Arama

Uğur Derman'ın Fikriyat'taki tüm yazıları

Ömrünü, kültür ve medeniyet serüvenimizin kopuk halkalarını kaybedildikleri yerden çıkarmaya adayan Uğur Derman; Mahir İz, Süheyl Ünver gibi hat sanatına gönül vermiş isimlerin rahle-i tedrisinden geçti. Türk-İslam sanatına yıllardır verdiği emek ile geleneksel hatlarımızı ve sanatkarlarını yaşatma yolundaki kıymetli eserleri, bugünkü kuşağa ulaştı. Ömrü hayatına hazine niteliğinde eserler sığdıran Prof. Uğur Derman, Necip Fazıl Saygı Ödülü'ne layık görüldü. Sizler için Uğur Derman'ın Fikriyat'ta kaleme aldığı ve hat sanatı hakkında önemli bilgiler verdiği yazılarını derledik.

  • 11
  • 25
ELSİZ, AYAKSIZ BİR HATTAT: BÎDEST Ü BÎPÂ MEHMED EFENDİ
ELSİZ, AYAKSIZ BİR HATTAT: BÎDEST Ü BÎPÂ MEHMED EFENDİ

Elsiz ve ayaksız hattatın bilinen yegâne kıt'ası.

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi'nde G.Y.321 numaralı yazı albümünün içinde, sülüs-nesih hatlarıyle yazılmış bir kıt'a mevcuttur (nu: 113). Kütüphanede bulunan nâdîde eserler arasında, san'at değerine bakılmaksızın, bu kıt'anın ayrı bir yeri olmak lâzım gelir. Örnek olarak verilen resminde de görüleceği gibi, kıt'ayı "bîdest ü bîpâ" (elsiz ve ayaksız) Mehmed Efendi yazmıştır. Ayaksız olmak, yazmaya elbette mânî değildir ama, elleri bulunmayan bir kimse, kalemi iki bileği arasında tutup nasıl yazar? Sonra, eski sanat yazılarımızın, şimdiki kalemlere hiç benzemeyen tarzda ağzı olan ve sık sık mürekkep hokkasına batırılarak kullanılabilen kamış kalemle yazıldığı, ayrıca, harflerin güzelliğini sağlayan incelik ve kalınlıkların, kalemin elde tutuluş şekline göre çıkarıldığı unutulmasın!

Her ne kadar, zamanımızda, ağzı veya ayak parmakları ile fırça tutarak resim yapanlar, hattâ sergi açanlar işitiliyorsa da, bu hüner, kamış kalemi, kaidelere bağlı kalarak dar bir çerçeve içinde bilekleriyle kullanmanın yanında, çok daha kolaydır.

Prof. Uğur Derman'ın Bîdest ü Bîpâ Mehmed Efendi ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 12
  • 25
SUYOLCUZÂDE EYYÛBÎ MUSTAFA EFENDİ
SUYOLCUZÂDE EYYÛBÎ MUSTAFA EFENDİ

Suyolcuzâde'nin sülüs-nesih bir kıt'ası.

San'atkârımız takrîben 1619 tarihinde dünyaya geldi. Eyûb Sultan semtinde doğduğu için "Eyyûbî ", Suyolcu Ömer Ağa'nın oğlu olduğu için de "Suyolcuzâde" lakabıyle mârufdur. Önceleri "Dede" ismiyle anılan -hüviyeti bizce mechul- bir hattatdan ders alırken, onun vefatıyla devrinin meşhur üstadı Büyük Derviş Ali'ye (ö. 1673) devama başlar. Aklâm-ı sitte'den icâzet aldıktan sonra ömrü boyunca yazı yazmak ve öğretmekle meşgul olur. Onun yaşadığı Sultan IV. Mehmed devrinde, matbaa henüz bize girmediği için, bir hattata düşen vazîfeleri tasavvur buyrunuz.

Osmanlılar'da yazı san'atının menşei sayabileceğimiz Şeyh Hamdullah'dan (1429-1520) îtibâren, Şükrullah Halîfe (ö.1543'den sonra), Şükrullahzâde Pîr Mehmed (ö.1580), Hasan-ı Üsküdarî (ö.1614), Halid Erzurumî (ö.1631), Derviş Ali sırasıyla kendisine kadar gelen yazı üslûbunda Suyolcuzâde Mustafa Efendi, bu zincirin son halkası olmuştur. Zîra, onun yetiştirdiği Hâfız Osman Efendi'yle (1642-1698) yeni bir çığır açılacaktır.

Kendisinden icâzet alan 30'u aşkın talebesi tesbît edilebilmişdir. Bunlar arasında en mühimleri, meşhur Hâfız Osman (1642-1698), Hocazâde (Karakız) Mehmed (ö.1695), Ömer b. İsmail (Kastamonulu, 1625-1686) ve Câbizâde Abdullah (ö.1736) efendilerdir.

Prof. Uğur Derman'ın Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 13
  • 25
HÂFIZ OSMAN EFENDİ
HÂFIZ OSMAN EFENDİ

Hâfız Osman'ın 1090/1679 târihli latîf bir kıt'ası.

Haseki Sultan Câmii müezzini Ali Efendi'nin oğlu olarak 1642 yılında İstanbul'da doğan Osman Efendi'nin, küçük yaşlarındaki gayretiyle kazandığı "hâfız" unvânı, yüzyıllardır onun âdetâ ilk ismi gibi kabul edilir olmuştur. Âilesinin maddî durumu imkân vermediği cihetle Köprülü âilesinden Fâzıl Mustafa Paşa'nın (1637-1691) dâiresinde tahsil ve terbiyesi sağlanmış, bu sırada hat öğrenimine de ilgi duymuştur. Yazı san'atında onun ilk hocası olan Derviş Ali (ö.1673), yaşlılığından dolayı bu istidatlı talebesiyle gerektiği kadar meşgul olamayınca, kendisini, daha önce yetiştirdiklerinin en seçkini sayılan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî'ye (ö.1686) göndermek için rıza göstermişdir. Hattın ilmini ve san'atını bu yeni hocasından tamamlayıp öğrenen Hâfız Osman, 1660'da onsekiz yaşındayken icâzet almışdır.

