Uğur Derman'ın Fikriyat'taki tüm yazıları
Ömrünü, kültür ve medeniyet serüvenimizin kopuk halkalarını kaybedildikleri yerden çıkarmaya adayan Uğur Derman; Mahir İz, Süheyl Ünver gibi hat sanatına gönül vermiş isimlerin rahle-i tedrisinden geçti. Türk-İslam sanatına yıllardır verdiği emek ile geleneksel hatlarımızı ve sanatkarlarını yaşatma yolundaki kıymetli eserleri, bugünkü kuşağa ulaştı. Ömrü hayatına hazine niteliğinde eserler sığdıran Prof. Uğur Derman, Necip Fazıl Saygı Ödülü'ne layık görüldü. Sizler için Uğur Derman'ın Fikriyat'ta kaleme aldığı ve hat sanatı hakkında önemli bilgiler verdiği yazılarını derledik.
Giriş Tarihi: 09.11.2019
14:35
Güncelleme Tarihi: 09.11.2019
15:22
Şekerzâde lakabını duyunca "Şekerin nasıl oğlu olur?" diye düşünmeyiniz! Manisa şehrinde doğan Mehmed Efendi'nin babası Abdurrahman Efendi orada şekercilik yaparmış. Yâni hattatımızın gerçek lakabı Şekercizâde olduğu hâlde, o, Şekerzâde'yi tercih etmişdir. Yazdıkları da mürekkeb yerine sanki siyah bir şurub (meselâ: karadut) kullanılmış gibi iç açıcı ve tatlıdır; doğrusu, bu lakabı almakla Mehmed Efendi haklıdır!
İstanbul'a gelerek önce İbrahim Kırımî'den (ö.1737), sonra Yedikuleli Abdullah Efendi'den (1670 –1731) hat san'atını tahsîl etmiş; mushaf, kıt'a ve murakkaalar yazmışdır.
Prof. Uğur Derman'ın "Şekerzâde Seyyid Mehmed" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
Kâtipzâde'nin mâil ta'lîk bir kıt'ası.
Babası Mustafa Efendi Dîvân-ı Hümâyûn çavuşlarının kâtibi olduğu için, daha ziyade "Kâtibzâde" lakabıyla tanınan hattatımız Mehmed Refî' Efendi İstanbul'da doğdu; lâkin târihi bilinmiyor. Ta'lîkı Kādıasker Abdülbâkî Ârif Efendi'den (ö. 1713) öğrenip Durmuşzâde Ahmed Efendi'den (ö. 1717) devam etdirdi. Sülüs-nesih hatlarını da Hâfız Osman çırağı Kevkeb Derviş Mehmed Efendi'den (ö. 1717) meşkedip, hocasının vefatından 39 yıl sonra Eğrikapılı Râsim Efendi'den (1688 –1756) icâzet aldı. Râsim Efendi de, Kâtibzâde'den meşk etdiği ta'lîk hattından icâzet almak isteyince, aynı merâsimde birbirlerine "ketebe" izni verdiler.
Prof. Uğur Derman'ın "Kâtibzâde Mehmed Refî'" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
ŞEYHULİSLÂM VELİYYÜDDİN EFENDİ
Veliyyüddin Efendi'nin mâil ta'lîk bir kıt'ası.
İstanbul / Silivrikapısı'nın Yaylak semtinde doğan hattatımızın lakabı Ekşiaşzâde'dir ve yeniçeri teşkîlâtından Solakbaşı Hacı Mustafa Ağa'nın oğludur. Tahsîlini müteâkıb, babası tarafından Silivrikapısı'nda yaptırılmış olan medresede müderrislik vazîfesiyle bulundu. İlerleyen yıllarda Evkāf-ı Haremeyn müfettişliği, Haleb, Galata, Kāhire ve Mekke kādılıklarını îfâ etdi. İstanbul kādılığı pâyesini aldıkdan sonra, sırasıyla Anadolu ve Rumeli kādıaskerliklerine tâyin olundu. Hakkında çıkarılan asılsız dedikodular, onun azl edilip Manisa'ya sürgüne gönderilmesine sebeb oldu. Geçen bir yılın nihâyetinde affedilerek İstanbul'a döndü.
