Mehmet Akif, polis tarafından nasıl takip edildi?
Yeni düzen olan Cumhuriyet rejimi ile birlikte kurucu kadronun içerisinde bazı isimlerin bulunmayacağı açıktı. Mehmet Akif de bu kafileden biriydi ve zamanı gelince o da Türkiye'den ayrılacaktı.1935 ortalarında Fransız hakimiyetindeki Antakya'ya giden Akif, orada da peşine bir polis takıldığını ve bu polisin Ankara'dan aldığı emir doğrultusunda yalan yanlış bilgiler topladığını bilmiyordu. Akif'in, ihtilal hukukuna göre sürekli izlendiği, hakkında rapor tutulduğu, aslı astarı olmayan bilgilerle rencide edildiği anlaşılıyordu. İşte Mehmet Akif'in polis tarafından takip edildiğine dair o belgeler...
Giriş Tarihi: 15.06.2019
09:51
Güncelleme Tarihi: 15.06.2019
10:35
Bu raporları yazan devlet görevlilerini, Kahire Büyükelçiliği, Şam ve Halep Başkonsolosluk raporları yalanlamaktadır. 29 Temmuz 1936 tarihli ve Kahire Büyükelçiliği Kâtibi Kâzım Hoştek imzalı Emniyet İşleri Müdürlüğüne gönderilen bir raporda, "Şair Akif'in hal ve vaziyetini daima göz önünde bulundurdukları, Akif'in ailesiyle birlikte gayet münzevi yaşadıkları, Mısır Darülfünununda ders verdiğini ancak eline geçen para ile son derece zaruret ve müzayaka içinde yaşadığı" ifade edilerek şöyle denilmektedir:
"Rejimimiz aleyhinde ve bilhassa Hilafet lehinde propaganda yaptığı, en ince tahkikatıma göre, burada vaki olmamıştır. Kahire'de Yüzellilik ve muhaliflerle muhabbeti tespit edilememiştir. Eğer rejimimize karşı en ufak bir hal ve hareketi görülmüş olsaydı çok evvelden yüce makamlarına arz edeceğim bedihidir."
Kudüs Başkonsolosu'nun Emniyet İşleri Müdürlüğü'ne hitaben yazdığı diğer bir yazıda ise, "Uzun zamandan beri Mısır'da ikamet etmiş olan şair Mehmet Akif'in yurdumuz aleyhinde çalışanlarla temas ve muhaberesi hakkında konsolosluğumuzda bilgi yoktur." denilmiş ve şöyle devam edilmiştir:
"Burada Cumhuriyet'in lehtarı fakat laikliğin aleyhtarı, çok mutaassıp bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. Geçen yıl, tedavi ve tebdili hava için Mısır'dan Lübnan'a giderken Kudüs'e de uğramış bir iki gün kalıp burada, Konsolosluğumuzu da ziyaret etmiştir. Bu adam (M. Akif) hakkındaki kanaatim, yurdumuz ve rejimimiz için tehlikeli bir unsur olmadığı yolundadır."
Halep Başkonsolosu İdris Sabih Gezmen'in 19 Ağustos 1936 tarihli cevabî yazısındaki bir cümle ise bir o kadar şaşırtıcıdır: "... Şair Mehmet Akif'in Refik Halit ve diğer bazı muhaliflerle görüşmekle beraber konuşmalarında her zaman Türkiye ve Atatürk lehinde sözler söylemiş ve ancak bazı teferruat üzerinde münakaşalarda bulunmuş olduğu" yapılan incelemeler sonunda öğrenilmiştir.
Atatürk ve rejim aleyhinde konuşmayacağı, üstelik Fransız bayrağı altındaki Türk topraklarında kendi ülkesini karalamayacak kadar vatansever olan Akif hakkında yazılan bu raporların birbiriyle çelişkili olması dikkat çekicidir. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve ekibinin Akif'in Türkiye'ye gelmek üzere olduğu bir zamanda bir iç operasyon yaparak bu girişimi engellemek istediği anlaşılıyor. Dışarıda Tevfik Rüştü Aras'ın, içeride Şükrü Kaya'nın kurduğu müesses nizam sayesinde Atatürk'ün bunlardan haberi olmadığı da görülmektedir.
Büyükelçi ve başkonsolos raporlarının yanında, Akif'in Antakya seyahatinde yanında olan Ali İlmi Fani ve Mustafa Arafatoğlu'nun yazdıkları olaya başka bir boyut kazandırıyor. O günlerde henüz on yaşlarında bir çocuk olan Mustafa Arafatoğlu, Akif'i çok seven ve şiirlerini ezbere okuyan öğretmeni Enver Bey'in "Çocuklar yarın Cuma, sizi Mehmet Akif'e götüreceğim, hazır olun." dediğini ve sevinçlerinden havalara hopladıklarını söylüyor.
Her gün, çarşının ortasından geçen Fransızları gördükçe, "Bre bakın gâvurlar geçiyor." diye birbirlerine gösterdiklerini, peşlerine takılıp taciz ettiklerini de ilave eden Arafatoğlu'na göre, Akif'in gelişi Antakyalılar için bir olaydı.
"Antakya'ya adım atar atmaz, onu bir sevgi halesi içine alan Hatay'ın kadirşinas insanlarının bu samimi ve candan kabulleri kim bilir o gönül adamında ne güzel izlenimler bırakmıştır?" diye soran Mustafa Arafatoğlu, Akif'in Fransız bayraklarını görünce çok üzüldüğünü ve Ali İlmi Fani'nin "Üstadım Antakya'mızı beğendiğinizi söylediniz. Acaba duygularınızı dile getiren bir şiirinizi rica edebilir miyiz?" sorusu karşısında irkildiği yazıyor.
Bir kışlanın gönderinde dalgalanan düşman bayrağına, bir de gurûb etmekte olan güneşe doğru bakan Akif, içinin bütün hüznüyle meşhur dörtlüğünü irticalen ilk defa orada söyleyecektir:
Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu Gül devrini bilseydim onun bülbül olurdum Yâ Rab! Beni evvel getireydin ne olurdu?