Deyimlerin ilginç hikayeleri
Lisan, duygu, düşünce ve tüm değerlerin yegâne temsilcisi ve ortak hazinesidir. Köklü geçmişimiz ile birlikte zenginleşen Türkçe, birçok deyimi bünyesinde barındırıyor. Peki, o deyimlerin gerçek anlamlarını ve ortaya çıkış hikâyelerini hiç düşündünüz mü? Dilimizden düşmeyen birçok deyimin, hikâyelerini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 17.09.2019
23:58
Güncelleme Tarihi: 28.01.2020
14:57
"Mersi, pabucumun tersi!"
Tanzimat döneminde Batılılaşmaya hız verilmesiyle beraber sosyal hayatta yeni karakterler ortaya çıkmış, bunların bazı davranışları halk tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Alafranga ve şık olarak adlandırılan bu tipler, kılık kıyafet yanında davranışları ve konuşma tarzlarıyla Batılı görünmek ve toplum içinde bu yönleriyle tanınmak çabasında olmuşlardı. Konuşma sırasında bir kelimenin Türkçesi varken Fransızcasını kullanmak, Fransızca-Türkçe karışık konuşmak bu kişilerin özelliklerinden biriydi.
O sıralarda bu kişiler aracılığıyla günlük konuşma diline giren Fransızca kelimelerden biri de teşekkür etmek karşılığı olan "Merci! (mersi)"ydi. Bu duruma hoş bakmayan halk "Mersi" kelimesinin sonuna "pabucumun tersi" sözünü ekleyerek, alafranga ve şık beylerin züppeliklerine tepkilerini dile getirmiş, bu deyim uzun süre varlığını korumuştu.
''Denize düşen yılana sarılır''
Dönem II.Mahmut dönemi ve Kavalalı Mehmet Paşa Mısır Valisidir. Kendine aşırı güvenen Kavalalı Mehmet Paşa'nın amacı önce Suriye, ardında Osmanlı yı ele geçirmektir. Oğlu İbrahim Paşa ,Suriyeyi ele geçirmiş Osmanlının yolladığı gücüde yenmişti. İstanbula doğru yola çıkmıştı. II. Mahmut, ordunun o an için bunlarla baş etmek için uygun olmadığından Ruslarda yardım isteme taraftarıdır. Rus çarı Nikoladan yardım ister. Bir Osmanlı sultanın Ruslardan yardım istemesi yadırganır. Bir takım vezirler ''bu nasıl işdür?'' diye mırıldanınca, Sultan Mahmut Ne yapalım? Düştük denize sarılırız yılana der.
''Dağdan gelip bağdakini kovmak''
Köylünün biri kendine ekecek bir saha açmak için dağdaki fundalık ve çalıları söküp temizliyormuş. Ayrık otu gibi çabuk üreyip etrafı kaplayan otları da söküp söküp atmış. Bu ayrık otlarından biri arazinin eğiminden olsa gerek, çok bakımlı bir bağın içine düşmüş. Bağ sahibi de bunu önemsememiş. Fakat bir de bakmış ki bağının her tarafının ayrık otlarıyla dolduğunu görmüş. Bir sürü işçi tutarak bağını bu ayrık otlarından temizlemiş, iyice masrafa girmiş. Toprağın derinliklerine salkım saçak kök salan bu ayrık otlarını temizletirken kendi kendine şöyle mırıldanmış, "Dağdan geldiniz, bağdaki asmalarımı kovmaya kalktınız. Öyle yağma yok!"
Zıvana, eskiden sigaranın veya tütün çubuğunun ağza gelen kısmına konulan kâğıttan yapılmış boruya verilen isim. Ayrıca pek çok kısımdan meydana gelen eşyalarda, parçaların birbirine geçmesini sağlayan girinti ve çıkıntılara da zıvana denir.
Zıvana yahut zıvanaların olması gereken yerden ayrılması, umulan amaca hizmet etmeyecektir. Dolayısıyla eski İstanbul'da gündelik hayatta bir olay karşısında "çok öfkelenmek", "delirmek" manasında "zıvanadan çıkmak" tabiri kullanılırdı. Günümüzde de bu deyimin kullanımı oldukça yaygın.
''Kaş yapayım derken göz çıkarmak''
Düğünlerde, perşembe günü gelin hanımın yüzü süslenirmiş. Eskiden kalemkâr denilen kadınlar gelinin yüzüne saatlerce makyaj yaparlarmış. Gelinin kaşlarına, gözlerine özel kalemlerle şekil verirlermiş. Bu tür işler yapılırken düğün evinde de davetliler çalgı çalıp oyunlar oynarlarmış.
Ortalıkta oynamakta olan genç kızlardan birinin her nasılsa ayağı kaymış, bu arada makyaj yapan kadına çarparak yere düşmüş. Kadının elindeki sert uçlu kalem gelin hanımın gözüne batmış, zavallı kör olmuş. Bu olaydan sonra gelin hanım yüzünden makyajcı kadın da işinden olmuş. Bu kadını kimse çağırıp bir daha ona iş vermemiş.