Türkiye'nin roman haritası
Edebiyata yön veren yazarların çoğu yaşadığı şehrin kültüründen, tarihinden ve dokusundan etkilenir. Okuduğumuz romanların kahramanları ve hikâyeleri kadar, yaşadıkları yerler de bizleri sarıp sarmalar. Edebiyatımızda en çok mesken tutan mekân ise İstanbul olarak bilinir. Burada başlayıp şekillenen roman sevdasında en büyük etken, yayınevlerinin, gazetelerin ve matbaaların burada olmasıdır. Anadolu'yu ise daha çok Milli Mücadele ve Erken Cumhuriyet anlatıları ve sonrasında köy romanlarında görmek mümkün.
Giriş Tarihi: 28.12.2018
15:43
Güncelleme Tarihi: 28.12.2018
17:52
SİİRT; Sürgün, Behzat Ay, 1975
Kış bütün şiddetiyle başladı. Okulun sobası yok. Köylü yoksul. Toprağı, suyu olmayan bir köy. Bu köyün eski adı Kanikan. Kürtçe, köy burada, çeşme nerede demek. Adını değiştirmişler köyün, durumunu değiştirmemişler. Yine susuz. Komşunun sarnıcından geceleri su çalarak içecek suyumuzu sağlıyoruz. İnceleyin. Ve aynen yazın. Utanırsa ilgililer utansınlar. Milli Eğitim Müdürlüğü soba almıyor. Köylü okulla ilgilenmiyor. Köy bütçesinde okula bir şey ayrılmamış. Tuttuk kendi paramızla köy okuluna soba aldık. Sanki çok paramız varmış gibi. Üstelik hamallığını da yaptık. Suç mu?" (…) Harap olmuş bir okul. İki derslikli. Dershaneler kupkuru. Aylardan aralık. Öğretmenler aylıklarından kısıntı yaparak soba alıyorlar. Öğrencilerin çoğu kitapsız, deftersiz. Birkaç eski sıradan başka görünürlerde hiçbir araç gereç yok. Çocukların giysileri lime lime. Gözleri trahomdan kanlı. Öğretmenler sıkıntı içinde. Neyi, nasıl denetleyeceğim? Bir de soruşturma… Gülünç! Binlerce köyde okul yok, biliyoruz. Olanda ne oluyor sanki? Böyle okulculuk, eğitimcilik ne işe yarar? Eğitim Bakanlığı Barış Gönüllüleri (!) ne gösterdiği ilginin az kadarını da kendi ülkesinin öğretmenlerine gösterse, azımsanmayacak şevk, heyecan doğar. Ama nerdee!? Tekin Yayınevi, 1975, s.52.
ŞANLIURFA; Eşkıya Kuza, Osman Şahin, 2017
"…Soruları ortadaki kına sakallı sorardı. Kına sakallı sorgularken kadın ağzını asla açamaz, konuşamazdı. Konuşması yasaktı. Kına sakallılara göre, kadın günah sebebiydi. Havva Ana gibi "elma şeytanı"ydı. (…) Kadının konuşması yasaktı. Konuşma yerine avuç içi büyüklüğünde yuvarlak bir dere taşı konulmuştu kadının elinin altına. Soru sorulunca kadın taşı eline alır, yanıt yerine "küt küt" vururdu yere. Kadının ne kadar şikâyeti varsa taşı da o kadar yere vururdu. Taşın çıkardığı küt küt sesleri, konuşma yerine geçerdi." Can Yayınları, 2017, sf. 49.
UŞAK; Toz Duman İçinde, Talip Apaydın, 1974
Ayaklarının altını öpeyim beyim. Ben yoksul bir adamım. Elli şinik buğday yazmışlar. Nereden bulayım ben elli şinik buğdayı? Sakladın diyorlar, vallahi billlahi saklamadım. (…) Efendi tabanlarını öpeyim. Vallahi billahi saklamadım. Olup olacağı harmanda işte. İsterseniz hepsini alın. Başka yok diyorum, inan.
