Çanakkale'de Mehmetçiklerin umudu olan "fethun karib" müjdesi!
Çanakkale Savaşları sırasında Osmanlı Genelkurmayı tarafından cepheyi gezmeye götürülen edebi heyetin içinde yer alan Ömer Seyfettin, yolda karşılaştıkları bir olayı Müjde isimli hikâyesinde anlatır. Sizler için, Çanakkale Cephesi'nde göklerden gelen ve Mehmetçiğin umudu olan "fethun karib" hikâyesini derledik.
Giriş Tarihi: 18.03.2019
13:56
Güncelleme Tarihi: 18.03.2019
14:09
Ben: - Hacer-i semavî olmalı, dedim. Gülle, bomba, tenvir tabancası olmadığına şüphe yoktu! Pek yükseklerden tutuşmuş, pek uzaklara, pek çok uzak ufuklara düşmüştü. Ama şahap da değildi. Çok büyük, çok renkli, çok ihtişamlıydı. Ardında bir müddet sönmeyen altın bir iz bırakmıştı. Genç şairler arabalardan atlıyorlar, gördükleri şeyin ne olduğunu münakaşa ediyorlar, bizi götüren zabitin landosuna koşuyorlardı. Düz yolda arabalar yavaş yavaş gidiyordu. Bilmem ne kadar gittik. Göğün deminki harikası unutuldu. Artık sabah olmuştu. Hafif, şeffaf bir sis fundalıkları dolanıyor, güneşin damlaları yaprakları yaldızlıyordu. Arabalar sabah molası için durdu. Asker kıyafetine girmiş, kabalaklı muharrirler, genç şairler şoseye indiler. Sanki hepsi arabalarda oturmaktan, yatmaktan yorulmuşlar, şimdi ayakta durmak, dolaşmak, dinlenmek istiyorlardı. Ben daha arabadaydım. Bir ses işittim:
- Havaya bakın, arkadaşlar, havaya bakın!
Eğildim. Gözlerimi yukarı kaldırdım. Hava gayet parlak, gayet açık mavi, gayet saftı. Bulut filan yoktu. Aynı ses tekrar haykırdı:
- Bakın, "fethün karib" görmüyor musunuz? - Ne, ne? - Ne tarafta?.. - ? - … - !
Herkes yukarı bakıyordu. Ben de aşağıya atladım. Onların yanına gittim. Gökte dolaşmış, şeffaf bir kurdele gibi ince, belirsiz bir duman yığını vardı.
- "Fethün karib" değil mi? işte… - …
Hakikaten havadaki bu ince duman yığını tıpkı girift bir sülüs yazıya benziyordu. Benim gözüm de bana rağmen "fethün karib" terkibini okuyordu.
- Deminki "hacer-i semavî" hadisesinin bıraktığı iz olacak! dedim. Kimse işitmedi bile... Hepsinin gözü gökteydi. Hepsi, Allah'ın işaretini gören müminler gibi dalgındı. Müphem bir vecd içindeydi. Yalnız kafilenin genç doktoru bu büyük manevi işarete sonradan görmeyenleri de inandırmak için, minimini Kodak'ını havaya kaldırmış, "fethün karib" müjdesinin fotoğrafını çekmeye çalışıyordu. Bu ince, bu şeffaf duman yığını epey müddet gökte durdu. Yavaş yavaş silinirken bile şekli bozulmuyor, sarih bir katiyetle okunuyordu: "Fethün karib…"
***
Genç şairler karargâhlarında kumandanlara, siperlerde zabitlere, neferlere hep parlak, mavi göğün –o gelirken gördükleri– büyük müjdesini büyük bir imanla, büyük bir samimiyetle anlatıyorlar, onları da kendileri gibi bu büyük mucizeye inandırıyorlardı.
Orada, Çanakkale'de ezeliyet fecrine giden gizli manevi yollara benzeyen uzun, nihayetsiz siperler içinde benim de – bilmem nasıl oldu – gelirken gördüğüm şeyin Tanrı eliyle yazılmış "fethün karib" müjdesi olduğuna şüphem kalmadı! Hatta yavaş yavaş "Hacer-i semavî izinden kalan duman!" dediğime bile pişman oluyor, sanki ağır bir küfür ettikten sonra mabedine giren küstah bir günahkârın vicdanındaki azapları duyuyordum.
Yeni Mecmua, C. 2, S. 36, 21 Mart 1918, s. 196