Arama

Zekeriya Erdim
Temmuz 30, 2017
Tevhid-i Tedrisat Üzerine

Biliyorum, bu başlığı görenler; 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan, 1961 ve 1982 ihtilal Anayasaları ile yeniden koruma altına alınan Tevhid-i Tedrisat Kanunu'ndan söz açacağımızı zannedecekler. Artık bu kanunun kaldırılması ve eğitim hizmetlerinin devletin tekelci, tek tipçi anlayışından, işleyişinden kurtarılması gerektiği üzerine değerlendirmeler yapmamızı bekleyecekler.

Çünkü söz konusu kanun; bizi bizden, yani İslam kültür ve medeniyetinden uzaklaştırıp Hristiyan Batı kültürüne ve medeniyetine yaklaştırma projesinin bir parçası olarak uygulanmıştı. Aynı dönem içinde, birbirinin tamamlayıcı unsuru olacak şekilde; medreseler kapatılmış, harf inkılabı yapılmış, hilafet kaldırılmış, din dersleri müfredattan çıkarılmış, Avrupai giyim-kuşam ve yaşama biçimi dayatılmış, yaygın eğitim merkezleri olan tekkeler ve zaviyeler yasaklanmıştı.

Şimdi, aslımıza rücu etme eğiliminin giderek arttığı ve ümit verici adımların atıldığı bir dönemde; bu değerlerin yeniden ihya edilmesini veya güncellenerek yerlerine yenilerinin ikame edilmesini istemek doğru ve doğal bir bekleyiş. Bu yeniden ihya ve inşa sürecine katılmak, katkıda bulunmak amacıyla; siyaset, bürokrasi, sivil toplum cephelerinde ve hatta hayatın hemen her diliminde mücadele vermek, takdir edilmesi gereken bir anlayış ve işleyiş.

Ancak, biz burada; daha acil ve vahim bir mesele üzerinde duracağız. Din anlayışında ve yaşayışında "tevhid çizgisi"ni yakalamanın gereği ve önemi ile ilgili sorular soracak; başarabilirsek, kendi çapımızda cevaplar vereceğiz.

HANGİ DİN?

Türkiye, bir yandan uzun soluklu ve çok cepheli bir kültür, medeniyet savaşının öncülüğünü, önderliğini yapmaya çalışırken; öte yandan, özellikle basılı-sesli-görüntülü medya üzerinden "indirilmiş din-uydurulmuş din" tartışmalarına sahne oluyor. Aynı dinin, aynı mezhebin, aynı meşrebin mensubu olduğunu söyleyen sosyal, siyasal ve dini yapılar; öylesine ters köşelere savrulup gidiyor ki, birbirlerini küfürle itham edecek hale geliyor.

Ayetlere, hadislere farklı mealler veriliyor, değişik yorumlar yapılıyor. Onlarca, yüzlerce, binlerce "Fatiha"lar okunup "sırat-ı müstakim" (dosdoğru yol) duaları yapılıyor; aynı "din"in kapısından girildiği halde, farklı "dünya"ların çatısına çıkılıyor.

Müctehid imamların muteber kitaplarında rüyanın, sezginin, ilhamın bilgi kaynağı olmadığı yazılıyor; ilim-irfan merkezlerinde, insanlar, "bu bana yazdırıldı" yahut "ilham edildi" ya da " rüyamda gösterildi" diye başlayan gizemli mesajlara, muhtevalara çağırılıyor. Ashabın Peygamber (s.a.v.) ile ilişkilerini örnek alarak, taklidi imandan tahkiki imana geçmek için itiraz edenler, soranlar, sorgulayanlar; "mürted" sayılarak yahut "haddi aşmış" kabul edilerek, kolayca dinden çıkarılıyor.

Menkıbeler ayetlerin ve hadislerin, bidatlar farzların ve sünnetlerin önüne geçip yerini alıyor. Helal dairesi kimilerinin elinde ve dilinde sınırsız, sorumsuz bir sahaya dönüşürken; kimileri nezdinde de, daraltıldıkça daraltılıp, yaşanılması imkansız bir hapishane haline geliyor.

