ABD, 11 Eylül'de 'saldırıya' mı uğradı?
Bundan tam 17 yıl önce bugün, dünya için bir dönüm noktası sayılacak, yeni bir olaya daha şahitlik ettik. "Süper güç" ABD, New York'un sembol binalarından olan İkiz Kulelerin yerle bir olmasıyla sarsılıyordu. Canlı yayınlarda uçakların kulelere çarpma anı tekrar tekrar gösteriliyor; dönemin ABD başkanı Bush, bu saldırıları "medeniyetler çatışması" olarak nitelendiriyordu. 11 Eylül saldırılarını gerekçe gösteren ABD, tüm siyasetini "teröre karşı mücadele" kılıfıyla şekillendirecek, böylece işgallerini meşrulaştıracaktı. Müslüman coğrafyalarını kana bulayan ve dünyayı "İslamofobi" kavramıyla tanıştıran ABD, gerçekte "saldırıya" mı uğradı?
Giriş Tarihi: 11.09.2018
13:25
Güncelleme Tarihi: 12.09.2018
15:04
İSTİHBARAT İÇİN İŞLENEN İNSANLIK SUÇLARI: GUANTANAMO
11 Eylül sonrasında ABD'nin, "küresel terörle mücadele" politikaları çerçevesinde, dünya üzerinde terör şüphelisi olarak ele geçirdiği insanları Guantanamo'daki toplama kampında tutmaları insan hakları ihlallerinin gündeme oturmasına sebep oldu.
Gözlerden uzak tutulmaya çalışılan hapishanede mahkûmların haklarına riayet edilmediği, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldıkları, zamanla anlaşıldı.
Kampın sorumlularından General Miller'in "kampın terörle mücadelede bir laboratuar" işlevi gördüğüne dair açıklamasında "savaş esiri" olarak adlandırılan mahkûmların, sözde "küresel terörle mücadele" faaliyetleri için istihbarat sağlamak amacıyla orada tutuldukları da açık ediliyordu.
ABD'nin Guantanamo'da tuttuğu toplam 166 mahkûmun pek çoğu hakkında suçlama bulunmuyor. Mahkûmlar insanlık dışı uygulamaları protesto etmek amacıyla açlık grevi başlatsalar da; yönetim, tüp yoluyla besleyerek grevi kırmaya çalışıyor.
10 YIL SONRA FİTİLİ ATEŞLENEN ‘ARAP BAHARI’
11 Eylül sonrası, dünya düzeni önemli bir değişime sahne oldu. Başlangıçta ABD'nin doğrudan bir müdahalesi görülmese de, ilerleyen süreçte yaşanan birçok ulusal değişimin, "Amerikan müdahaleciliği" nden kaynaklandığı ortaya çıkacaktı.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında diktatörlüklerin kısıtlı olan egemenlik ve meşruiyetleri iyice zayıfladı ve rejimler iç baskılara karşı kırılgan hale geldi. Bölgede yer alan rejimler, uluslararası düzenin birer ürünüydüler. Sömürgecilikten kurtulan bu coğrafya, 1950-1960'lı yıllarda gerçekleşen bir dizi "milliyetçi devrimin" yani "askeri darbelerin" birer sonucu olarak ortaya çıkmışlardı.
Bölgedeki bazı ülkeler ise, kapitalizmden beslenmiş ve özellikle "ABD'nin desteği" ile kendilerine yer edinmişlerdi. Bu ülkelerde kurulan rejimler, yönetimlerinde siyasi rekabet ortamını yok ettiler, ekonomiyi devletleştirdiler ve sivil toplumu boğdular.
İç dinamikleri oldukça karışık olan bu ülkelerde isyanlar, 2010 yılının Aralık ayında, ekonomik krizin etkisiyle ilk olarak Tunus'ta başladı.
Hemen ardından Mısır, Libya, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Lübnan ve Fas'ta başlayan küçük çaplı ayaklanmalarla bölgede yangının fitili ateşlendi. Birçok diktatör devrildi; iç çatışmalar arttı. Bölgede yaratılan kargaşa ortamından doğan boşluğu, "bölgeye demokrasi getirecek" olan ABD doldurdu!
Batı, kan gölüne dönecek Ortadoğu'nun bu değişim sürecine, kendilerince bir isim de takmıştı: "Arap Baharı" . Arap Baharı, 11 Eylül sonrası uygulamaya konan Bernard Lewis'in Büyük Ortadoğu Projesi'nin ikinci perdesiydi.
Fikriyat