10 maddede Aşık Veysel hakkında az bilinenler
Âşık geleneğinin öncü isimlerinde Âşık Veysel, 125 yıl önce bugün doğdu. Şiirleriyle, türküleriyle insanlara yol gösteren Veysel, Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük ozanlardandı. "Acı hayatım var. Fakat ben şikâyetçi değilim. Gözlerim kapanmış dünya bana zindan olmuş. Beni de dünya tanıtmış. Şikâyetçi değilim müsterihim." diyen büyük ozan bütün ömrü boyunca hep şükrederek yaşadı. Usta ozanın hayatı hakkında az bilinen detayları, akıllara kazınan sözleriyle birlikte derledik.
Giriş Tarihi: 25.10.2019
09:43
Âşık Veysel şiirlerini gece yazardı. Gündüzleri ise çoğu zaman ya uyurdu ya misafirleriyle konuşurdu. Yemeklerden en çok kuru fasulyeyi severdi. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde yatarken bile ona özel kuru fasulye yaparlardı.
Radyo dinlemeyi çok severdi bu yüzdendir radyosu hep başucunda dururdu. Haberlerin hiçbirini kaçırmazdı.
Her kim ki olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel'i bağrına basar Benim sâdık yârim kara topraktır.
Âşık Veysel, kibirli bir adam değildi. Türkiye çapında ulaştığı şöhret, onu, yakın ve uzak çevresinden hiçbir zaman koparmadı. Kelimenin tam anlamıyla bir halk adamıydı. Siyasi bir rengi olmayan toplantılara katılır, çalar, söyler, kendisini dinletmesini bilirdi. Kibirli olmamakla birlikte bir köşede unutulmasına da katiyen katlanamazdı. Davet edildiği meclislerde söz biraz uzadı mı, Veysel elini masaya birkaç defa vurarak sesini yükseltirdi:
-Efendiler! Biz yiyip içiyoruz amma saz acından ölüyor!
Sonra sazını bağrına basar, o tamamen kendine has özelliğiyle Sivas ağzına güzellik kazandırıp çalıp söylerdi.
Dünyaya gelmemde maksat ne idi: Bir sadık dost.
YALANIM VARSA İKİ GÖZÜM KÖR OLSUN!
Veysel, içi-dışı birbirine uygun adamdı. Sade bir yaşayışı vardı. Şakalaşmaktan, nükte yapmaktan hoşlanırdı. Başından geçen bir olayı, olduğu gibi anlattıktan sonra:
-Yalanım varsa iki gözüm birden kör olsun, diyerek dizlerine vurur sonra hafifçe gülümserdi.
Öğretmen oğlu Bahri Şatıroğlu anlatıyor:
"Babam biraz rahatsızdı. İlçeden kaymakam, veteriner hekim ve jandarma komutanıyla Ankara'da trafik polisi olarak çalışan Höyük Köyü'nden Arif Bey, ziyaretlerine geldiler. Hoşbeşten sonra latifeler başladı.
O akşam misafirler, muhtarın davetlisiydiler. Babamı da alıp gittiler. Yiyip eğlendiler. Yatmak için bize geleceklerdi. Geç vakit kalktılar. Dışarıda, sicim gibi yağmur başlamıştı. Her taraftan sel gidiyordu. Babam, yolu iyi bildiği için hızlı hızlı yürüyordu. Diğerleri, karanlıkta nerenin yol nerenin bataklık olduğunu fark edemiyorlardı. Bu yüzden, adımlarını çok dikkatli atıyorlardı. Bir ara veteriner hekim bağırdı: 'Veysel! Ağır yürüsene, yetişemiyoruz!'. Babam şakaya başladı: 'Kör müsün? Benim geldiğim yerden sen de gel işte!'
Sözünü bitirmeden, kaymakam çamura battı. Düşenin kaymakam olduğunu anlamayan babam kahkahayı bastı: 'Hele bak hele! Birinci kör çamura düştü!'
Yağmur altında ve karanlıkta biraz daha yol aldılar. Trafik polisi Arif Bey, babamı adım adım takip ediyordu. Veteriner hekim, arkadan yine seslendi: 'Veysel! Sana ağır ol dedik ya! Neredeyse bir amdan aşağıya yuvarlanacağız!'
Babam, adımlarını daha da sıklaştırarak veterinere seslendi: 'Yol ortasında yavaşlamanın tehlikesini biliyor musun? Baksana! Trafik peşimi bırakmıyor.'