Bilindiği gibi maddenin katı, sıvı ve gaz hali vardır. İçinde bulunduğu ortamın ısısı arttıkça; katıdan sıvıya, sıvıdan gaza dönüşerek esner, genişler, dağılır.
Bir de "gaza gelme" yahut "dolduruşa gelme" deyimi var. İnsanlar hakka ve hakikate uygun olmayan şeylere inandıkları ya da inandırıldıkları zaman; içine hava doldurulmuş balonlar gibi, kontrolsüz bir şekilde uçup gidiyorlar.
Bu hal; halk dilinde ve kültüründe, değişik şekillerde yer almış. Atasözlerine, vecizelere, kıssalara, fıkralara dönüştürülerek; insanlar, "kontrolü kaybetme" tehlikesine karşı uyarılmış.
Bir atasözüne göre; "Cömert derler, maldan ederler; yiğit derler, candan ederler". İnsanları ve toplumları yalandan yere överek, taltif ederek; tezgâha getirir, tuzağa düşürürler.
Meşhur Karadeniz fıkrasına göre; Temel ile Dursun, bir politikacının meydan konuşmasını dinliyormuş. Adam, mangalda kül bırakmayacak şekilde esip yağıyor; kelimenin tam anlamıyla, kalabalığa gaz veriyormuş.
Temel bu konuşmadan etkilenip, gaza gelmiş. Arkadaşı Dursun'a dönüp; "Ula uşağım, karar verdim ben de politikacı olmaya" demiş.
Bunun üzerine, Dursun O'na; "Ula sen deli misin?" diye sormuş. Çünkü, gaza gelip hesapsız kitapsız hareket etmenin; aklı çöpe atarak "toza girmek" anlamına geldiğini biliyormuş.
Ne yazık ki; Adem ile Havva'dan beri, bu yanlışı yapıyoruz. Nefsimizin aklımızı başımızdan alan abartılı heveslerine, şeytanın günahları süslü gösteren fısıltılı seslerine aldanıp; gaza geliyor, toza giriyor, kendi kendimize kazık atıyoruz.
Bu tuzağa düşenler; her türlü aldanmaya ve aldatılmaya müsait hale geliyor. Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar aleyhine yapılan kışkırtmaların, kalkışmaların; "kurşun askerler" ve "kör kurbanlar" kadrosuna dâhil oluyor.
Reklamla, tanıtımla kitleleri gaza getirip; ucuz malı ya da hizmeti, müşteriye pahalı fiyata satıyorlar. Hatta, aslında ihtiyaç olmayan bir şeyin zaruri ihtiyaç olduğuna inandırıp, satış rekorları kırarak; servetlerine servet katıyorlar.
Medya sektörü; reytingini yükseltmek için, dokuz takla atıyor. Her türlü tozu, dumanı kullanarak; bakış açımızı daraltıyor, görüş mesafemizi kısaltıyor.
Bazı sosyal ve siyasal yapıların, tabanlarını genişletmek ve taraftarları ile bağlarını kuvvetlendirmek için kullandıkları metotlardan biri; gaza getirerek, harekete geçirmek. Onları, kayıtsız şartsız tabi olan bağlılar ve bağımlılar haline getirmek.
Bu noktadan sonra; araştırma, soruşturma, tahkik etme, doğrulama özellikleri dumura uğrar ve devre dışı kalır. Merkezden "rakip" ya da "düşman" diye tanımlanan herkese; aşkla, şevkle ve ölçüsüzce saldırılır.
Yakın geçmişte yaşadığımız 15 Temmuz darbe, işgal, iç savaş kalkışmasının geri planında; böyle bir kitle vardı. Piramidin yukarısındakiler "ihanet" içindeydiler, ortasındakiler "ticaret" peşindeydiler; geniş kesimi oluşturan aşağıdakiler ise "ibadet" yaptıklarına inanıyorlardı.
Onlara, karşılık olarak "cennet" sözü verilmişti. Eylemlerinin kodlarını ve komutlarını oluşturan söylemler; "vatan, millet, din, devlet, hayır, hizmet" gibi kelimelerle, kavramlarla süslenerek etkili hale getirilmişti.
Söz konusu tehlike; tamamen bertaraf edilmiş değildir. Bu ve benzeri yapıların uyutulmuş yahut uyuşturulmuş hücreleri; beklenmedik bir zamanda, uyandırılıp harekete geçirilebilir.
Köklü çözüm için; "ferdi murakabe, sosyal murakabe, siyasi murakabe, idari murakabe, ilahi murakabe" mekanizmaları aktif ve verimli çalıştırılmalı. İnsanlar; hakkı batıldan, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, dostu düşmandan ayırt edebilecek bilgi ve bilinç, iman ve idrak seviyesine ulaştırılmalı.
Bugün, geçici maslahatlar yüzünden hasıraltı edersek; yarın, daha büyük bir tehlikeyle yüz yüze gelebiliriz. Şimdi, atın "hasta olduğunu" söylemezsek; sonra, "öldüğünü" söylemek zorunda kalabiliriz.
Adam tutmak, parti tutmak, takım tutmak, bir cemaatin ya da sivil toplum kuruluşunun mensubu olmak gibi olaylar, durumlar; gözlerimizin ve gönüllerimizin önüne perde çekmesinler. Özellikle yetişme çağındaki çocukları ve gençleri, evde-okulda-toplumda öyle aydınlatalım ki; hayatlarının hiçbir safhasında, gaza gelip toza girerek yoldan çıkmasınlar.
"Şimdi atın "hasta olduğunu" söylemezsek sonra "öldüğünü" söylemek zorunda kalabiliriz."
— Fikriyat (@fikriyatcom) March 29, 2021
Zekeriya Erdim'in kaleminden✏️
"Gaza gelenler, toza girenler"https://t.co/w2mhk48iui