Osmanlı'nın ilim yuvası Darülfünun’un iz bırakan hocaları
Osmanlı'nın, eğitim alanında atılan en büyük adımı olan Darülfünun, Türk yükseköğretim hayatında çok önemli bir yere sahipti. Peki, Reşat Nuri, Falih Rıfkı, Necip Fazıl gibi pek çok önemli kalemin mezun olduğu Osmanlı'nın bu ilim yuvası Darülfünun 'un iz bırakan hocaları kimlerdi?
Giriş Tarihi: 05.03.2019
10:55
Güncelleme Tarihi: 24.11.2019
15:47
ÇEVRESİNDE BİR AYDIN HALKASI OLUŞTURAN ŞAİR
Edebiyat tarihimizde, çevresinde bir sohbet halkası oluşmuş şair ve yazarlara sıkça rastlanır. Çevresinde bir aydın halkası oluşan şairlerimizden biri de Yahya Kemal'dir. Söz ustası Yahya Kemal, Osmanlı'dan tevarüs ettiği ve Fransa'dan edindiği zengin kültürel birikimi ve hoş sohbetiyle dönemin aydınlarını kendisine çeken bir şairdi. Başta tarih olmak üzere, şiir, müzik, resim, mimarî gibi sanatlara ve tabii ki İstanbul'a ilişkin derin bilgisi ve deneyimleriyle yârânı kendisine hayran bırakırdı.
Mehmet Akif'in ilk hocalığı
Mehmet Akif'in ilk hocalığı 1906'da başladığı Halkalı Baytar Mektebi'ndeki kitabet-i resmiye" muallimliğiydi. Bu görevinin yanında bir yandan da Çiftli makinist Mektebi'nin Türkçe öğretmenliğini de yapmıştı.
MEHMET AKİF'İN EN UZUN HOCALIĞI
Mehmet Akif'in en uzun hocalığı Sırat-ı Müstakim'i çıkarmaya başlamasından üç ay sonra 21 Kasım 1908'de tayin edildiği ve 1914 yılına kadar sürdürdüğü Darülfünun'da oldu. Burada edebiyat-ı Osmaniye müderrisi olan Mehmet Akif, Tevfik Fikret'ten boşalan bu alana getirildi.
Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan'ın aktardığına göre, Akif'in Darülfünunda girdiği ilk derste talebesine ilk sözü olmuşu: " Efendiler, ne burası bir darülfünundur ne siz bir darülfünun talebesisiniz, ne de ben bir darülfünun hocasıyım! Evvela bunu bilelim, kendimizi aldatmayalım. Şimdi dersimize başlayabiliriz."
KENDİ ŞİİRLERİNİ OKUMAZDI
Mehmet Akif'in öğrencisi anlatıyor:
Derste kendi şiirlerini rica ettik, okumadılar. Bir gün 'Feride ile Cemile'yi bir arkadaş okudu, gülerek; "Öyle ise bana ver, ben okuyayım dedi." Kendisinin dinleyenler, şiiri kaidesine uygun ahenk ile okumadaki hususiyet ve samimiyeti bilirler. Baki'nin Kanuni'ye ait 'Mersiye'sini, Ali Ekrem Bey'in 'Feryad'ını, Namık Kemal'in 'Vaveyla'sını pek büyük heyecanla okurlardı. Muzip arkadaşlarımız çoktu; Nedim'in gazel ve şarkılarını severek, gülerek okurken bu neşelerinden cesaretlendiler.
"Efendim" dediler; "Bir gün de 'Hammamiye'yi (Dîvan edebiyatında hamamı veya hamamdaki bir güzeli tasvir eden manzume) lütfetmez misiniz?" Biraz durakladılar, muvafık bulmadılar. Birr başka gün, Divan'ı karıştırırken tarih muallimi Musip Divan'ı açtı. 'Hammamiye'yi buldu ve rica etti. Evvela tereddütle başladılar, sonra gülerek devam ettiler. Gariptir ki, aynı manzumeyi Şeref'e okuturken munis başını sıranın üzerine koydu, dinlerken hafifçe ağladı…
Bir gün 'Kocakarı ile Ömer' okunuyordu. 'Abbas'ı bilmeyen var mı? diye başlayan mısra okunurken; "Abbas kimdir?" diye bir arkadaşımıza sordu, bilemedi; "Varmış yahu!" diye hem güldü hem üzüldü.