1760 senesinde şeyhulislâmlığa getirildi ve hastalığı dolayısıyla bu makāmın kisvesi sayılan ferve-i beyzâyı (beyaz kürk) evinde giyen ilk şeyhulislâm oldu. Ancak, mizâcının aksiliği sebebiyle bir buçuk yıl sonra vazîfesinden azl edildi. Bursa'daki mecbûrî ikāmetinden affa uğrayarak İstanbul'a döndü. Tekrâren getirildiği şeyhulislâmlık makāmında ancak bir buçuk yıl kalabildi ve 25 Ekim 1768'de haylı yaşlı olarak vefât etdi. Mensûbu bulunduğu Eyüb civârındaki Şeyh Murâd-ı Nakşbendî dergâhı hazîresine defnolundu. Kabir kitâbesi latîf bir celî ta'lîk hattıyladır.
Prof. Uğur Derman'ın "Şeyhulislâm Veliyyüddin Efendi " ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
ÜNYE'DEN İSTANBUL'A BİR HATTATIN HAYAT HİKÂYESİ: İSMAİL ZÜHDİ EFENDİ
İsmail Zühdi'nin sülüs-nesih bir kıt'ası
Osmanlı Devleti'nin payitaht şehri İstanbul, fetihten bu yana, yalnız siyasî açıdan değil, ilim ve san'at bakımından da "merkez" vasfını her zaman korumuştur. Taşrada yetişen, yahut istidâdı bulunan ilim veya san'at sevdalıları, mutlaka İstanbul'a gelerek buradan feyz almağa çalışırlardı.
İşte, Ünyeli Mehmed Kaptan da Karadeniz'in bu sahil kasabasında dünyaya gelen oğlu İsmail'deki kābiliyeti sezmiş olacak ki, onu, çocukluktan gençliğe geçtiği 1750'li yılların başında, İstanbul'a götürüp orada bıraktı. Bu kapıda saadeti aramaya gelen delikanlı, onu yazı san'atında bulup, İsmail olan ismini -icâzet aldığında kendisine verilen Zühdi mahlası ile birlikte- ebedîleştirecekti.
Yeni çevresinde dinî ilimler öğrenimine başlayan genç Ünyelinin, Kur'ân-ı Kerîm'i, memleketindeyken mi, yoksa burada mı ezberlediği bilinmiyor. Ancak, güzel yazı aşkına hemen kapılmış olmalı ki, o devrin üstadlarından olan Moralı Ahmed Hıfzı (ö. 1767) ve daha sonra Mehmed Emin efendilerden sülüs ve nesih yazılarını meşk etti, onlardan icâzet aldı.
Prof. Uğur Derman'ın "İsmail Zühdi Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
KARDEŞLERİN KÜÇÜĞÜ, ÜSTADLARIN BÜYÜĞÜ: MUSTAFA RÂKIM EFENDİ
Râkım'ın papağan olarak tasarladığı duâ.
1758 yılında Ünye'de doğan Mustafa, küçük yaşında babası Mehmed Kaptan tarafından İstanbul'a getirildi ve ağabeyi İsmail Zühdi tarafından yetişdirildi. Dinî ilimleri tahsîlinin yanı sıra, ağabeyinden ve Üçüncü Derviş Ali (ö.1786) olarak anılan bir başka hattatdan bu san'atı öğrendi; icâzet aldığında kendisine Râkım mahlası verildi.
İsmail Zühdi'den sülüs-nesih ve rıkā' yazıları için 1183/1769'da icâzet aldığında 11-12 yaşlarında olan Mustafa Râkım'ın bu icâzetnâmesi hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi -G.Y.324/5'dedir . Anılan icâzetnâme, koleksiyonuna katılmak üzere vaktiyle Necmeddin Okyay'ın (1883-1976) eline geçdiğinde, kendisi çok heyecanlanmış ve buna hayrân kalmış. Kıt'anın sâdece sülüs satırını açıkda bırakıp altdaki nesih satırları ve İsmail Zühdi'nin yazdığı - içinde Mustafa Râkım'ın adı zikredilen - izin cümlesini kâğıdla kapatarak Reisü'l-Hattâtîn Hacı Kâmil Akdik'e (1861-1941) göstermiş ve "Hocam, bu sülüs yazı kimin olabilir?" diye sormuş. Kâmil Efendi haylı inceledikden sonra: "Râkım'ın" cevâbını vermiş. Necmeddin Efendi kâğıdla örtdüğü kısmı açdığında, hayret sırası, bunun henüz 12 yaşındaki bir çocuk tarafından yazılmış icâzetnâme kıt'ası olduğunu görüp öğrenen Hacı Kâmil Efendi'ye gelmiş! Daha küçücükken, san'at üslûbunu ortaya koyabilmek -herhâlde Mustafa Râkım gibi- dehâ mertebesindeki zevâta has bir İlâhî mevhibe olmalıdır.
Prof. Uğur Derman'ın "Mustafa Râkım Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.