Arama

Uğur Derman'ın Fikriyat'taki tüm yazıları

Ömrünü, kültür ve medeniyet serüvenimizin kopuk halkalarını kaybedildikleri yerden çıkarmaya adayan Uğur Derman; Mahir İz, Süheyl Ünver gibi hat sanatına gönül vermiş isimlerin rahle-i tedrisinden geçti. Türk-İslam sanatına yıllardır verdiği emek ile geleneksel hatlarımızı ve sanatkarlarını yaşatma yolundaki kıymetli eserleri, bugünkü kuşağa ulaştı. Ömrü hayatına hazine niteliğinde eserler sığdıran Prof. Uğur Derman, Necip Fazıl Saygı Ödülü'ne layık görüldü. Sizler için Uğur Derman'ın Fikriyat'ta kaleme aldığı ve hat sanatı hakkında önemli bilgiler verdiği yazılarını derledik.

  • 7
  • 25
YAZI DEHASI: ŞEYH HAMDULLAH
YAZI DEHASI: ŞEYH HAMDULLAH

Şeyh Hamdullah'ın nesihle yazdığı iki kıt'alı murakkaası

Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde hat, Abbâsîler devrinin (850-1258) hat üstâdı Yâkûtü'l-Musta'sımî (ö.1298) üslûbuna tâbî idi. İstanbul'un fethinden (1453) sonra yerli ve millî bir üslûba bürünen aklâm-ı sitteye bu hüviyeti kazandıran Şeyh Hamdullah isimli yazı dehâmızı tanıtarak başlıyoruz. İlim tahsîlinin yanısıra, hüsn-i hatta da alâkası artınca -o sıralarda Amasya'da bulunan- Hayreddin Mar'aşî 'den (ö.1470'den sonra) Yâkutü'l-Musta'sımî (ö.1298) vâdisinde aklâm-ı sitteyi öğrendi; eski üstadlardan Abdullâhü's-Sayrafî'nin (ö.1344'den sonra) yazılarını da dikkatle inceledi. O esnâda, Fâtih'in şehzâdesi Bayezid (saltanatı: 1481-1512), Amasya Sancağına vâli olarak gelmişdi. Gerek Mustafa Dede'ye, gerekse oğluna karşı yakınlık duydu. Hamdullah Efendi'den hüsn-i hat öğrendi. Hattâ, babası Fâtih Sultan Mehmed'in husûsî kütübhânesi için bâzı eserleri de ona istinsâh etdirdi.

Fâtih'in 1481'deki ölümü üzerine, Şehzâde Bayezid, Osmanlı tahtına oturmak üzere İstanbul'a geldi, hocası Hamdullah Efendi'yi de buraya çağırdı. Hareminde ona bir yer verip, "saray kâtibi" ve "yazı muallimi" olarak, hüsn-i hatla istediği şekilde uğraşmasını sağladı. Yazarken, Şeyh'in hokkasını tutar, rahat etsin diye sırtını yastıklarla beslerdi.

Prof. Uğur Derman'ın "Şeyh Hamdullah" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 8
  • 25
AHMED KARAHİSÂRÎ
AHMED KARAHİSÂRÎ

Karahisârî'nin Kānûnî Sultan Süleyman için hazırlamağa başlayıp da bitiremediği muhakkak, sülüs ve nesih hatlarıyla yazdığı mushafdan bir sahîfe.

Ahmed Şemseddin Karahisârî, Afyon Karahisar şehrinde doğmuşdur; doğum târihi kat'î olarak bilinmemekle beraber, doksan yaşına yaklaşdığı 1556 yılındaki vefatı göz önüne alınırsa, 1470 öncesinde dünyaya geldiği hesaplanabilir. İlk hocasının Fâtih devri hattatlarından Yahyā Sûfî (ö.1477) olduğu rivâyeti varsa da, bu, târîhen imkânsızdır. Bâzı eserlerinin imzâsında görüldüğü gibi, talebesi olduğunu belirtdiği yegâne hattat Esedullâh-ı Kirmânî'dir (ö.1488). Yazıyı nerede öğrendiği belli değilse de, hocasının o yıllarda Anadolu'ya veya İstanbul'a geldiği muhakkakdır.

Karahisârî Ahmed Efendi, Osmanlı ülkesinde Yâkut yolunu daha da gelişmiş olarak yeniden canlandırdığı için "Yâkut-i Rûm" (Anadolu'nun Yâkut'u) lakabıyla da anılmışdır. Hattâ ömrünün son yılında (1556) "Yâkut kāidesi üzere yazdığını" belirtdiği çok ince nesih hattı ile bir mushafı da vardır. Ancak, Karahisârî'nin ihyâ etdiği bu yol, Şeyh Hamdullah üslûbu karşısında, bir nesil sonra unutulmağa doğru kaymışdır. Bunda, Yâkut tavrının devrini kapamış olması kadar, aklâm-ı sittenin sâdece sülüs, nesih ve rıkā' nev'ilerinin Osmanlı zevkıne uyması da rol oynamışdır, denilebilir.

Prof. Uğur Derman'ın "Ahmed Karahisârî" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 9
  • 25
İMAM MEHMED EFENDİ
İMAM MEHMED EFENDİ

İmam Mehmed Efendi'nin hikâyesi anlatılan mushafının tezhibli serlevhası.

