10 soruda Godot'yu Beklerken'in yazarı Samuel Beckett
İrlandalı yazar, oyun yazarı, eleştirmen ve şair olan Samuel Barclay Beckett, 20. yüzyıl deneysel edebiyatının önde gelen yazarlarından biriydi. Martin Esslin'in "Absürt Tiyatro" olarak adlandırdığı akımın en önemli yazarı sayılan Beckett, büyük oranda Godot'yu Beklerken isimli eseriyle şöhret buldu. Peki, Godot'yu Beklerken eserinin dünyada bu kadar yankı bulmasının sebebi neydi? İlk yayımlandığı dönemde anlaşılamayan eser, hangi olaydan sonra kült haline geldi? İşte doğumunun 114. yılında sorularla Samuel Beckett..
Giriş Tarihi: 13.04.2020
14:41
Güncelleme Tarihi: 13.04.2020
15:25
Beckett kendisini “varoluşçu” bir yazar olarak tanımlayanlar hakkında ne düşünüyordu?
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki on beş yıl süresince Beckett, dört uzun tiyatro oyunu yazdı: En attendant Godot (1948–1949; Godot'yu Beklerken), Fin de partie (1955–1957; Oyun Sonu), Krapp's Last Tape (1958; Krapp'ın Son Bandı) ve Happy Days (1960; Mutlu Günler)... Genelde absürt tiyatronun temel eserleri olduğu düşünülen bu dört oyunda, her ne kadar Beckett'ın kendisi varoluşçu olmasa da, dönemin varoluşçu düşünürlerinin eserlerindeki temalar kara mizah tarzıyla ele alınmıştı. "Absürt tiyatro" terimi ilk defa Martin Esslin'in aynı isimli kitabında ortaya çıkmış, bu kitabın önemli bir bölümü de Beckett ve Godot'ya ayrılmıştı. Esslin bu oyunların, Albert Camus'nün "saçma" kavramının tamamlayıcısı olduklarını öne sürdü ve Beckett bu sebeple sıklıkla - ve hatalı olarak - "varoluşçu" olarak nitelendirildi. Eserlerinde benzer temaları işlemiş olsa da, Beckett'ın varoluşçuluğa karşı bir ilgisi yoktu. Kendisi de bu durumu reddediyordu.
Genel anlamda Beckett'ın oyunları, anlaşılamaz ve akıl erdirilemez bir dünya karşısında hissedilen umutsuzluk ile bu umutsuzluğa rağmen yaşamda kalma isteğini anlatır. Oyun Sonu'nda çöp varillerinde yaşayan ve zaman zaman kafalarını dışarı uzatıp konuşan karakterlerden biri olan Nell'in sözleri, Beckett'ın orta dönem tiyatro oyunlarının iyi bir özetidir:
"Hiçbir şey mutsuzluktan daha gülünç değildir, kabul ediyorum... Evet, evet! Dünyadaki en gülünç şeydir o. Başlangıçta ona güleriz, yürekten güleriz. Ama hep aynıdır. Tıpkı sık sık anlatılan güzel bir fıkra gibi. Hep beğeniriz, ama artık ona gülmeyiz."
Godot’yu Beklerken eseri nasıl bu kadar ses getirdi?
Godot'yu Beklerken Samuel Beckett'ın 1949 yılında Fransızca olarak yazdığı ve ilk kez Paris'te sahnelenen en ünlü eseridir. Zamanla ülke çapında ün kazanıp Beckett tarafından bazı değişikliklerle İngilizceye çevrilen eser, başka ülkelerde de sahnelenmeye başlandı. Eser, eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimseyi veya "şeyi" beklemelerini konu edinir.
II. Dünya Savaşı sonrasında yazılmış olmasının etkileri eserde rahatça görülebilir. Diğer savaş sonrası eserlerde olduğu gibi Godot'yu Beklerken'in de teması "umudu beklemek" çerçevesinde oluşturulmuştu. "Umut" gibi bir evrensel bir temayı modern dönemin ruhuna göre işlemesi ise eserin dünya çapında ses getirmesine sebep oldu.
Birçok eleştirmen eserin dehasını, teorik olarak imkânsız bir şeyi barındırmasında, hiçbir olayın geçmediği ama yine de seyircinin koltuğuna yapışıp kaldığı bir oyun olmasında bulmuştu.
Beckett, absürd tiyatronun ünlenen ilk oyun yazarları arasındaydı ve 1969'da Nobel'e değer görülmüştü.. Sessiz ve gizli bir hayatın üyesi olan Beckett için bu durum pek de sevinecek bir hadise değildi. Öyle ki ödülü kazanmasını eşi Suzanne yazar açısından "felaket" olarak tanımlar. Bu sebeple Beckett, törene katılmayı reddetmiş ve söylentilere göre, verilen paranın çoğuyla mücadeleci sanatçıları desteklemişti.
Godot’u Beklerken yayımlandığı ilk dönemde nasıl karşılandı?
1949 yılında Fransızca olarak yazılan Godot'yu Beklerken, sahnelendiği ilk günden beri birçok tepkiye maruz kaldı. Eser ilk yayımlandığı dönemlerde bundan önceki klasik tiyatrolar gibi olmayışından ötürü seyirci tarafından anlaşılmamış ve beğenilmemişti. Eserin kıymetinin anlaşılması 1957'de San Francisco'daki bir hapishanede oynanmasından sonra kopan alkış tufanından sonra olmuştu. Bu ilginç olay üzerine tiyatro eleştirmenleri tarafından tekrar ele alınan eserde, varoluşçuluk felsefesinin aslında çok çarpıcı bir biçimde işlendiği fark edilmişti.