi, levhasını görüp takdîrlerini kendine has ifâdesiyle üç defa "ulan aferim" diyerek belirtmiştir (Resim 7).
Artık, altından zer-mürekkeb denilen altın mürekkebinin nasıl hazırlandığını anlatabiliriz: Hususî surette döğülmekle zar kadar inceltilen 23 ayar Osmanlı altını, bir çini kapta arab zamkı mahlûlü veya süzme bal üstüne konularak -zahmetli bir şekilde- parmakların kuvvetiyle ezilir, zerrelerine ayrılır. Suyla yıkanarak zamkdan arındırıldıktan sonra, kesafeti ayarlı jelatin mahlûlü ile karıştırılır ve fırça yardımıyla gerektiğinde koyu renkli mukavvaya sürülür. Bu mukavvanın üstü hangi renk olacak ise (siyah, lâciverd, neftî, ördekbaşı yeşili, vişne çürüğü...) önceden o renge, cisimli (suda erimeyen) boya ile jelâtin mahlûlünün belirli nisbetlerde karıştırılıp sıcak olarak bu mukavvaya sürülmesiyle boyanır. Eğer jelâtin fazla gelirse, zemin sonradan çatlar; az gelirse boyası ele çıkar. Zerendûd hazırlamak için, yazının (Resim 3)'da olduğu gibi evvelâ tebeşirle silkilmesi icabeder.
Altın mürekkebi, çok ince fırça ile yazının hududunun tesbîti için, önce, tahrir denilen çizgiler hâlinde çekilir. Sonra bu çizgilerin içi de yine altın mürekkebiyle, fakat kalın fırça yardımıyla doldurulur. Kuruduktan sonra, yalnız altın parlatmada kullanılan ve zermühre denilen kalem şeklindeki parlak bir taş ile mat olarak parlatılır. (Resim 6)'de görülen zerendûd "Rabbi yessir", Osman Yümnî Efendi tarafından siyah zemîne başarılı bir şekilde altınla aktarılmış, etrafı da ayrıca tezhîb olunmuştur. Usta müzehhibler eliyle hazırlanan böyle celîler de, asılları kadar kıymetli sayılır.
Celî yazıların iriliği arttıkça sarfı gerekli altın da çoğalacağından, isrâfı önlemek için varak altın, bu defa yapıştırma usûluyle kullanılır. Yazı yine koyu zemîne (büyük işlerde muşamba veya üstü boyanmış tahta, yahut çinko levha lâzımdır) tebeşir tozuyla kalıbından silkildikten sonra, bunların içi lika (zamanımızda: miksiyon) denilen maddeyle dikkatle ve düzgünce doldurulur. Lika, bezir yağından kaynatılarak elde edilen bir yapıştırıcıdır. Sürüldükten -belirli birkaç saat- sonra (ki buna likanın tavlanması denilir) varak altın, tek sıra hâlindeki sertçe kıllardan yapılma, sakal denilen bir nevi fırça ile likalı sâhaya bırakılır ve düzgün bir şekilde zemîne yapışır. Varak altının yapıştırıldığı yerde kalabilecek herhangi bir açıklığın görünmesini önlemek için likaya önceden sarı boya katılması âdet olmuştur. Camilerdeki büyük levhalar (meselâ Ayasofya Camii'nde Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin satranç usûlüyle büyütülerek kalem kalınlığı 35 cm.'ye çıkartılan 7,5 m. çapındaki dâirevî celîleri) veya mermere kabartma şeklinde kazılan kitâbeler (Resim 8) hep bu usûlle altınlanır. Çünkü hava şartlarına, yapıştırma altının mukāvemeti vardır. Câmilerde sıva üstü nakış olarak yapılan kubbe ve kuşak yazıları da kalıbından silkelenip, varak altının likayla zemîne yapıştırılması yoluyla hazırlanır (Resim 9).
Şimdi de aynı "Rabbi yessir" in –Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi'nde bulunan– sedef ile hazırlanmış başka bir latîf nümûnesini sunalım: Ali Efendi'nin yukarıda tanıtılan istifinin Vâsıf Sedef (1876-1940) eliyle 1322/1904 yılında sedefden kesilen levhası (Resim 10)'de görülmektedir. Bundan evvelki örneklerde bulunan "Ketebehû Ali" (bunu Ali yazdı) şeklindeki istifli küçük imza, o devrin kıl testereleriyle sedefi bu kadar ince kesmenin imkânsızlığından dolayı, buraya konulamamıştır. Levhadaki iki alt köşede sedef üstüne kazılmış olarak okunan "Tâmirhâne-i Hümâyûn mâmûlâtı- Mülâzım Vâsıf kulları" ibâresinden, yazının Sultan İkinci Abdülhamîd için hazırlandığı anlaşılmaktadır. Sedefkâr Vâsıf Bey harfleri kıl testeresiyle ve büyük bir ustalıkla kesip, zeminde de aynı yuvayı sedef kalınlığında açarak oraya gömüp yapıştırmıştır. Hemen kırılmaya hazır bir san'at malzemesi olan sedefi böylesine üstâdâne kullanmak, doğrusu kolay iş değildir.
Yeri gelmişken sedefkâr Hasan, Refik, Mülâzım Abdullah ve Vâsıf beylerle marangoz Giridli Mustafa mârifetiyle 1317/1899 yılında Tâmirhâne'de sedefle imâl edilen Dömeke harbi manzûmesini de okuyucularımıza sunmak isteriz. Yıldız Kütübhânesi hâfız-ı kütübü Sabri Bey'in (1862-1943) târih manzûmesi Sâmi Efendi tarafından celî ta'lîk ile yazılmış ve ortaya bu gördüğünüz şâheser çıkmışdır (Resim 11).
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
RESİM ALTLARI
Resim: 1 – Sâmi Efendi'nin celî sülüs bir kalıbında –arkadan ışıklandırılarak– görülmesi sağlanan iğne delikleri.
Resim: 2 – "Rabbi yessir" kalıbından beyaz kâğıda söğüd kömürü tozuyla silkeleme...
Resim: 3 – "Rabbi yessir" kalıbından siyah mukavvaya tebeşir tozuyla silkeleme.
Resim: 4 – "Rabbi yessir" kalıbından silkelenen yazının çizilip içinin kamış kalemle doldurulması.
Resim: 5 – "Rabbi yessir" istifinin levha hâline getirilip bezenmiş nümûnesi.
Resim: 6 – "Rabbi yessir" kalıbından zer endûd olarak hazırlanan levha.
Resim: 7 – Sâmi Efendi'den harflerin birbiriyle uzvî bağlarını gösteren celî sülüs istifli satırlar (1319/1902).
Resim: 8 – Neyzen Emin Yazıcı'nın (1883-1945) Sultan Hamamı'ndaki bir hanın girişine yazdığı celî sülüs istifi. Taş işçiliği îtibâriyle çok mükemmel bir örnekdir.
Resim: 9 – Nusratiye Câmii kuşak yazısı.
Resim: 10 – "Rabbi yessir" istifinin sedefle uygulaması.
Resim: 11 – Dömeke muhârebesi için yazılan târih manzûmesinin sedefle hazırlanmış şâheseri.