Müslüman alimlerin insanlığa ‘cerrahi mirası’
Modern cerrahi, kendini hayat kurtarmaya adayan insanların yüzyıllara yayılan yeniliklerine borçlu olduğumuz en ileri uygulamaları içeriyor. Bundan bin yıl önce, hayat kurtarma aşkıyla yanıp tutuşan Müslüman alimler, üç çeşit ameliyatı başarıyla yapabiliyordu: Damar cerrahisi, genel cerrahi ve ortopedik cerrahi… Müslüman alimlerin o günlerden bugünlere bıraktıkları tıbbi mirası, o dönemde kullanılan ameliyat tekniklerini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 26.10.2018
18:15
Güncelleme Tarihi: 26.10.2018
18:21
OLAĞAN DIŞI DOĞUMLARDA NE YAPTILAR?
Zehrâvî'nin, diğer Müslüman cerrahlarla birlikte, jinekoloji alanındaki çalışmaları birçok konuda çığır açtı.
Ebelerin normal dışı doğumlarda nasıl hareket etmesi gerektiği ve plasentanın nasıl çıkarılacağıyla ilgili eğitim kitapları hazırladı. Ayrıca vajinal dilatörler geliştirerek bizzat kullanmıştı.
KANSERİ O TARİHLERDE KEŞFEDEN İBN SÎNÂ
Zehrâvî'den başka, İslam dünyasında kendi alanında çığır açan birçok cerrah bulunuyordu; bunlara örnek olarak 11. yüzyılda yaşayan ve bugünkü Özbekistan'da doğan İbn Sînâ gösterilebilir.
İbn Sînâ'ya göre, Arapçası seretan olan kanser, ilk merhalede iltihaplanmayan ve ağrıya yol açmayan soğuk bir tümördü.
İleri aşamaya ulaşan bazı kanser türleri ağrılı hale gelmekte ve çoğu durumda bunların tedavi edilmesi mümkün olmamaktaydı.
‘KANSER’ KELİMESİ NE ANLAMA GELİYOR?
İbn Sînâ, kanserin yengecin bacakları gibi merkezden çıkarak büyüdüğünü belirtir; yengecin bacağı anlamına gelen "kanser" kelimesi de adını buradan alır.
Vücut içi kanserleri hastanın haberi olmadan ortaya çıkıyordu ve bunların yol açtığı ağrıya rağmen hasta, uzun süre kanserle yaşayabiliyordu.
Cerrahi müdahale uygulanabilen tek kanser türü "sınırlı kanserler" idi. Burada, tümörün tamamının alınabilmesi için, açılan kesiğin kusursuz olması gerekiyordu. Yine de ameliyat her zaman kesin sonuç veremiyordu, zira birçok örnekte kanser yeniden nüksediyordu.
BAKIR VE KURŞUNUN KANSERİ ÖNLEMEDEKİ FAYDASI
İbn Sînâ, hastalığın yayılmasını kolaylaştırdığından bahisle, kadınlarda göğsün ameliyatla alınmasının aleyhinde görüş bildirir.
Ayrıca hastalığı iyileştirmemekle beraber bakır veya kurşun oksidin kanserin yayılmasını önlemede etkili olabileceğine dikkat çeker.
Zehrâvî gibi, birçok konuda görüş bildiren İbn Sînâ, mesane taşlarının tutulması konusunda şunları belirtir: "…Hasta sırtüstü yatarken kalçaları yukarı kaldırılıp sallanırsa taş, geçidin uzağına doğru hareket eder… İdrar çıkar, parmak marifetiyle taşı gövdenin uzağına doğru itmek de mümkün olabilir… Bu işe yaramazsa, sonda kullanarak taşı geriye itmek lazım gelir… Taş geçerken zorlanıyorsa, kuvvetli itilmemelidir."
Bu yaklaşım, modern ürologların geçişi engelleyen posterior idrar yolu taşını çıkarmak için bugün kullandığı yönteme çok benzer. Taş sonda yardımıyla ya da endoskopik olarak geri itilmektedir.
MÜSLÜMAN ÂLİMLERİN İNSANLIĞA MİRASI
İbnü'l Kuff'a göre, genellikle idrar yoluna ya da mesane boşluğuna takılıp kalmaları ve burada daha kolay hissedilebilmeleri sebebiyle büyük mesane taşlarının cerrahi yoldan tedavisi küçük taşlara göre daha kolaydır.
Bütün bu delillerden anlaşılacağı üzere, bundan bin yıl önce hastalar evlerinin yanı sıra hastanede tedavi ediliyordu ve buralarda onlara son derece iyi bir bakım sağlanıyordu.
Elimizde o döneme ait hayatta kalma ya da başarı istatistikleri bulunmamakla beraber, dönemin büyük cerrahları tarafından yazılmış çok sayıda not mevcuttur.
Uygulama ve araştırmalara ilişkin bu notlar, 21. yüzyılda yaşayanlar da dâhil olmak üzere tüm insanlık için cerrahiyi sonsuza dek değiştirmiştir.