Osmanlı'da ehlibeyt sevgisi: Nakîbü'l-eşraflık
Efendimizin ehlibeyti, her dönemde olduğu gibi özellikle Osmanlı döneminde Müslümanlar tarafından hürmet ve muhabbet gördü. Bunun sebebi sadece onların mücerret şahsiyetleri değil, yaptıkları hizmetler, İslâm dininin neşrinde gösterdikleri büyük fedakârlıklar ile ilim ve irfan sahasında gösterdikleri gayretlerdi. Hz. Muhammedʹin soyundan gelenlerin kayıt altına alınması ve toplum içerisinde korunup kollanması amacıyla kurulmuş olan Nakîbü'l-eşraflık Müessesesi de Osmanlı Devletiʹnde hem padişahların Hz. Peygambere olan muhabbetinin, hem de toplumun Oʹnun soyundan gelenlere beslediği sevgi ve hürmetin bir eseri olarak ayrı bir öneme sahipti. Öyle ki Sultan Abdülhamid devrinde nakîbü'l-eşraflar için Yıldız Sarayı civarında özel bir konak tahsis edilmişti.
Giriş Tarihi: 09.02.2019
16:02
Nakîbü'l-eşraflık makamına gelen kimselere berat (menşur) verilirdi. Beratlarda nakîbü'l-eşrafın görev ve sorumlulukları, bu vazifeye getirilecek kimselerde aranan özellikler de yer almaktaydı. Nakîbü'l-eşrâfların görev tebliğleri sadrazam tarafından yapılırdı. Sadrazamlar nakîbü'l-eşraf'ı ayakta karşılar, onlara gül suyu ve kahve ikram ederlerdi. İkramın ardından nakîbü'l-eşrafa samur erkân kürkü giydirilip, beratı verilerek vazifesi tebliğ edilirdi. Belirli bir vazife süreleri olmayan nakîbü'l-eşraflar ölüm, azil, sürgün veya feragat yoluyla görevlerinden ayrılırlardı.
OSMANLI’DA KURUMLAŞMA SÜRECİ
Bu makamın Osmanlı Devleti'nde kurumlaşma süreci açısından önemli dönüm noktası, II. Bayezid'in 900'de (1494) bu göreve hocası Seyyid Abdullah'ın oğlu Seyyid Mahmud'u maaşlı olarak tayin etmesiyle gerçekleşti. Bu tarihe kadar görevliler devletten düzenli bir ücret almaz ve "nâzır" unvanıyla anılırlardı. Yeni tayinle birlikte, Memlük yönetimindeki Mısır ve Suriye gibi merkezlerde aynı görevde bulunan kişinin nakîbüleşraf unvanını kullanmasından hareketle Osmanlı Devleti'nde de bu unvan benimsendi. Nakîbü'l-eşraf unvanını kullanan ilk kişi olan Seyyid Mahmud vefatına kadar bu görevde kaldı.
Nakîbü'l-eşraflar görevlerini genellikle kendi ikametgâhlarında yerine getirirlerdi, ancak II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Yıldız Sarayı semtinde ayrı bir mekân tahsis edilmişti. Nakîbü'l-eşraftan sonraki en yetkili kişiye "alemdar", diğer memurlara da "çavuş" denirdi. Alemdarın en önemli görevi sancak-ı şerifi taşımak olduğu için bu unvanı almıştı. Konaklarında, suç işleyen sâdâtı hapsedecekleri özel yerleri bulunurdu. Hükümetle yazışmalarını doğrudan sadrazamla yaparlardı.
SEYYİD VE ŞERİFLERİN ÖZEL KIYAFETLERİ
Seyyid ve şerifler özel kıyafet giyerlerdi. Bunun için Osmanlı öncesi dönemde yeşil, siyah ve kırmızı gibi farklı renklerin seçildiği görülür. Osmanlı döneminde ise Abbâsîler'de başlayan ve daha sonra sıkça kullanılan yeşil sarık giyme âdeti düzenli biçimde uygulandı. Hatta Osmanlılar, yeşil rengi şeriflerin alâmeti saydıklarından Mekke emîri olan şerife gönderilen nâmelerin keselerinin, hil'atlerin ve harvanîlerin yeşil renkte olmasına özen gösterirlerdi. Nakîbüleşrafın resmî elbisesi XVIII. yüzyıldan itibaren kazasker elbisesiyle aynı olup en belirgin farkı kavuğu üzerine yeşil sarmasıydı. Nakîbüleşraflık hilâfetin ilgasıyla birlikte kaldırılmıştır. (Kaynak: TDV,İslamansiklopedisi, NAKÎBÜLEŞRAF, Müellif: Ş. Tufan Buzpınar)