DEAŞ, FETÖ ve benzeri terör örgütleri; insanları "uydurulmuş din" ile kandırıyorlar. Kurşun askerler haline getirdikleri mensuplarını; yakmanın, yıkmanın, öldürmenin, yok etmenin "ibadet" olduğuna inandırıyorlar.

Tam da böyle bir dönemde, ilmine ve imanına itimat ettiğimiz Diyanet İşleri Başkanı; din adına, bildiği doğruları söyleyerek ve yaparak toplumu aydınlatmaya çalıştığı için, birileri tarafından yerden yere vurulup yıpratılıyor. Tezgahlar ve tuzaklar kurularak, sosyal ve siyasal baskılar yapılarak; görevinden uzaklaştırılmaya yahut pes edip gitmesini sağlamaya çalışılıyor.

Bu şartlar altında, Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.) ile sorunu olmamakla birlikte, onlar adına arz-ı endam edenlerin söylemlerinden, eylemlerinden kafası karışan, hatta şüpheye düşüp endişeye kapılan samimi, sadık Müslümanlar; dosdoğru bir din anlayışını ve yaşayışını yakalayarak, tevhid çizgisi üzerinde olabilmek, kalabilmek için ne yapsınlar? Kendileri ilim, irfan sahibi olamayıp, birilerini örnek alma, öncü sayma ihtiyacı duyanlar; dini kimden ve nasıl öğrensinler, çocuklarına ve torunlarına hangi dini anlatsınlar, aktarsınlar?

Kendisini İslam'a nisbet edenlerden, kimilerinin "hak" dediğine kimileri "batıl" diyorsa; biz hangisine inanalım, güvenelim, teslim olalım? Birilerine yakın durmak, ötekilere uzak kalmak ve hatta düşman olmak anlamına geliyorsa; bir, iki, üç, beş ateşten birine yakalanıp yanmamak için hangi noktada duralım?

TEMEL EĞİTİM

Dünyada, kabul görmüş sisteme göre; örgün eğitim süreci, ilköğretim-ortaöğretim-yükseköğretim diye üçe ayrılır. İlköğretim, ortak altyapının oluşturulduğu temel eğitim dönemi; ortaöğretim, ilgilere ve yeteneklere göre yönelimlerin başladığı ön ayrışma dönemi; yükseköğretim ise, ilgilere ve yeteneklere göre yönelimin branşlara dönüştüğü ihtisaslaşma dönemi sayılır.

Aslında, doğru bir din anlayışı ve yaşayışı konusunda; yüzlerce "soru"nun bir tek "cevab"ı, binlerce "sorun"un bir tek "çözüm"ü var. Kur'an-ı Kerim'de yazılı olan "vahyi ayetler", Peygamber (s.a.v.) Efendimiz tarafından uygulanarak örneklendirilen "fiili ayetler" ve Allah (c.c.) tarafından zerreden kürreye kadar uzanan alemlerin ve içindekilerin sistematiği içine yerleştirilmiş olan "kevni ayetler" esas alınarak bir "temel eğitim" müfredatı hazırlanacak; din eğitimi veren resmi ve özel tüm kişiler ve kurumlar, her yaş ve seviyedeki insanımıza, öncelikle ve özellikle, bu müfredatı okutacaklar ve anlatacaklar.

Böylece, aynı alfabe ile okur-yazar olan insanlar gibi; aynı dili konuşuyor, aynı dini yaşıyor olacağız. Zamanla, fıtratlarımızın ve ihtiyaçlarımızın farklılığı sebebiyle, mezhep ve meşrep açısından farklı dallara, kollara ayrılmış olsak bile; din ve dünya görüşü açısından, aynı köke bağlı kalacağız.

Ancak, işte bu noktada; aşılması gereken bir engel, ulaşılması gereken bir hedef var. Böyle bir temel eğitim müfredatını, kimler ve nasıl hazırlayacaklar?

Belki de "ben Müslümanım" diyen ilim ehli kişilerin, "biz Müslümanız" diyen irfan ehli çevrelerin; nefislerini yenerek kazanmaları gereken ilk "imtihan" budur. Eğer biz, Türkiye'li Müslümanlar olarak, hakikat dininin direkleri etrafında "tevhid" olmayı başarabilirsek; bu zafer, yeni bir "kurtuluş çağı"nın başlangıcı olur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN