Türkiye'nin roman haritası
Edebiyata yön veren yazarların çoğu yaşadığı şehrin kültüründen, tarihinden ve dokusundan etkilenir. Okuduğumuz romanların kahramanları ve hikâyeleri kadar, yaşadıkları yerler de bizleri sarıp sarmalar. Edebiyatımızda en çok mesken tutan mekân ise İstanbul olarak bilinir. Burada başlayıp şekillenen roman sevdasında en büyük etken, yayınevlerinin, gazetelerin ve matbaaların burada olmasıdır. Anadolu'yu ise daha çok Milli Mücadele ve Erken Cumhuriyet anlatıları ve sonrasında köy romanlarında görmek mümkün.
Giriş Tarihi: 28.12.2018
15:43
Güncelleme Tarihi: 28.12.2018
17:52
NİĞDE; Küçük Paşa, Ebubekir Hazım Tepeyran
Nazikter, Selime'nin yüzüne bakıp latifeye delalet edecek bir eser göremeyince, evza-ı istiğrab ile Selime'yi kuşkulandırmayacak bütün malumatını anlamak için suallere devam etti:
-Pekâlâ, peygamber kimdir?
-Allah'ın torunu.
-Babası kimdir?
-Âdem babamız.
-Anası da Havva anamız olduğunu tabii bilirsin, sormaya hacet yok. Namaz nedir?
-Köyde erkeklerden bazıları boş kaldıkça kılar, dişi ehliler kılmaz; sevaplı bir iştir.
-Devlet nedir?
-(Bu kadar basit bir sual ile tahmik edildiğine canı sıkılmış gibi bir tavır ile) Bunu herkes bilir: Köylerden vergi asker alır; vakat (fakat) kendisi gelmez, kuduz gibi zabityeleri (zabtiyeleri) saldırır, zift gibi yapışan tasildarları (tahsildarları) yollar. İnkilap Yayınları, 2011, s. 36.
Ebubekir Hâzım Tepeyran kimdir?
Ebubekir Hâzım Tepeyran, Türk devlet adamı ve yazar. Osmanlı döneminde İçişleri Bakanlığı, Cumhuriyet döneminde II., VI. ve VII. dönemlerde Niğde milletvekilliği yapmıştır. Türk edebiyatında ikinci gerçekçi köy romanı olan Küçük Paşa'nın yazarıdır. Yazar Oktay Akbal'ın dedesidir.
SAMSUN; Savaş ve Açlar, Hasan İzzet Dinamo, 1968
Hemşire Hanım" dedi, "kocanız Temel Çavuş, Sarıkamış'ta soğuktan donarak öldüğünden şehit sayılmadı. Onun için şehit maaşı alamadınızsa da, oğlun Ali, kurşunla vurularak öldüğünden şehit sayılıyor. Hemen bugünlerde hükümete başvurarak bir lira tutarındaki şehit maaşı cüzdanını al."
"Kumandan, Kumandan, altı boğazı bir lirayla mı doyuracağum?"
(…)
"Al bunları, çocukların karnı boş kalmasın. Tersliğe bak ki çocukların hepsi de küçük. Tabakhaneye köpek boku toplayamayacak kadar küçük. Yoksa rejiye gönderir, tütünde çalıştırır, olmazsa sırtına bir teneke bağlayıp eline bir maşa vererek köpek boku toplatırdın. Ne yazık ki senin yavrular, bunların hiçbirini yapamayacak kadar küçük." Tekin Yayınevi, 2017, Sf.201
Hasan İzzettin Dinamo kimdir?
Hasan İzzettin Dinamo, Türk yazar. Ailesiyle önce İstanbul'a sonra Samsun'a yerleşti. Babası I. Dünya Savaşı'nda öldü. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ndeki eğitimini tamamlayamadan ayrılan yazar, geçimini çeviriler yaparak ve özel ders vererek sağladı.
