Doğu'nun gizemine kapılan ressamlar
Batılı ressamlar, Alman ressam Gustav Bauernfeind'ın "medeniyetin neredeyse hiç dokunmadığı bir yer" olarak tanımladığı Şam gibi, Batı medeniyeti tarafından görülmemiş şehirleri görmek için Doğu'ya seyahatler gerçekleştirdiler.
İstanbul ise Batılı ressamların, 19.yüzyılda en çok ilgisini çeken kentler arasında başta gelir. Bu şehir Doğu'ya yapılan yolculukların başlangıç ya da bitiş noktasını oluşturması bakımından ve parklarla, bahçelerle süslü Avrupa şehirlerinden farklı olarak başlı başına bir bahçe-şehir olarak geçmiş zamanlarda aldığı görüntüyü en iyi tariflerden biri, Batılı bir yazarın kaleminden çıkar: "Bahçeler öylesine çok ve büyüktür ki, şehre dağılan ağaçlardan çok, yalnızca bir bölümü temizlenen ormana yerleştirilmiş bir şehir izlenimi veriyor ."
Kimi zaman sultanların daveti ile kimi zaman ise farklı sebeplerden ötürü Doğu'ya gelen ressamlar, şehirlerin müthiş dokusundan etkilendi. Doğu'yla ilgili birbirinden özel eserler ortaya çıkaran buoryantalist ressamları sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 10.08.2019
13:25
Güncelleme Tarihi: 10.08.2019
14:30
Fransız oryantalist ressam ve yazar Eugene Fromentin 1820'de La Rochelle'de dünyaya geldi. Okuldan ayrıldıktan sonra, manzara ressamı olan Louis Cabat'ın yanında birkaç yıl resim eğitimi aldı.
Fromentin geç yaşında olmasına rağmen Cezayir'in en eski resimli tercümanlarından biriydi. Eserlerine konu edindiği Kuzey Afrika arazilerini ve insanları detaylı inceleme fırsatı buldu. 1852'de Cezayir'e arkeolojik çalışma için giden bir misyona eşlik ederek ikinci bir ziyarette bulundu ve ülkenin manzarasını ve halkının alışkanlıklarını incelemeyi tamamladı.
Fransız Oryantalist Ressam Germain Fabius Brest 1823'de doğdu. Marsilya'da Emile Loubon ve Paris'te Constant Troyon ile çalıştı. Loubon'un tavsiyesi üzerine Filistin'e gitti ve birçok eserle döndü. 1855-1859 arası İstanbul'da çalıştı. Özellikle doğu mimarisi temel ilham kaynağı oldu.
Her iki hocası da manzara türündeki ustalıklarıyla tanınan Brest'in sanat yaşamında Émile Loubon'un ayrıcalıklı bir yeri vardır. Loubon'un Paris'teki eğitimi sırasında Barbizon Okulu sanatçılarıyla kurduğu ilişkiler onun manzara anlayışını etkiledi. Dış mekânlarda yaptığı doğa gözlemlerine dayalı çalışmalar, atölyede kurgulanmış yapay doğa tasvirlerinin yerini aldı.
1845 yılında Marsilya'ya dönen sanatçı, Güzel Sanatlar Okulu'ndaki eğitiminde bu yeni anlayışı temel aldı. Kentin sanat yaşamının hareketlenmesine büyük katkısı olan Loubon, Marsilya Salonu'nu kurmuş ve burada Camille Corot (1796-1875), Rousseau (1812-1867), Harpignies (1819-1916), Millet (1814-1875) gibi ressam arkadaşlarının ve Parisli oryantalist ustaların eserlerinin öğrencilerinin çalışmalarıyla birlikte sergilenmesini sağladı.
Fransa'nın çeşitli devlet müzelerinde eserleri bulunan sanatçının Topkapı Sarayı Müzesi'nde ve pek çok özel koleksiyonda tabloları yer alır. Brest özellikle 1980 sonrasında Türkiye'de oluşturulan özel oryantalist resim koleksiyonlarının aranılan ve sevilen ressamıdır. İstanbul'un günümüzde tamamen kaybolmuş göz alıcı köşelerini nostaljik bir özlemle onun resimlerinde yeniden bulmak mümkündür.
