Yazılı kaynaklarda geçen tariflere, tanımlara ve konuşma dilinde geçerliliği devam eden kullanımlara göre; gemileri yöneten yetkili ve sorumlu kimselere, "kaptan" deniyor. Ayrıca, benzetme yoluyla otobüslerin sürücüleri, uçakların pilotları, spor takımlarının yöneticileri de aynı şekilde isimlendiriliyor.
Dilimizde ve düşünce dünyamızda, kaptan sözcüğünün çağrıştırdığı bir kelime yahut kavram daha var. Gemilere saldıran, ele geçirip yağmalayan deniz haydutları "korsan" olarak anılıyorlar.
Buradan hareketle başkalarının haklarını zorbalık yaparak yahut meşru olmayan yolları ve yöntemleri kullanarak ele geçiren kimseleri de aynı tarifin, tanımın içine koyuyoruz. İzinsiz, ruhsatsız, hukuksuz iş yapan herkesi böyle nitelendiriyoruz.
Şimdi biz, yeni bir benzetme yapalım. Hayatın bütününe, "deniz"; evlere ve ailelere, okullara ve öğrencilere, köylere ve köylülere, mahallelere ve mahallelilere, şehirlere ve şehirlilere, ülkelere ve toplumlara, dünyaya ve insanlık âlemine "gemi"; bütün bunları yöneten, sevk ve idare eden kimselere de "kaptan" gözüyle bakalım.
Bu işin gündüzü, gecesi, yazı, kışı, açık havası, sisi, dingin denizi, dalgası, ılıman rüzgârı, fırtınası var. Her gün, her saat, her mevsim, her sefer; korsanlar da baskın yapıp yağmalamak için fırsat kolluyorlar.
O halde, her bir kaptanın gemiyi yüzdürme açısından "ehil", istikameti gözetme açısından "güvenilir", korsan saldırılarına karşı korunma açısından "tedbirli" olması gerekir. Aksi takdirde; batmadan, boğulmadan sahil-i selamete ulaşmak mümkün değildir.
Mevlana, insanı "dünya denizinde yüzen bir gemi" diye tarif etmiş. Arkasından "suyu içine alırsa batar, dışında tutarsa yüzer" demiş.
Voltaire de bu bakış açısını destekleyen yahut tamamlayan bir yorum yapmış. "Hırsın, yelkenleri şişiren rüzgâra benzediğini; fazlasının, gemiyi batıracağını; azının, olduğu yerde sabit tutacağını; orta hallisinin ise, yüzdürüp yol aldıracağını" anlatmış.
Bu durumun, devletler ve toplumlar için de aynen geçerli olduğunu bilmeliyiz. "İhtiras" yerine "ideal" tercihi yapıp; hayatın, ana itici gücü olarak görmeliyiz.
Sadece, eli silahlı korsanlar tarafından yapılan fiili saldırılardan değil; aklımızı, ruhumuzu ifsat edip bizi nefsimizin yahut şeytanın tezgâhına, tuzağına düşüren fikri taarruzlardan da korunma gereği var. Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızda "gemilerini yüzdürenler kaptan, hükümlerini sürdürenler sultan" oluyorlar.
II. Abdülhamit'in kızı Ayşe Osmanoğlu, uzun sürgün hayatı bitip Türkiye'ye döndükten sonra; yazar, çizer, aydın, sanatçı kesiminden insanların davet edildikleri bir toplantıya katılmış. Orada, genelde Osmanlı hanedanına, özelde son Padişah ve son Halife Vahdettin'e yönelik ağır suçlamalar yapılmış.
Söze girip, savunma yahut açıklama yapma gereği duymuş. Arkasından, durum tespiti yaparak şu cümleleri kurmuş:
"Efendiler, tarihe tarafsız bakmıyorsunuz. Peşin hükümlü davranıp haksızlık, adaletsizlik yapıyorsunuz. Bendeniz genelde dünya tarihine, özelde kendi tarihimize dair ciddi araştırmalar yaptım. Parçaları birleştirip, bir sonuca vardım. Zamanın ruhu; bütün krallıkların, imparatorlukların yıkılmasını mukadder kılmıştı. Diğerleri gibi Osmanlı gemisinin de büyük denizlerde alabora olup batması kaçınılmaz olmuştu. İşte bu süreçte, bizim ecdadımız; tarihi bir görevi başardı. Küçük bir adada, sığ bir kıyıda karaya oturtarak; gemiyi kurtardı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sayede kuruldu. Gemi batsaydı; devlet tamamen yok olur, millet boğulurdu".
Sonraki yıllarda bazı siyasiler, bürokratlar, sivil toplum önderleri; geminin tamirini, bakımını yapıp yeniden denize indirme niyeti, gayreti içine girdiler. Dünyanın sömürü düzenini, kendi çıkarları doğrultusunda devam ettirmek isteyenler; üstümüze korsanlar göndererek yaktırdılar, yıktırdılar, engellediler.
Korsanlığın yeni yolları, yöntemleri bulundu. Sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik unsurların tamamı silaha, cephaneye dönüştürülerek; belimizi doğrultmamızı, kendi ayaklarımız üstünde dik durmamızı engelleyecek darbeler vuruldu.
Bütün bunlara rağmen, son yıllarda, gemiyi denize indirmeyi başardık. Uzun ve yüksek atlamalı engelleri aşarak; büyük okyanuslara doğru yol aldık.
Şimdiki zamanın ruhu bize, yeniden payidar olma görevi veriyor. "Dünyanın tüm mazlumlarına, mağdurlarına sahip çık; herkese huzur ve güven getirecek bir düzen kurma yolunda yürü, git" diyor.
Modern çağın azgın, sapkın, kan emici korsanları; yolları kesmeye, gemileri basmaya, canlara kıymaya, malları yağmalamaya devam ediyorlar. Onun için bizim gemimizin kaptanlarının da tayfalarının da ehil, güvenilir, tedbirli, temkinli olmalarına şiddetle ihtiyaç var.
Dünden ders almalı, bugünün hakkını vermeli, yarına hazırlık yapmalıyız. Kıyametin kopacağını bilsek bile; elimizdeki fideyi-fidanı dikmeli, avucumuzdaki tohumu toprağa atmalıyız.
Hz. Nuh, gemisini yapmaya başladığında henüz yağmur yağmıyordu. Ancak, O yakında bir tufan gelip, dünyayı sular altında bırakacağını biliyordu.
Biz de her an, her türlü fırtınaya karşı hazırlıklı olmalıyız. İyi günde de kötü günde de suyun üstünde kalmayı başarmalıyız.
Zekeriya Erdim