Uğur Derman'ın Fikriyat'taki tüm yazıları
Ömrünü, kültür ve medeniyet serüvenimizin kopuk halkalarını kaybedildikleri yerden çıkarmaya adayan Uğur Derman; Mahir İz, Süheyl Ünver gibi hat sanatına gönül vermiş isimlerin rahle-i tedrisinden geçti. Türk-İslam sanatına yıllardır verdiği emek ile geleneksel hatlarımızı ve sanatkarlarını yaşatma yolundaki kıymetli eserleri, bugünkü kuşağa ulaştı. Ömrü hayatına hazine niteliğinde eserler sığdıran Prof. Uğur Derman, Necip Fazıl Saygı Ödülü'ne layık görüldü. Sizler için Uğur Derman'ın Fikriyat'ta kaleme aldığı ve hat sanatı hakkında önemli bilgiler verdiği yazılarını derledik.
Giriş Tarihi: 09.11.2019
14:35
Güncelleme Tarihi: 09.11.2019
15:22
İmam Mehmed Efendi'nin hikâyesi anlatılan mushafının tezhibli serlevhası.
Genç yaşında ilim ve san'at tahsîli için İstanbul'a gelen Mehmed Efendi, hıfzını tamamladıkdan sonra Hasan Üsküdârî'den (ö.1614) Şeyh Hamdullah (ö. 1520) üslûbundaki aklâm-ı sitteyi meşkederek mezun oldu. İmzâlarında "Muhammedü'l-İmam" künyesini kullanan hattatımız, kaynakların tesbîtine göre haylı mushaf ve evrâd yazdı; lâkin sınırlı sayıdaki eseri zamânımıza kadar gelebilmişdir.
Bağdad'ın fethinden sonra Pâdişah İstanbul'a döndüğünde, Mehmed Efendi, henüz tezhîblenmeden bekletdiği cüzler hâlindeki mushafını Saray'da IV. Murad'a sunduğunda, eseri dikkatle inceleyen Pâdişah, kendisine : "İmam Efendi, bu mushafın sonu, hattı îtibâriyle baş tarafından daha hoş olmuş, niçin mutâbık değil?" diye sorar. Mehmed Efendi, hattın tabiî olarak yazıldıkça açılıp güzelleşeceğini söylemek yerine, "İlk kısımları Bağdad fethinin kalp çarpıntılarıyla, son kısımları ise fethin ve dönüşünüzün sevinci hayâliyle yazıldı" karşılığını verince 1000 altın daha ihsâna nâil olur. Müstakîmzâde bu hâdiseye hayretini "Satılır bir sözü bin dînâra!" mısrâıyle belirtiyor. Mushafın bitirildiği târih olan 10 Cemâziyelâhır 1048 (19 Ekim 1638) ve lâyıkıyle tamamlanamamış tezhîbi gözönüne alınırsa, anılan eserin bu olduğu düşünülebilir.
Prof. Uğur Derman'ın "İmam Mehmed Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
Derviş Ali'den nesih hattıyla bir kıt'a.
İstanbul'da doğan Derviş Ali, aklâm-ı sitteyi Hâlid Erzurûmî'den (ö.1631'den sonra) meşk etti. Şeyh Hamdullah yolu, kendisine kadar Şükrullah Halîfe (ö.1543'den sonra), Pîr Mehmed bin Şükrullah (ö.1580), Hasan Üsküdârî (ö.1614) ve Hâlid Erzurûmî silsilesiyle gelmiştir. Derviş Ali'nin okçuluk sporuyla da uğraştığı, Topkapı Mezarlığı'nda bugün mevcut olmayan kabir kitâbesindeki ifadeden anlaşılmaktadır.
Suyolcuzâde Mustafa Eyyubî, Ağakapılı İsmail bin Ali (ö.1706) ve Hâfız Osman (1642-1698) gibi Osmanlı hat san'atının yüz akı isimlere de hocalık eden Derviş Ali'nin öğrencileri arasındaki Sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa (ö.1676), kendisini ziyarete gelen Derviş Ali Efendi'yi, Osmanlı teşrîfatında şeyhulislâmların karşılandığı mevkîden karşılar, elini öpermiş. Devletin ve devlet adamının ilgilendiği san'at da, san'atkâr da muhakkak ki yücelir...
Prof. Uğur Derman'ın "Derviş Ali" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
ELSİZ, AYAKSIZ BİR HATTAT: BÎDEST Ü BÎPÂ MEHMED EFENDİ
Elsiz ve ayaksız hattatın bilinen yegâne kıt'ası.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi'nde G.Y.321 numaralı yazı albümünün içinde, sülüs-nesih hatlarıyle yazılmış bir kıt'a mevcuttur (nu: 113). Kütüphanede bulunan nâdîde eserler arasında, san'at değerine bakılmaksızın, bu kıt'anın ayrı bir yeri olmak lâzım gelir. Örnek olarak verilen resminde de görüleceği gibi, kıt'ayı "bîdest ü bîpâ" (elsiz ve ayaksız) Mehmed Efendi yazmıştır. Ayaksız olmak, yazmaya elbette mânî değildir ama, elleri bulunmayan bir kimse, kalemi iki bileği arasında tutup nasıl yazar? Sonra, eski sanat yazılarımızın, şimdiki kalemlere hiç benzemeyen tarzda ağzı olan ve sık sık mürekkep hokkasına batırılarak kullanılabilen kamış kalemle yazıldığı, ayrıca, harflerin güzelliğini sağlayan incelik ve kalınlıkların, kalemin elde tutuluş şekline göre çıkarıldığı unutulmasın!