Alman Oryantalist Ressam Gustav Bauernfeind, 1848'de Sulz'da doğdu. Stuttgart Polytechnik Okulunda mimarlık eğitiminden sonra bir süre Profesör Wilhelm Baumer ve Adolph Gnauth yanında mimar olarak çalıştı. Bu arada resme de başladı. 1880 -1882 arasında Doğu'ya yaptığı seyahat ilgisini çekti ve sık sık seyahat etti. 1896 da ailesi ile Kudüs'e yerleşti.
Eserlerinde Filistin yaşam ve mimarisine yoğunlaşmış ve fotografik keskinlikte yağlıboya çalıştı. Suluboya manzara çalışmaları da bulunan zamanında Almanya'nın çok meşhur bir Doğu ressamı olan sanatçı ölümünden sonra unutulmuş ancak son yıllarda eski ün ve değerine tekrar kavuşmaya başladı.
1699'da İstanbul'a geldi. Orada da öldü. 1730'daki Patrona Halil İsyanı'na şahit oldu ve resmetti. Bu tablosu, Amsterdam Müzesi'nde bulur. Lale Devri'ni ayrıntılarıyla tasvir etti. Levni'nin eserlerinden etkilenerek, kendi dehasını ortaya çıkaran eserler verdi.
Vanmour'un tanıklığını biricik kılan, yaptığı resimlerle tarihe Lale Devri'nin en önemli görsel belgelerini kazandırmış olmasıdır. Vanmour, çok sayıda elçi kabul törenleri, İstanbul görünümleri, portreler, Patrona Halil isyanı gibi siyasi ve toplumsal olaylar ve gündelik yaşam sahneleri resmetti. Vanmour, resimlerini gerçekçi bir üslupla ele almış ve ayrıntıcı çalışmıştır; dolayısıyla resimlerin belgesel niteliği çok yüksektir.
Sanat eğitimini Roma'daki Fransız Akademisi'nde, Jean-François de Troy'dan alan Fransız asıllı sanatçı Antoine de Favray, 1744'de eğitimini bitirdikten sonra oradayken tanıştığı bazı Malta Şövalyelerinin teklifi üzerine birkaç ay kalmak üzere Malta'ya geldi. Malta'da büyük ilgi gören ve 1751 yılında Malta Şövalyesi ilan edilen sanatçı mesleğini burada sürdürdü.
1762 tarihinde Akademi üyesi olan Favray, aynı yıl Osmanlı'yı ve Türkleri konu alan resimler yapmak üzere, dokuz yıl süreyle kalacağı İstanbul'a geldi. M. de Vergennes ve Saint Priest'in elçilikleri sırasında, onların koruyuculuğunda, İstanbul'daki Fransız Sarayı'nda, sonra da Rus Sarayı'nda yaşadı. Fransızlar adına Osmanlı'da casusluk yaptığı da söylenir.
65 yaşında Malta'ya dönen Favray'in yapıtları arasında, yabancı elçilik çevrelerinden insanların portreleri, kabul töreni resimleri, özellikle Rum ya da Levanten kadınları konu alan gündelik yaşam resimleri ve Pera sırtlarından panoramik İstanbul manzaraları vardır. İstanbul'dan ayrıldıktan sonra Favray'nin Avrupa sanat çevrelerinde de belirli bir yer edindiği görülür.
Favray'nin İstanbul'da yaptığı resimler arasında panoramik İstanbul manzaraları önemli bir yer tutar. Tüm detayların son derece titizlikle ve doğrulukla işlendiği, önemli bir belge niteliği de taşıyan bu manzaralar, dönemin diğer batılı sanatçılarının çoğunlukla yaptığı gibi Pera'daki elçiliklerden; özellikle de sanatçının İstanbul'dayken bir süre yaşadığı Rus Sarayı'ndan bakılarak resmedildi.