SİİRT; Sürgün, Behzat Ay, 1975
Kış bütün şiddetiyle başladı. Okulun sobası yok. Köylü yoksul. Toprağı, suyu olmayan bir köy. Bu köyün eski adı Kanikan. Kürtçe, köy burada, çeşme nerede demek. Adını değiştirmişler köyün, durumunu değiştirmemişler. Yine susuz. Komşunun sarnıcından geceleri su çalarak içecek suyumuzu sağlıyoruz. İnceleyin. Ve aynen yazın. Utanırsa ilgililer utansınlar. Milli Eğitim Müdürlüğü soba almıyor. Köylü okulla ilgilenmiyor. Köy bütçesinde okula bir şey ayrılmamış. Tuttuk kendi paramızla köy okuluna soba aldık. Sanki çok paramız varmış gibi. Üstelik hamallığını da yaptık. Suç mu?" (…) Harap olmuş bir okul. İki derslikli. Dershaneler kupkuru. Aylardan aralık. Öğretmenler aylıklarından kısıntı yaparak soba alıyorlar. Öğrencilerin çoğu kitapsız, deftersiz. Birkaç eski sıradan başka görünürlerde hiçbir araç gereç yok. Çocukların giysileri lime lime. Gözleri trahomdan kanlı. Öğretmenler sıkıntı içinde. Neyi, nasıl denetleyeceğim? Bir de soruşturma… Gülünç! Binlerce köyde okul yok, biliyoruz. Olanda ne oluyor sanki? Böyle okulculuk, eğitimcilik ne işe yarar? Eğitim Bakanlığı Barış Gönüllüleri (!) ne gösterdiği ilginin az kadarını da kendi ülkesinin öğretmenlerine gösterse, azımsanmayacak şevk, heyecan doğar. Ama nerdee!? Tekin Yayınevi, 1975, s.52.
ŞANLIURFA; Eşkıya Kuza, Osman Şahin, 2017
"…Soruları ortadaki kına sakallı sorardı. Kına sakallı sorgularken kadın ağzını asla açamaz, konuşamazdı. Konuşması yasaktı. Kına sakallılara göre, kadın günah sebebiydi. Havva Ana gibi "elma şeytanı"ydı. (…) Kadının konuşması yasaktı. Konuşma yerine avuç içi büyüklüğünde yuvarlak bir dere taşı konulmuştu kadının elinin altına. Soru sorulunca kadın taşı eline alır, yanıt yerine "küt küt" vururdu yere. Kadının ne kadar şikâyeti varsa taşı da o kadar yere vururdu. Taşın çıkardığı küt küt sesleri, konuşma yerine geçerdi." Can Yayınları, 2017, sf. 49.
UŞAK; Toz Duman İçinde, Talip Apaydın, 1974
Ayaklarının altını öpeyim beyim. Ben yoksul bir adamım. Elli şinik buğday yazmışlar. Nereden bulayım ben elli şinik buğdayı? Sakladın diyorlar, vallahi billlahi saklamadım. (…) Efendi tabanlarını öpeyim. Vallahi billahi saklamadım. Olup olacağı harmanda işte. İsterseniz hepsini alın. Başka yok diyorum, inan.
– Yıkın ulen, yıkın! Çıkarın çarıklarını! Dürzüler sizi! Oyun mu oynuyoruz burada ulen? Devlete borcunu vermeyen dürzünün kemiklerini kırarım ben. Vurun, gebertin!
Adamı yıktılar. Ayaklarını tüfeğe geçirip sopayla vurmaya başladılar. Zaptiyelerden birisi geride duruyordu. O pek karışmıyordu nedense. Ama öbürleri pek iştahlıydılar. Vurdukça adam sarsılıyor, tozun toprağın içinde debeleniyor, bar bar bağırıyordu.
İbrahim Bey dayanamadı.
Bırakın şunu Başefendi, dedi. Buğday saklayacak adam değil o. Beceremez. Zavallıın biri.
Zaptiye başı gülümsedi,
– Maksat köylüye gözdağı vermek ağa, dedi. Saklamak isteyen olursa ibret alsın. Literatür Yayınları, 2017, s. 97.
Talip Apaydın kimdir?
Türk toplumcu yazar. İlkokuldan sonra Çifteler Köy Enstitüsü'ne ardından Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'ne kaydoldu. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü'nü bitirdi.