– Yıkın ulen, yıkın! Çıkarın çarıklarını! Dürzüler sizi! Oyun mu oynuyoruz burada ulen? Devlete borcunu vermeyen dürzünün kemiklerini kırarım ben. Vurun, gebertin!
Adamı yıktılar. Ayaklarını tüfeğe geçirip sopayla vurmaya başladılar. Zaptiyelerden birisi geride duruyordu. O pek karışmıyordu nedense. Ama öbürleri pek iştahlıydılar. Vurdukça adam sarsılıyor, tozun toprağın içinde debeleniyor, bar bar bağırıyordu.
İbrahim Bey dayanamadı.
Bırakın şunu Başefendi, dedi. Buğday saklayacak adam değil o. Beceremez. Zavallıın biri.
Zaptiye başı gülümsedi,
– Maksat köylüye gözdağı vermek ağa, dedi. Saklamak isteyen olursa ibret alsın. Literatür Yayınları, 2017, s. 97.
Talip Apaydın kimdir?
Türk toplumcu yazar. İlkokuldan sonra Çifteler Köy Enstitüsü'ne ardından Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'ne kaydoldu. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü'nü bitirdi.
YOZGAT; Yılkı Atı, Abbas Sayar, 1970
Bugün aklım Doru Kısrak'a takıldı. Çifte gittim geldim, onu düşündüm. Dışarıda kış geldim diyor. Ahırdaki saman belli. Ben, öküzlerin, tayın, kıratın yeygisini onunla paylaştıramam. Tayın arpasına ortak edemem. O, bu yılbaşının çaresine bakacak. O, bu yıl "Yılkılık…". Dağda ot kalmadı, çöp kalmadı. Köyün sığırı üç beş gün yaylıma ya çıkar ya çıkmaz. Nerde ise şimdi sığır döner. Harman yerinde yolunu kesersin, kısrağı çevirirsin. Burnunu dağa doğru dönderirsin, sürersin tepeye kadar. Varsın başının çaresine baksın. Bahara sağ salim elimize geçerse ne âlâ… Yook bir dereyi doldurursa, o da onun bileceği iş… E. Yayınları, 1971, s. 13.
Abbas Sayar her ne kadar ardına kadar açık olduğunu söylese de aslında Türk edebiyatının kapalı bir kapısı olarak kalmıştır. Yılkı Atı ile TRT Roman Ödülü (1970), ikinci romanı Çelo ile 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü, üçüncü romanı Can Şenliği ile de 1975 Madaralı Roman Ödülü'nü kazanmış olmasına rağmen edebiyatımızda hemen her yazarın başına geldiği gibi vefasızlığa uğramış, ömrünün son yıllarında iyiden iyiye unutulmuştur.
ZONGULDAK; Yanartaş, Mehmet Seyda, 1970
1970 TRT Roman Başarı Ödülü
Üçüncü vardiya işçileriydi bunlar. Lambahane önünde toplanmış, İbraham Efendi'yi beklerken ayak değiştiriyorlardı. Gelecek, sayacak. 'Yürü koçum!' diyecek. Kapalı, somurtuk bir kış gecesinin altında sokulmuşlardı birbirlerine. Kir, apış arası, koltuk altı teri, kömür tozu karışımı pis bir koku yayılmıştı havaya. Çok üşüyorlardı. Sırtlarında, omuz başları dirsekleri yırtık, rengi atmış birer gömlek. Başlarında biçimini yitirmiş yağlı birer kasket, ya da enseden düğümlü birer mendil. Şalvar potur pantolon karışımı bacaklarında. Çoğunda o bile yok. Ayak bileklerine varan kapkara donlarla fırlamış gelmişler. Çıplak ayakları ocağın sızıntı sularıyla şişik, mor, çatlak. Evrensel Basım Yayın, 2016, s. 88.
Mehmet Seyda, Türk yazar. Mehmet Seyda olarak bilinmekte olup asıl soyadı "Çeliker"dir. Pertevniyal Lisesi'ni bitirdikten sonra 1937-1946 yılları arasında memur olarak çalıştı.