Klasik Türk Müziği’nde "Babalar ve oğulları"
Bütün mesleklerde olduğu gibi hem görgü hem de genetik yollarla çocuklar baba veya annelerinin mesleğini seçmeye meyilli olmuşlardır. Yaşanılan ortamda örnek alınacak bir olay, olgu bulunduğunda; sanat, müzik alanında da önemli bilgilerin yer aldığı görülünce her çocuk ister istemez yaşanılan ortamın ruhuna ayak uyduruyor ve meslek seçimini içinde olduğu şartlara göre yapıyor. Sizler için babalarının yolundan giden, Klasik Türk Müziği'nde "Babalar ve oğulları" listesini hazırladık. İşte özellikle besteledikleri saz eserleriyle öne çıkan Klasik Türk Müziği'nin üstadları...
Giriş Tarihi: 01.02.2019
17:04
Güncelleme Tarihi: 01.02.2019
20:04
ZEKİ MEHMET AĞA (1776-1846)
Numan Ağa'nın oğludur. Babası gibi Sultan III. Selim zamanında saray sazendesi, Enderun hocası ve muhasip oldu. II. Mahmut tarafından himaye edildi. Sultan III. Selim'in de hocası olan Tanbûri İshak'tan daha farklı bir üslup geliştirdiği söylenir. Bugün hala yeniliğini koruyan bestelerinden ferahfeza peşrevini II. Mahmut'un buyruğuyla Dede Efendi'nin ferahfeza makamındaki takımı için bestelenmiştir. Ferahfeza ve ferahnâk peşrevleri, aynı makamlarda yapılan fasıl icralarında tüm zamanların en tercih edilen eserleridir. Zeki Mehmet Ağa, İsmail Dede Efendi'yle birlikte hacca gitti, her ikisi de koleradan öldü ve Hicaz'da defnedildi. Tanburi Büyük Osman Bey'in babasıdır.
TANBURİ BÜYÜK OSMAN BEY (1816 – 1885)
Tanburi Numan Ağa'nın torunu, Zeki Mehmet Ağa'nın oğludur. Babasının ısrarıyla henüz sekiz yaşındayken Enderun'a alındı. Babasının kimseye tanburöğretmediği söylenir. Bu yüzden tanburu başkalarından öğrenmiş ama kendi gayretiyle ustalaşmıştır. Özellikle babasının ölümünden sonra sadece sazıyla meşgul olmuş ve en güzel peşrevlerini bu dönemde bestelemiştir.
Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde sarayın sersazendesi (sazendelerin başı) oldu. Tanbur tavrının babasından daha renkli olduğu söylenir. Çok nüktedan, güler yüzlü zarif bir kimseymiş. Bu nedenle her mecliste aranır, sevilir ve sayılırmış ama musiki konusunda hiç taviz vermezmiş. Tanburun iki telinden birinde gayet hafif bir uyuşmazlık sezse derhal telin birini koparır atar ve sazını tek elle çalarmış. Eserlerini değiştirenlere, nağme ilave edenlere de çok kızarmış. Hatta bir gün, uşşak peşrevinin teslim'ine geçilecek bölümünü biraz değişik çalmaya kalkan bir kanuniyi dövmeye bile kalkıştığı söylenir.
ZEKİ ARİF ATAERGİN (1896-1964)
Vefa Sultânîsi'ni ve Mekteb-i Hukuk-u Şahane'yi bitiren Ataergin, babası Yemen'e tayin olunca bir süre orada kaldı. Yargıçlık, savcılık, serbest avukatlık ve noterlik yaptı. İlk musiki ve kanun derslerini daha beş-altı yaşlarındayken babasından ve daha sonra babasının da hocası olan Hacı Kirami Efendi'den aldı. Babası hemen hemen bütün musiki toplantılarına onu da götürmüştür. Bu toplantılarda küçük yaşta Tanburi Cemil, Kemençeci Vasilaki, Udi Nevres ve Hafız Osman gibi ustaların meşklerini dinlemiştir. Kanuni Hacı Arif Bey, yakın dostu Rauf Yekta Bey'e bir gün oğlu için "Bu kim, biliyor musun?" diye sormuş. O da; "Biliyorum, geleceğin Tanburi Zeki Mehmet Ağa'sı." (baba-oğul tanburilere gönderme yaparak) diye cevap vermiş. Yıllar sonra Zeki Arif2in sipihr makamında bestelediği (peşrev ve saz semaisi dâhil) faslını İstanbul Radyosu'nda dinleyince "Tanburi Zeki Mehmet olmadı ama bestekâr Zeki Arif oldu." demiş. Zira Zeki Arif Bey bu makama yepyeni bir anlayış getirmiştir.
Hanende olarak eski üslubun ve gazel formunun son büyük ustası idi. Gazelde bazen öyle tiz perdelerde dolaşırdı ki sazlar karşılık veremezlerdi. Babasının ölümünden sonra Kemani Abdülkadir Töre'yle tanıştı. Musiki hayatında çok etkili olan Töre'nin ve Hoca Ziya Bey'in teşvikiyle bestekârlığa başladı. Üsküdar'a taşındıktan sonra Kemani Sadi Işılay'la tanıştı. Said Işılay o zamanlar Şehzade Ziyaeddin Efendi'nin konağına devam ederdi. Buraya Zeki Ârif Bey'i de götürür beraber fasıllara katılırlardı. Faslı Hoca Ziya bey yönettiğinden, ses musikimizin bu büyük ustasından çok yararlandı. Sonraları Darülelhan'a (ilk resmi müzik okulumuz) kaydolarak Hoca Ziya Bey'den yararlanmayı sürdürdü. Bir süre Darü'l Musiki'nin İcra Heyeti'nde çalıştıktan sonra Darüttalim-i Musiki'ye girdi. Burada İsmail Hakkı Bey'le tanıştı.
Zeki Arif Bey, eserlerini kendi okuyuş üslubuna uygun bestelediği için eserlerinin icrası zordur. Bir bestekâr olarak eserlerindeki melodi zenginliği başlıca özelliğidir. Resim sanatıyla da uğraşmış, güzel eserler ortaya koymuştur. Duygulu, alçak gönüllü, gösterişi sevmeyen, terbiyeli, nazik çelebi mizaçlı, dini bütün, tasavvuf kültürü zengin bir kişiliği olduğu söylenir. Meşkine katılan öğrencilerinin arasından olan Alaaddin Yavaşça halen bu musikinin en önemli temsilcilerindendir… (Kaynaklar: Andante Dergisi, Hoş Sada, Son Asır Türk Musikişinasları, İbnül Emin Mahmut Kemal İnal, İstanbul, 1958 / Türk Musikisi Tarihi,M. Nazmi Özalp, 1-2 Cilt, TRT, 1986)