Genç yaşında ilim ve san'at tahsîli için İstanbul'a gelen Mehmed Efendi, hıfzını tamamladıkdan sonra Hasan Üsküdârî'den (ö.1614) Şeyh Hamdullah (ö. 1520) üslûbundaki aklâm-ı sitteyi meşkederek mezun oldu. İmzâlarında "Muhammedü'l-İmam" künyesini kullanan hattatımız, kaynakların tesbîtine göre haylı mushaf ve evrâd yazdı; lâkin sınırlı sayıdaki eseri zamânımıza kadar gelebilmişdir.

Bağdad'ın fethinden sonra Pâdişah İstanbul'a döndüğünde, Mehmed Efendi, henüz tezhîblenmeden bekletdiği cüzler hâlindeki mushafını Saray'da IV. Murad'a sunduğunda, eseri dikkatle inceleyen Pâdişah, kendisine : "İmam Efendi, bu mushafın sonu, hattı îtibâriyle baş tarafından daha hoş olmuş, niçin mutâbık değil?" diye sorar. Mehmed Efendi, hattın tabiî olarak yazıldıkça açılıp güzelleşeceğini söylemek yerine, "İlk kısımları Bağdad fethinin kalp çarpıntılarıyla, son kısımları ise fethin ve dönüşünüzün sevinci hayâliyle yazıldı" karşılığını verince 1000 altın daha ihsâna nâil olur. Müstakîmzâde bu hâdiseye hayretini "Satılır bir sözü bin dînâra!" mısrâıyle belirtiyor. Mushafın bitirildiği târih olan 10 Cemâziyelâhır 1048 (19 Ekim 1638) ve lâyıkıyle tamamlanamamış tezhîbi gözönüne alınırsa, anılan eserin bu olduğu düşünülebilir.

Prof. Uğur Derman'ın "İmam Mehmed Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 10
  • 25
DERVİŞ ALİ
DERVİŞ ALİ

Derviş Ali'den nesih hattıyla bir kıt'a.

İstanbul'da doğan Derviş Ali, aklâm-ı sitteyi Hâlid Erzurûmî'den (ö.1631'den sonra) meşk etti. Şeyh Hamdullah yolu, kendisine kadar Şükrullah Halîfe (ö.1543'den sonra), Pîr Mehmed bin Şükrullah (ö.1580), Hasan Üsküdârî (ö.1614) ve Hâlid Erzurûmî silsilesiyle gelmiştir. Derviş Ali'nin okçuluk sporuyla da uğraştığı, Topkapı Mezarlığı'nda bugün mevcut olmayan kabir kitâbesindeki ifadeden anlaşılmaktadır.

Suyolcuzâde Mustafa Eyyubî, Ağakapılı İsmail bin Ali (ö.1706) ve Hâfız Osman (1642-1698) gibi Osmanlı hat san'atının yüz akı isimlere de hocalık eden Derviş Ali'nin öğrencileri arasındaki Sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa (ö.1676), kendisini ziyarete gelen Derviş Ali Efendi'yi, Osmanlı teşrîfatında şeyhulislâmların karşılandığı mevkîden karşılar, elini öpermiş. Devletin ve devlet adamının ilgilendiği san'at da, san'atkâr da muhakkak ki yücelir...

Prof. Uğur Derman'ın "Derviş Ali" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 11
  • 25
ELSİZ, AYAKSIZ BİR HATTAT: BÎDEST Ü BÎPÂ MEHMED EFENDİ
ELSİZ, AYAKSIZ BİR HATTAT: BÎDEST Ü BÎPÂ MEHMED EFENDİ

Elsiz ve ayaksız hattatın bilinen yegâne kıt'ası.

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi'nde G.Y.321 numaralı yazı albümünün içinde, sülüs-nesih hatlarıyle yazılmış bir kıt'a mevcuttur (nu: 113). Kütüphanede bulunan nâdîde eserler arasında, san'at değerine bakılmaksızın, bu kıt'anın ayrı bir yeri olmak lâzım gelir. Örnek olarak verilen resminde de görüleceği gibi, kıt'ayı "bîdest ü bîpâ" (elsiz ve ayaksız) Mehmed Efendi yazmıştır. Ayaksız olmak, yazmaya elbette mânî değildir ama, elleri bulunmayan bir kimse, kalemi iki bileği arasında tutup nasıl yazar? Sonra, eski sanat yazılarımızın, şimdiki kalemlere hiç benzemeyen tarzda ağzı olan ve sık sık mürekkep hokkasına batırılarak kullanılabilen kamış kalemle yazıldığı, ayrıca, harflerin güzelliğini sağlayan incelik ve kalınlıkların, kalemin elde tutuluş şekline göre çıkarıldığı unutulmasın!

Her ne kadar, zamanımızda, ağzı veya ayak parmakları ile fırça tutarak resim yapanlar, hattâ sergi açanlar işitiliyorsa da, bu hüner, kamış kalemi, kaidelere bağlı kalarak dar bir çerçeve içinde bilekleriyle kullanmanın yanında, çok daha kolaydır.

Prof. Uğur Derman'ın Bîdest ü Bîpâ Mehmed Efendi ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN