Hz. İbrahim’in hakkı tebliğ etmesi ve kavminin tutumu
Hz. İbrahim Yahudi ve Hristiyanların iddia ettikleri gibi ne Yahudi ne de Hristiyandı. Hz. Peygamber Muhammed (sav) zamanındaki ehl-i kitab Peygamberlerin atası ve tevhid mücadelesinin sembolü olan Hz. İbrahim'i kendilerinin dininden zannederlerdi Yüce Allah onların bu yanlış düşüncelerine gayet açık bir cevap vermektedir.
"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyandı; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi." (Al-i Imran, 3/67),
"Kitapta İbrahimi de zikret, O, şüphesiz dosdoğru bir peygamberdi." (Meryem, 19/41),
"Doğrusu İbrahim yumuşak huylu, çok içli ve kendisini Allah'a (ve Allah'ın dinine) adamış bir kimse idi. (Hud, 11/75),
"And olsun ki, Biz, İbrahim'e daha önceden rüşdünü verdik. Ve Biz, onu biliyorduk." (el-Enbiyâ, 21/51).
Öncelikle Hz.İbrahim Musa ve İsa peygamberlerden çok önce gelmiştir. Yahudi ve Hrıstiyanlar ise kendilerine gelen tevrat ve incili tahrif edip bozmuş bir çok hükmünü değiştirmişlerdi. Yahudilik ve Hristiyanlığın Hz. İbrahim'den çok sonraları gelen iki kavmin dini olduğunu düşünemeden İbrahim'i kendilerinden saymaya kalkışmışlardır.
"Zalimler Ahdime Erişemez"
Hz. İbrahim Kavmini tevhid inancına davet edip zalim hükümdar Nemrut ve müşrik Babil halkının iman etmeleri için bunca gayret sarfetmesine ragmen artık bunların iman etmeyeceklerini anlamış ve bu ülkeden hiçret etmk üzere ayrılırken Allah'a ona tesellide bulunmuş, onu ümmete ve bütün insanlara önder yapacağını müjdelemişti.
"Hatırla ki, Rabbi İbrahimi bazı kelimelerle denemişti de hepsini yerine getirince Allah: Seni insanlara "imam" yapacağım, demişti. O da zürriyetimden de, demişti. Allah, zalimler ahdime ulaşamazlar, demişti." (el-Bakara, 124). Ancak Hz. İbrahim'in: "zürriyetimden de" deyince Allah onun zürrüşetinde zulüm edip de Allah'ın emirlerine uymaktan uzak kalanların Allah'ın rahmet ve ahdine ulaşamayacaklarını haber vermis olması son derece önemli bir ilâhi mesajdır.
Bu bir hüküm ve prensiptir. Tüm Müslümanlar için İbrahim (as), Allah'ın emirlerini yerine getirdiği için Allah kendisini "insanlara imam" yapmayı ahdetmişti. Allah'ın ahdi İbrahim'i imam yapmaktı. İbrahim (as), bu görevin kendinden sonraki soyuna da intikalini istemişti. Allah ise, imamet işinin yalnız ve yalnız Allah'ın hükümlerini icra eden insanlar için söz konusu olduğunu bildiriyor. Çünkü imamet, işi Allah'ı yeryüzünde yücelterek O'na işbadet ederek emir ve yasaklarını yer yüzünde uygulama görevi ile görevlendirilmiş demektir. Zulüm ise Allah'ın hoşlanmadığı en çirkin fiillerden biridir. Onun için "zalim olanlar ahdime erişemez" buyurmaktadır.
Buradaki istisna İbrahim'in (as) soyundan zalim kimselerin de gelebileceği ifade edilmektedir. Bu gibi kimseler Allah'ın değil, kendi heva ve heveslerinin uygun gördüğüne tabi oldukları için onların insanlara önder/imam olamayacağı buyruluyor.
Buradaki zulüm kavramı da, başkasına haksızlık eden, zorba kimseler kast edilmekle baraber imametle alakalı olduğu gibi İslam'ın hükümlerinin toplum içinde bir yönetim erki bünyesinde uygulanıp uygulanmamasıyla alakalıdır.
İslam alimleri ve müfessirler bu ayeti açıklarken "Emir/yönetici/imam, eğer Allah'ın hükümlerini uygularsa ona itaat edilir, arkasında namaz kılınır, verdiği hükümlere, emir ve kararlara uyulur" demektedirler.
Bu ayetteki hükme göre; müminler hiçbir zaman velayetlerini kâfir, zalim ve fasıklara teslim etmezler. Velayet/yönetim hakkı ancak ve ancak müminlere aittir. Onun için Müminlerin adil bir imama mükemmel bir idareciye itaat etmeleri, zalim yöneticilere ise karşı çıkmaları ve yanlışlıklarını dile getirmeleri gerekir. Bu dini bir emir ve görevdir.
