Türkiye'nin roman haritası
Edebiyata yön veren yazarların çoğu yaşadığı şehrin kültüründen, tarihinden ve dokusundan etkilenir. Okuduğumuz romanların kahramanları ve hikâyeleri kadar, yaşadıkları yerler de bizleri sarıp sarmalar. Edebiyatımızda en çok mesken tutan mekân ise İstanbul olarak bilinir. Burada başlayıp şekillenen roman sevdasında en büyük etken, yayınevlerinin, gazetelerin ve matbaaların burada olmasıdır. Anadolu'yu ise daha çok Milli Mücadele ve Erken Cumhuriyet anlatıları ve sonrasında köy romanlarında görmek mümkün.
Giriş Tarihi: 28.12.2018
15:43
Güncelleme Tarihi: 28.12.2018
17:52
ZONGULDAK; Yanartaş, Mehmet Seyda, 1970
1970 TRT Roman Başarı Ödülü
Üçüncü vardiya işçileriydi bunlar. Lambahane önünde toplanmış, İbraham Efendi'yi beklerken ayak değiştiriyorlardı. Gelecek, sayacak. 'Yürü koçum!' diyecek. Kapalı, somurtuk bir kış gecesinin altında sokulmuşlardı birbirlerine. Kir, apış arası, koltuk altı teri, kömür tozu karışımı pis bir koku yayılmıştı havaya. Çok üşüyorlardı. Sırtlarında, omuz başları dirsekleri yırtık, rengi atmış birer gömlek. Başlarında biçimini yitirmiş yağlı birer kasket, ya da enseden düğümlü birer mendil. Şalvar potur pantolon karışımı bacaklarında. Çoğunda o bile yok. Ayak bileklerine varan kapkara donlarla fırlamış gelmişler. Çıplak ayakları ocağın sızıntı sularıyla şişik, mor, çatlak. Evrensel Basım Yayın, 2016, s. 88.
Mehmet Seyda, Türk yazar. Mehmet Seyda olarak bilinmekte olup asıl soyadı "Çeliker"dir. Pertevniyal Lisesi'ni bitirdikten sonra 1937-1946 yılları arasında memur olarak çalıştı.
AKSARAY; Bizim Köy, Mahmut Makal, 1950
Burası yedi yüze yakın nüfuslu bir köy. İlk olarak bu yıl okula kavuştu. Okul için yükseltilen dört duvarın öğretmen evi bölümünün üstü, Köy İhtiyar Kurulu, hükümet duyursa böyle örttürmez diyerek, kamış, hasır, ne bulduysa onunla, çabucak derme çatma kapatıverdi. Caminin bir bölümünün derslik olarak kullanılması, onları gayrete getirmişti. Bu duvarlar 1945'te yapılmış, bu yıl da örtülmeseydi, yağmurdan çökecekti. Nitekim daha 1936'da da bir okul için böyle dört duvar yapılmış, ama üstü bir türlü örtülemediğinden yıkılmaya yüz tutmuş, köylü taşlarını bölüşmüş. Zaten kendileri de demiyorlar mı, "Efendi, bu yıl seni göndermeselerdi, bunu da yıkardık. Beş-on yıl daha rahat ederdik. Ama olmadı işte…" Literatür Yayınları, 2017. s.107.
Mahmut Makal, 1950'de "Köy Edebiyatı" akımını başlatan Türk yazar, şair ve öğretmen. Makal, 1930 yılında Aksaray ilinin Gülağaç ilçesi Demirci Kasabası'nda doğdu. 1943 yılında İvriz Köy Enstitüsü'ne başladı. Edebiyata şiirle başladı.
IĞDIR; Ağrı Dağı Efsanesi, Yaşar Kemal, 1970
Ağrı'nın tam tepesinde bir ateş harmanı vardır. Doruğun tam ortasında bir kuyu dünyanın ortasına iner. İlk ateş bu kuyudan alınmıştır. İnsanoğlunun gördüğü ilk ateş Ağrı Dağı yüreğindeki ateştir. İnsanlar bu ateşi almak istemişler, almışlar da… Ateşi kaçıranlardan bir tanesi dağın gafletinden faydalanmış, ateş gölünden bir tutam ateş koparmış, başlamış dağdan aşağı koşmağa, ta aşağılara inmiş. Tam bu sırada Ağrı uyanmış, bakmış ki ateşi koparan başını almış gidiyor. Hemen eli ateşli adamı orada, olduğu yerde yakalamış, durdurmuş. Adamı da elindeki ateşi de o anda, orada dondurmuş.
Ağrı Dağı'nın yamaçları böyle taş olmuş adamlarla dolu. Ağrı, doruğuna çıkanı, orayı göreni, ateşini çalsın çalmasın, hiçbir zaman bağışlamamıştır. Yapı Kredi Yayınları, 2014, s. 100.
OSMANİYE; İnce Memed, Yaşar Kemal, 1955
Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz'den başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdeniz'in üstünde daima, top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilalanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurova'nın bükleri başlar. Örülmüşçesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabani, daha karanlık! Yapı Kredi Yayınları, 2016, s. 9.
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.
DÜZCE; Karadeniz'in Kıyıcığında, Rıfat Ilgaz, 1969
Yalı kahvelerinde ne kadar solozcu, pişpirikçi, tavlacı varsa dökülmüşlerdi deniz kıyısına. Çocukların bile kabacaları inmişti mahalleden. Temel Reis'in Semender'i yüzdürülüyordu. Kaç gündür sürüp giden karayel, sabaha doğru maynalamıştı. Kıyıya güçlükle varabilen ölü dalgalar kalmıştı. Gündoğusu-poyraz arası bir rüzgâr esiyordu Ereğli üzerinden.
Semender'in karnını iki yandan saran, kalın gedebot, dört kollu ırgata dolanmıştı. Irgatın dibinde oturan yaşlı bir gemici, motor felekleri üzerinden kaydıkça halatı kalma ediyordu. On ton iç fındık vardı Semender'de. Halat elinden bir kurtuldu mu ne motorun hayrı kalırdı, ne fındık çuvallarının… Temel Reis'in bir gözü motorda, bir gözü ırgattaydı. Biraz yana yattı mı motor, iki kolunu kaldırıyordu: "Hooop!" Çınar Yayınları, 2017, s.130
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.