Bir eğitim yöneticisi olarak, yıllardır; futbolun en yaygın spor haline geldiği yahut getirildiği bir dünyada, diğer spor dallarının da teşvik edilmesi gerektiğini söylüyorduk. Okullardaki öğretmen ve idareci dostlara; "Bu ayak oyununu fazla abartmayın; çocuklara ve gençlere biraz da el, kol, baş, beyin oyunu öğretin" diyorduk.
Geçtiğimiz günlerde, haber bültenlerinde yer alan bir bilgi; bizi fevkalade sevindirdi. Fikrimizin fiile geçirilmesi yolunda atılan adımları, teşvik etme ve destekleme sorumluluğunu getirdi.
Türkiye Satranç Federasyonu(TSF); 30. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında, yeni bir hamle yapmış. Gençlik ve Spor Bakanlığı ile iş birliği içinde; "Türkiye Satranç Öğreniyor" projesini başlatmış.
1 Mart 2021 tarihinden itibaren; 18 yaş üstü olan ve satranç öğrenmek isteyen herkese ücretsiz eğitim verilecek. Bu etkinlik; guruplar halinde, yıl boyu devam ettirilecek.
Projenin amacı; Türkiye'nin bir "satranç ülkesi" haline getirilmesi. Bir yönüyle "ata sporu", bir başka yönüyle "kültürel miras" olarak tanımlanan akıl oyununun; ülke ve toplum genelinde, 20 milyon hanenin tamamına girmesi.
Bu vesileyle, meselenin tarihi ve kültürel geçmişine kısaca göz atalım. Bazı önemli noktaların altını çizerek; kendi çapımızda, sürece bir nefes de biz katalım.
GEÇMİŞİ, GELECEĞİ
"Kralların, şahların, padişahların oyunu" olarak bilinen ve asgari dört bin yıllık geçmişi olduğu söylenen satrancın çıkış noktası hakkında; iki temel rivayet var. Araştırmacıların bir kısmı eski Mısır'a, bir kısmı da eski Türkmenistan'a dayandırıyorlar.
Birinci görüşün delili; piramitlerde rastlanan bulgularmış. Mısır'dan Mezopotamya'ya, Anadolu'ya, Çin'e, Hindistan'a, İran'a, Arabistan'a geçmiş; Endülüs üzerinden İspanya'ya, oradan da Avrupa'ya yayılmış.
İkinci görüşün delili; Türkmenistan'da yapılan kazılarda ortaya çıkan satranç taşları ve takımları. Tarafsız kaynakların; "ilk defa Kuşhan Türkleri tarafından oynandığı ve oradan Hindistan'a götürüldüğü" ile ilgili arkeolojik bulguları.
Ayrıca; Moğolistan'daki Hun-Göktürk Dönemi Anıt Mezarlığı'nın adının "şatırçulu" olduğu ve eski Türkçede "satranç" anlamına geldiği biliniyor. Buna ilave olarak; satranç taşlarının biçimsel olarak Türk kültür ve medeniyetinde önemli yeri olan balbal, çadır, kümbet, at gibi sembollerden ilham alınarak yapıldığı söyleniyor.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, özellikle saraylarda, devlet adamları arasında var. Bazı kaynaklar; sultanların, vezirlerin, komutanların satranç oynarken savaş stratejilerini konuştuklarını söylüyorlar.
Genetiğe dönüşmüş gelenek, bir şekilde yeni nesillere de intikal etmiş olmalı ki; satranç oyununun ya da sporunun bugün de giderek yaygınlaştığını görüyoruz. Bu amaçla kurulmuş vakıfların, derneklerin, federasyonların olduğunu; eğitim, kültür, sanat ürünlerinin oluşturulduğunu; kursların, maçların, turnuvaların organize edildiğini biliyoruz.
Ama yetmez; ata sporu satrancın şahını da, vezirini de biz yetiştirmeliyiz. Yediden yetmişe herkese öğretip; dünya genelinde, Türkiye'yi "satrancın merkezi" haline getirmeliyiz.
Bu bizim hem beyin enerjimizi, hem de özgüvenimizi artıracaktır. Savaş oyununda başarılı olan çocuklar, gençler, yetişkinler; çok cepheli kültür ve medeniyet savaşında da başarılı olacaktır.
Evlerde ve okullarda "oynayan tay" olanlar; hayatta "şahlanan küheylan" olurlar. Beyin gücü gelişmiş ülkeler ve toplumlar; sınırlarını da değerlerini de daha iyi korurlar.
BAHÇESARAY ÖRNEĞİ
Türkiye'de, satranç deyince ilk akla gelen yerlerden biri; Van'ın Bahçesaray ilçesidir. Yöre halkının hayatındaki yeri, önemi, yoğunluğu, yaygınlığı bakımından; kelimenin tam anlamıyla, satrancın merkezidir.
Özellikle kış aylarında; kadınların evlerde, erkeklerin kahvelerde oynadıkları bilinir. Bahçesaray'da satranç, kitaplardan ya da web sitelerinden değil; annelerden, babalardan, dedelerden, ebelerden öğrenilir.
Tahtası ve taşları; yetişkinler ve yaşlılar tarafından, ağaçtan yapılır. O kadar yaygındır ki; neredeyse beşikteki bebeye, yataktaki dedeye bile oynatılır.
Geçmişten geleceğe uzanan, sağlam köprüler kurmalıyız. Köklerimizden emeceğimiz doğal ana sütüyle, göklerin hak etmiş hâkimleri olmalıyız.
Zekeriya Erdim