Hz. İbrahim'in İman'a Daveti
İbrahim (as), toplumunun içerisinde bulunduğu şirki yok etmek ve yerine tevhid inancını hakim kılmak ve yaygınlaştırmak için halkı davete başlayınca karşısına muhatap olarak ilk kişi babası çıkmıştı. Onun için Hz. İbrahim, Peygamberlik görevini ilk önce babasını tevhid inancına davet etmekle başlatmış oldu.
Yüce Rabbimiz Allah (cc) Kitabı Kur'ân-ı Kerim'de olay ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"Kitap'ta (Kur'an'da tevhid inancının en büyük öncülerinden olan) İbrahim'i de an! O, son derece sıddîk/doğru sözlü (sözünde duran, ahlâk abidesi) bir peygamberdi. Vaktiyle babasına: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası dokunmayan bir şeye niçin ibadet edersin? demişti. Babacığım! Sana gelmeyen bir ilim bana geldi, (ben Peygamberlik görevi ile görevlendirildim ve bana vahiy indiriliyor) bana uy ki, seni dosdoğru/hak ve hidayet yoluna ileteyim. Babacığım, şeytana tapma! Bilmelisin ki şeytan Rahmân'a isyan etmiştir. Babacığım, doğrusu Rahmân (olan Allah)'ın azabı sana dokunur da şeytanın velisi (yandaşı) olursun diye korkuyorum." (Meryem, 19/41-45)
Babasını İslâma davet ederken gösterdiği bu güzel ve yumuşak davranış karşısında babası hırçınlaşarak, dininden ve inancından -oğluna dahi olsa- taviz vermek istemiyordu.
Bir babanın çocuğuna karşı üstün ve güçlü olma halini de kullanarak İbrahim'i korkutmak ve vazgeçirmek kastıyla sert bir çıkışla şöyle diyor:
"(Babası) Dedi ki: "İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bu yaptığın ve söylediklerinden vazgeçmezsen, seni öldüresiye taşa tutarım. Şöyle uzun bir süre benden uzak dur, gözüme görünme. (İbrahim) Dedi ki: "Selâm olsun sana! (Sağlık ve esenlik içinde ol!) Ben, Rabbimden seni affedip bağışlamasını dileyeceğim. Çünkü Rabbim bana gerçekten çok merhametli ve çok lütufkârdır." (Meryem, 46-47)
Babanın çocukları üzerindeki haklarını düşünerek olayı deüerlendirdiğimizde, Hz. İbrahim'in bu hareketi oldukça güzel ve örnekliğe şayandır. Çünkü baba, Müşrik dahi olsa, onun çocukları üzerinde önemli hakları bulunmaktadır. Hz. İbrahim de bu hakları göz önünde bulundurarak, ilk etapta babasına karşı yumuşak davranmış, babasının sert tepkisine rağmen bu yumuşaklığını sürdürmüştür.
Ancak bu, Hz. İbrahim'in inançlarından veya dininden taviz vereceği anlamına gelmez. Nitekim, İbrahim (as), peygamberlik görevi gereğince babasının itaat ederek Allah'ın dinine bağlanmasını arzu ediyordu. Diğer taraftan da tapınmasını istediği putlara kesin olarak sırt çevirmişti.
İbrahim (as), diğer peygamberlere verildiği gibi tebliğ esnasında peygamberliğini ispatlayan bir mucize verilmemişti. Zaten kendisi de bundan bahsetmemektedir. Diğer peygamberler hep "işte bu Allah'ın peygamberi olduğumun delilidir, bu bir belgedir" deyişi, İbrahim'de mevcut değildi. Fakat en büyük mucizeyi Allah Onlara bizzat göstermişti. Ateşe atılmasına rağmen yanmaması ilahi bir mucize idi. Bunun yanında Hz. İbrahim'e bir çok peygambere verilmeyen mükemmel bir anlatım ve mantık güçlülüğü verilmişti. Konuşma, hitabet güzelliği, ikna etme kabiliyeti Onun en belirgin özelliği idi. Buna rağmen bu putperest toplumdan çok az bir kesim iman etmişti.