İcâzet alışından sonraki gençlik çağında Derviş Ali yolunda yazdığı birçok eserine rastlanan Hâfız Osman, Şeyh Hamdullah (1429-1520) üslûbunu lâyıkıyla kazanmak üzere, bunu o devirde en mükemmel şekliyle bilen Nefeszâde Seyyid İsmail Efendi'ye (ö.1679) müfredât meşkınden başlayıp yeniden öğrenci olmak lüzumunu duymuşdur. Bu girişimiyle, hattatımızın aklâm-ı sittede yıllar sonra gerçekleşdireceği hamlenin, ancak "Şeyh Hamdullah Mektebi"nde kaynak bulabileceğini yetişme devresinden îtibâren idrâk etdiği anlaşılıyor. Nefeszâde'yle çalışmaları bitdikden sonra, Şeyh'in eserlerini doğrudan incelemeğe başlayan Hâfız Osman, onun hat örneklerinden taklîden yazarak bu yolda melekesini artırmışdır.

Prof. Uğur Derman'ın "Hâfız Osman Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 14
  • 25
YEDİKULELİ SEYYİD ABDULLAH
YEDİKULELİ SEYYİD ABDULLAH

Yedikuleli'nin sülüs-nesih bir kıt'ası.

1670'de İstanbul'un Yedikule semtinde doğduğu için "Yedikuleli" lakabıyle anılan Abdullah Efendi'nin soyu, baba ve ana tarafından Hz. Peygamber'e bağlandığı cihetle, imzâlarında Seyyid'liğini de dâimâ belirtir; bir diğer adı da Emîr'dir. Hem babası Seyyid Hasan Hâşimî (ö.1687), hem de oğlu Seyyid Abdülhalîm Hasib (1705-1759) ve torunu Seyyid Mehmed Said (1739-1758) efendilerin de hattat olmaları dolayısıyle, demek ki bu âile, dört nesil boyunca hat san'atına hizmet etmişdir.

Yedikule'deki -kiliseden çevrilme- İmrahor (Mîr-ahûr) Câmii'nde imâm olan babasının yanında hıfzını ve tahsîlini bitirip biraz da hüsn-i hat öğrenen Abdullah Efendi, onyedi yaşındayken Hâfız Osman'dan aklâm-ı sitteyi meşk etmeğe başlayarak kırk ay gibi kısa bir müddet sonra icâzet almış ve verdiği eserlerle üstâdının teveccühünü kazanmışdır.

İşte misâl: Hocasıyla yolda giderlerken, bir yerde durmak lâzım gelir. Osman Efendi dükkân kenarında dinlenirken, onun arzûsuyla Yedikuleli de içeriye geçip oturur. O sırada, devlet büyüklerinden biri yoldan geçerken Hâfız Osman'ı görünce atından inip yanına gelir ve elini öptükden sonra "Sultânım, önde gelen talebeniz arasında bir Seyyid Efendi'den bahsetmişdiniz. Acaba kendisini görüp eserlerini ziyâret etmek mümkün olmaz mı?" deyince, Osman Efendi dükkân penceresindeki kafesi kaldırıp içerde oturan Yedikuleli'yi göstererek: "Seyyid Çelebi budur ve benden güzel yazar" cevâbını verir. Abdullah Efendi bu hâdiseyi sonradan anlatırken dermiş ki: "Utancımdan o anda kalemin ağzı gibi ikiye ayrılayazdım (Kamış kalemin ağzı, is mürekkebinin akışını sağlamak için çatlatılıp ikiye ayrılır). Zîrâ bu muâmelenin benzeriyle şimdiye kadar yüzyüze karşılaşmamışdım".

Prof. Uğur Derman'ın "Yedikuleli Seyyid Abdullah" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 15
  • 25
SİYÂHÎ AHMED EFENDİ
SİYÂHÎ AHMED EFENDİ

Siyâhî'nin 1095 (1683) tarihli mâil ta'lîk kıt'ası.

İstanbul'un Dolmabahçe semtinde doğan ve orada yaşayan Ahmed Efendi'nin siyâhîliği, ceddinin Afrikalı oluşundan ziyâde, kendisinin aşırı esmerliğinden kaynaklansa gerekdir. Baba adı Sâlih olan Siyâhî Ahmed, akrabası arasında bulunduğu Tophâneli Mahmud Efendi'den (ö.1669) ta'lîk hattını meşk edip icâzete hak kazandı. Hocası Tophâneli Mahmud Efendi de ta'lîk hattını Buhâralı Derviş Abdi'den (ö.1647) meşk etmiş olup, Abdi Efendi memleketinden ayrıldıktan sonra, Isfahan'da bulunan Mîr İmâdü'l-Hasenî'den (ö.1615) bu hattı öğrenerek İstanbul'a yerleşmiştir.

Siyâhî Efendi Osmanlı kalem efendiliğinin (bürokrasisinin) askerî kanadına intisabla, kâtib olarak başlayıp reîsü'l-küttâb (kâtiblerin başı) mevkıine kadar yükseldi; bir yandan da ta'lîk hattı öğretimini sürdürdü.

Prof. Uğur Derman'ın "Siyâhî Ahmed Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN