Hz. Ali kimdir? Hz. Ali ne zaman, nasıl öldü?
Hz. Ali, Peygamberimizin nübüvvetini kabul eden ve İslam ile müşerref olan ilk Müslümanlardandı. 5 yaşından Hicret'e kadar Ali, Resul-i Ekrem'in yanında büyüdü. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere bütün gazve ve seriyyelere katıldı, büyük kahramanlıklar gösterdi. Kur'an, hadis ve fıkıh alanlarındaki ilmi nedeniyle diğer üç halifenin de kendisine başvurduğu bir sahabeydi. Hz. Osman'ın şehid edilmesinin ardından dördüncü halife olarak İslam'a hizmet etti. Peki, Hz. Ali kimdir? Hz. Ali kimin oğludur? Hz. Ali ne zaman, nasıl öldü? İlk Müslümanlardan dördüncü halife Hz. Ali'nin hayatı…
Giriş Tarihi: 10.08.2020
09:23
Güncelleme Tarihi: 20.06.2021
10:56
HİLAFET MESELESİ NASIL ÇIKMAZA GİRDİ?
Esasen hakemler Dûmetülcendel'deki ilk toplantılarından sonra Ocak 659 Ezruh'ta bir araya geldiklerinde, Ali bin Ebû Tâlib ile Muâviye bin Ebû Süfyân'ın her ikisinin de azledilerek halifenin bir şûra tarafından seçilmesi kararına varmışlardı. Bu karar önce Hz. Ali'nin hakemi Ebû Mûsâ tarafından açıklandı; söz sırası Muâviye'nin hakemi Amr bin Âs'a gelince o hilâfet makamına Muâviye'yi tayin ettiğini bildirdi.
Ebû Mûsâ'nın bu karara karşı çıkmasına rağmen durum değişmemiş ve neticede hakem olayı hilâfet meselesini bir çıkmaza götürmüş, İslâm dünyasını da birtakım siyasî ve içtimaî huzursuzluklara sürüklemişti. Halkın bir kısmının Hz. Ali'yi, bir kısmının da Muâviye'yi halife olarak tanıması sebebiyle de ikili bir iktidar ortaya çıkmıştı.
ZEHİRLİ BİR HANÇERLE SABAH NAMAZINDA YARALADILAR
Hz. Ali hakem olayından sonra Kûfe'ye çekilip Muâviye'ye karşı yeni bir sefer için hazırlıklara başlamış, fakat savaşmaktan bıkmış sebatsız Iraklı askerlerden yeterli destek görememişti. Nihayet büyük gayret sarfederek 40 bin kişilik bir ordu teşkil edebilmiş ve sefere hazırlanmıştı.
Ancak Kûfe'de, intikam arzusu ile yanıp tutuşan Hâricî Abdurrahman bin Mülcem tarafından zehirli bir hançerle sabah namazında yaralanmış, aldığı yaranın tesiriyle iki gün sonra 26 veya 28 Ocak 661 vefat etmiş ve Kûfe'ye (bugünkü Necef) defnedilmişti. Bu sırada Muâviye Suriyelilerin tam desteğini sağlayarak başta Mısır olmak üzere Hz. Ali'nin hâkimiyetindeki birçok yeri ele geçirmiş ve Emevî Devleti'nin temellerini atmıştı.
İSLAM’IN YAYILIŞINDA VE İLİMDE MÜSTESNA BİR YERİ VARDI
Ali bin Ebû Tâlib ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer tenli, iri siyah gözlü olup sakalı sık ve genişti; yüzü güzeldi, gülümserken dişleri görünürdü. Kendisine Hz. Peygamber tarafından verilen "Ebû Türâb" lakabından başka "el-Murtazâ" ve "Esedullahi'l-galib" gibi lakapları da vardır. Çocukluğunda puta tapmadığı için daha sonraları "Kerremallahu vecheh" dua cümlesiyle anılmıştır.
Onun, İslâm'ın yayılış tarihinde ve Müslümanlar arasındaki ilim, takvâ, ihlâs, samimiyet, fedakârlık, şefkat, kahramanlık ve şecaat gibi yüksek ahlâkî ve insanî vasıflar bakımından müstesna bir mevkie sahip bulunduğunu, Kur'an ve Sünnet'i en iyi bilenlerden biri olduğunu hemen hemen bütün Sünnî ve Şiî kaynaklar ittifakla belirtirler.
KUR’AN VE SÜNNETE TAM ANLAMIYLA BAĞLIYDI
O aynı zamanda tasavvuf dünyası için de vazgeçilmez bir isim olması sebebiyle İslam tasavvuf edebiyatında, özellikle Türk kültüründe ayrı bir anlam ve önemle ele alınmıştır. Her şeye rağmen Hz. Ali'nin tarihî şahsiyetini, meziyetlerini ve özelliklerini tam anlamıyla doğru bir şekilde belirleyebilmek çok güçtür; çünkü gerek faaliyetleri gerekse kendisine atfedilen konuşmaları ve şiirleri hakkında son derece farklı rivayetler mevcuttur.
Kesin olan husus, onun Kur'an ve Sünnet'e tam anlamıyla bağlı, dünyevî işlerden uzak kalmayı dileyen, İslâm tarihinin Cemel, Sıffîn, Nehrevan gibi talihsiz vak'aları sonunda gözyaşı döküp muhaliflerinin iman ve hidayetleri için dua edecek kadar hassas, takvâ sahibi ve idealist bir mümin olduğudur.
Şİİ İNANIŞINA GÖRE HZ. ALİ
Ancak Şiî dünyası, onun İslâm kamuoyunda benimsenmiş olan özellikleriyle yetinmeyip bir fırka olarak teşekküllerindeki esas ve temel unsur olan imâmet vasfı ve hakkı üzerinde ısrarla durur ve bu hususta Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet'in mantığıyla çoğu zaman uyuşmayan pek çok asılsız menkıbeler ve hatta hadisler ileri sürer.
Onlara göre Ali bin Ebû Tâlib, bizzat Hz. Peygamber tarafından Allah'ın emriyle kendisinden sonra ümmetin başına imam ve halife olarak tayin edilmiş, Hz. Peygamber de nübüvvetinin ilk yıllarından başlamak üzere muhtelif vesile ve delillerle bu konuyu ümmetine bildirmiş veya göstermiştir. Ancak Şiîler'in bu görüşünü İslâm'ın genel prensipleri ve hukuk anlayışıyla bağdaştırmak mümkün görülmediği gibi, bunun büyük Müslüman çoğunluğunun telakkisine ve tarihî gerçeklere de ters düştüğünü söylemek lâzımdır.
Derlenmiştir.
TDV - İslam Ansiklopedisi, Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı.