Türk edebiyatının sürgün kalemleri
İnsanın iradesi dışında istemediği bir coğrafyada yaşamaya mecbur edilmesidir sürgün. Adem ile Havva'nın cennetten dünyaya sürgünü nasıl bütün insanlığın kaderini etkilemişse sürgün cezaları da muhatap şair ve yazarların hayatlarını, kaderlerini, eserlerini ve hatta ailelerinin istikballerini bile etkiledi. Niyazi Mısri'den Mehmet Âkif'e sürgüne gönderilen yazarlar ve şairleri sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 12.11.2018
16:29
Güncelleme Tarihi: 12.11.2018
17:56
"Bir sürgün için memleketindekilerle ve başka yerlerdeki memleketli dostlarıyla mektuplaşmak o kadar ehemmiyetli, lüzumlu bir iştir ki, bundan mahrum kalmaktan duyulan azap, âdeta, gittikçe havası azalan bir odada teneffüs zorluğuna benzer ve mektup yazılıp cevabını almak çok defa bir tedavi yerine geçer. Bu sebepten olacak, kendi iradeleri dışında gurbet illerinde yaşayanlar ekmek paralarından keserler, açlığa katlanırlar, mektuplaşmayı tercih ederler. Mektup alış, hayat hakkına sahip oluşu gösterir, yarın için ümit verir, büsbütün lüzumsuz, rabıtasız bulunmadığına alamettir. Ortada, 'Aranılıyorum, şu hâlde yaşıyorum. ' gibi bir düstur mevcuttur. Onun içindir ki, sürgünlere en fazla postanede rastlarsınız yahut mektup yazarken ve ceplerinden zarflar çıkartırken…"
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU (1889-1974)
Yakup Kadri, Kadro dergisinin kurucularındandı. Derginin, devrin yöneticileri ile fikir ayrılığına düşmesinden sonra diplomat olarak yurt dışında çeşitli görevlerde bulundu. Yazar, alenen sürgüne gönderilmedi fakat ona verilen elçilik görevleri bir bakıma sürgündü.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ilk olarak 1934 yılında Tiran'a elçi olarak atandı. Sonrasında sırayla 1935'de Prag, 1939'da Lahey, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de tekrardan Bern'de elçilik görevlerinde bulundu. Bern elçisi iken Yakup Kadri emeklilik kararı aldı. Yazarın bu yıllarda kaleme aldığı "Zoraki Diplomat" adlı eseri; elçilik yıllarının bir ürünü olarak ortaya çıktı.
AHMET MİTHAT EFENDİ (1844-1912)
1873 yılında sahnelenen "Vatan Yahut Silistre" adlı Namık Kemal'in yazdığı oyunun sahnelenmesinin ardından çıkan olaylarla birlikte suçlu bulunup sürgüne gönderilecek beş gazeteciden biri olan Ahmet Mithat, Rodos' a sürgün edildi. Otuz sekiz ay süren sürgün sırasında yazmaya devam eden Ahmet Mithat Efendi Rodos'ta çok sayıda eser yayınladı.
Rodoslu çocuklara dersler verdi; "Medreseyi Süleymaniye" adlı bir ilkokul açtı. En üretken dönemlerinden birini yaşayan Ahmet Mithat "Hasan Mellah", "Hüseyin Fellah" ve "Dünyaya Yeniden Geliş" gibi önemli eserlerini burada yazdı. İstanbul'da çıkan "Kırk Ambar" dergisine yazılar gönderdi. Abdülaziz'in vefat etmesi üzerine V. Murat'ın tahta geçmesiyle çıkan genel af sonucu İstanbul'a geri dönmesine izin verildi.
KEÇECİZADE İZZET MOLLA (1785-1829)
Keçecizade, Osmanlı-Rus savaşı öncesinde arkadaşlarıyla birlikte bu savaşa girecek gücün ve moralin yeterli olmadığını, Osmanlı'nın savaşa hazır olamadığını içeren düşüncelerini padişaha bildirdi. Bununla rağmen savaşa girildiği takdirde, savaşın ağır kayıplar getireceğine yönelik bir "Layiha" hazırlayıp saraya sundu. Devrin sadrazamı Hamdullah Paşa aleyhinde söz söylemek ve devlete karşı olmak iddialarıyla 1832 yılında Keşan'a sürüldü. Keçecizade sürgün edilmesini ve devlet karşıtı olarak gösterilmesini hak etmediğini; sürgünde kaleme aldığı "Mihnet-Keşan" adlı eserinde söyle dile getirdi:
"Değildi sözümüz devlete itiraz
Edenlerde varsa bula inkıraz
Dedim onlara ömrünüz çok ola
Hıyanet eden devlete yok ola"
Şair ayrıca vatan özlemini ve gurbetlik acısını da "Mihnet-Keşan"da şöyle anlatır:
"Felek benden aldı diğer intikam
Kesildi vatandan selam-ı peyam
Çekip bam-ı gamdan nice hay u huy
Ederdim kabuterliği arzu"