Her ne kadar, zamanımızda, ağzı veya ayak parmakları ile fırça tutarak resim yapanlar, hattâ sergi açanlar işitiliyorsa da, bu hüner, kamış kalemi, kaidelere bağlı kalarak dar bir çerçeve içinde bilekleriyle kullanmanın yanında, çok daha kolaydır.
Prof. Uğur Derman'ın Bîdest ü Bîpâ Mehmed Efendi ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
SUYOLCUZÂDE EYYÛBÎ MUSTAFA EFENDİ
Suyolcuzâde'nin sülüs-nesih bir kıt'ası.
San'atkârımız takrîben 1619 tarihinde dünyaya geldi. Eyûb Sultan semtinde doğduğu için "Eyyûbî ", Suyolcu Ömer Ağa'nın oğlu olduğu için de "Suyolcuzâde" lakabıyle mârufdur. Önceleri "Dede" ismiyle anılan -hüviyeti bizce mechul- bir hattatdan ders alırken, onun vefatıyla devrinin meşhur üstadı Büyük Derviş Ali'ye (ö. 1673) devama başlar. Aklâm-ı sitte'den icâzet aldıktan sonra ömrü boyunca yazı yazmak ve öğretmekle meşgul olur. Onun yaşadığı Sultan IV. Mehmed devrinde, matbaa henüz bize girmediği için, bir hattata düşen vazîfeleri tasavvur buyrunuz.
Osmanlılar'da yazı san'atının menşei sayabileceğimiz Şeyh Hamdullah'dan (1429-1520) îtibâren, Şükrullah Halîfe (ö.1543'den sonra), Şükrullahzâde Pîr Mehmed (ö.1580), Hasan-ı Üsküdarî (ö.1614), Halid Erzurumî (ö.1631), Derviş Ali sırasıyla kendisine kadar gelen yazı üslûbunda Suyolcuzâde Mustafa Efendi, bu zincirin son halkası olmuştur. Zîra, onun yetiştirdiği Hâfız Osman Efendi'yle (1642-1698) yeni bir çığır açılacaktır.
Kendisinden icâzet alan 30'u aşkın talebesi tesbît edilebilmişdir. Bunlar arasında en mühimleri, meşhur Hâfız Osman (1642-1698), Hocazâde (Karakız) Mehmed (ö.1695), Ömer b. İsmail (Kastamonulu, 1625-1686) ve Câbizâde Abdullah (ö.1736) efendilerdir.
Prof. Uğur Derman'ın Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.
Hâfız Osman'ın 1090/1679 târihli latîf bir kıt'ası.
Haseki Sultan Câmii müezzini Ali Efendi'nin oğlu olarak 1642 yılında İstanbul'da doğan Osman Efendi'nin, küçük yaşlarındaki gayretiyle kazandığı "hâfız" unvânı, yüzyıllardır onun âdetâ ilk ismi gibi kabul edilir olmuştur. Âilesinin maddî durumu imkân vermediği cihetle Köprülü âilesinden Fâzıl Mustafa Paşa'nın (1637-1691) dâiresinde tahsil ve terbiyesi sağlanmış, bu sırada hat öğrenimine de ilgi duymuştur. Yazı san'atında onun ilk hocası olan Derviş Ali (ö.1673), yaşlılığından dolayı bu istidatlı talebesiyle gerektiği kadar meşgul olamayınca, kendisini, daha önce yetiştirdiklerinin en seçkini sayılan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî'ye (ö.1686) göndermek için rıza göstermişdir. Hattın ilmini ve san'atını bu yeni hocasından tamamlayıp öğrenen Hâfız Osman, 1660'da onsekiz yaşındayken icâzet almışdır.
İcâzet alışından sonraki gençlik çağında Derviş Ali yolunda yazdığı birçok eserine rastlanan Hâfız Osman, Şeyh Hamdullah (1429-1520) üslûbunu lâyıkıyla kazanmak üzere, bunu o devirde en mükemmel şekliyle bilen Nefeszâde Seyyid İsmail Efendi'ye (ö.1679) müfredât meşkınden başlayıp yeniden öğrenci olmak lüzumunu duymuşdur. Bu girişimiyle, hattatımızın aklâm-ı sittede yıllar sonra gerçekleşdireceği hamlenin, ancak "Şeyh Hamdullah Mektebi"nde kaynak bulabileceğini yetişme devresinden îtibâren idrâk etdiği anlaşılıyor. Nefeszâde'yle çalışmaları bitdikden sonra, Şeyh'in eserlerini doğrudan incelemeğe başlayan Hâfız Osman, onun hat örneklerinden taklîden yazarak bu yolda melekesini artırmışdır.
Prof. Uğur Derman'ın "Hâfız Osman Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.