"Hatırla! o babasına ve kavmine: "Nelere tapınır kulluk edersiniz?" demişti. Onlar: "Birtakım putlara tapınırız ve onlara tapınmaya devam eder gideriz" dediler. Dedi ki: "Acaba bunlar dua ettiğinizde sizi işiti (p duanızı kabul ede)rler mi? (yakarış ve çağrılarınıza cevap verebilirler mi?). Yahut size fayda ya da zarar verirler mi? Onlar: "Hayır, (hiçbir çağrımıza kulak vermez, bizi görmez ve işitmezler) ama biz atalarımızı böyle yapar bulduk" dediler. Dedi ki: "Gördünüz mü şu sizin ve önceki atalarınızın ibadet ettiklerini? Onlar benim düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin (insanların, cinlerin ve bütün yaratılmışların) Rabbi (olan Allah) dır. O, beni (yoktan) yaratandır ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren de içiren de O'dur, Hastalandığımda bana şifâ veren O'dur, Beni öldüren, sonra diriltecek olan da O'dur, Kıyamet gününde bana günahımı bağışlamasını ümit ettiğim O'dur, Ya Rab! Bana bir hüküm bağışla ve beni dürüst ve erdemli kimseler arasına kat. "Daha sonra gelecek (ümmet) ler arasında bana bir lisan-ı sıdk bağışla! (Daha sonra gelecek nesiller ve ümmetler arasında beni övgüyle, doğrulukla ve iyi bir kul peygamber diye anılanlardan eyle). Ve beni Na'îm cennetinin mirasçılarından eyle ve babamı da bağışla; çünkü o (yolunu şaşırıp) sapıtanlardandır. (İnsanların) öldükten sonra diriltilecekleri gün, Allah'a tertemiz arınmış bir kalple gelip teslim olandan başkasına mal ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni utandırma!" (eş-Şuarâ', 70-87)
Kur'ân'ın anlattığı İbrahim, hep bir topluluk karşısında onlarla tartışırken ve onlara tek ve yüce bir Rabb ve ilah olan Allah'a iman etmelerini davet ederken görülür. Kimi yerde sert, kimi yerde yumuşak fakat çok güçlü bir mantıkla karşılarında hiç sarsılmadan, gevşemeden dimdik ayakta duruyor. Ne korku, ne heyecan, ne uzlaşma. Kavmiyle yaptığı diğer bir tartışmayı Kur'ân-ı kerim şöyle anlatıyor:
"Gece onu (İbrahim'i) bürüyüp örtünce bir yıldız gördü: "(Ey şu yıldızlara tapan müşrikler! İddianıza göre) bu muymuş benim Rabbim?" demişti. O (yıldız) sönüp gidince de: "Ben öyle sönüp gidenleri sevmem" demişti. Sonra doğmakta olan Ay'ı görünce de; "Bu muymuş benim Rabbim?" demiş o da kaybolunca: "Gerçekten, eğer Rabbim beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapıklığa düşen kimselerden olurum!" demişti. Sonra doğmakta olan güneşi görünce: "(Ey ahali! Sizin dediğinize göre) Rabbim bu olmalıdır; çünkü bu daha büyük!" demişti. O da batınca: "Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden tamamen berîyim/ırağım" demişti. Ben (batıl dinlerden uzaklaşarak) özümle gökleri ve yeri Yaratan'a yöneldim, ben asla (sizin gibi Allah'a ortak koşan) müşriklerden değilim!" dedi." (el-En'âm, 6/76-79)
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, Hz. İbrahim'in (as) içinde yaşadığı kavim ve toplum putperest bir toplumdu. Tapınmak için de gök cisimlerini kendileri ile Allah arasında aracı tanrılar edinmişlerdi. Onların zihninde ve kültürlerinde mutlak bir yaratıcı olsa bile, O'na ulaşmak için yardımcı ve aracı tanrılara ihtiyaç vardı.
Hz. İbrahim'in yaşadığı Babil halkı yıldızlara, Ay'a, Güneş'e ilahi kutsal fonksiyonlar yüklemişlerdi. Oysa yıldız, bırakın ilah olmayı, aydınlıkta kendisini gösteremeyecek kadar acizdir. Keza Ay ve Güneş de, Allah'ın yarattığı, ve ancak kendilerine verilen görevlerle yetinen birer cisimdirler.
Bunlar nasıl ilah olabilirler ve insanlara nasıl hükmedebilirler? En önemlisi insan bunlara nasıl kulluk edebilir? Elleriyle yaptığı, yonttuğu, şekillendirdiği heykellere bağlanmak kadar zavallılık ve hüsran olur mu?
Hz.İbrahim'in (as) bu sözlerine toplumu tam bir öfke ile karşılık veriyor ve onunla tartışmaya başlıyor:
"Aralarında yaşadığı halkı onunla tartışmaya kalkıştı. O da dedi ki: "(Allah) beni doğru yola iletmişken benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Ben ise O'na ortak koştuğunuz (cansız) şeylerden (ve tehditlerinizden) korkmam. Rabbim bir şey dilemiş ise o olur. Rabbim her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız? Allah, (bunlara tapılacağına dair) hiçbir delil ve belge indirmediği şu O'na ortak koştuğunuz (putlara tapındığınız) halde siz korkmuyorsunuz da sizin O'na şirk koştuğunuz (cansız) şeylerden ben neden korkayım ki? Rabbim ne dilerse o olur. Şimdi bu (Allah'a şirk koşanla, koşmayan) iki gruptan hangisi daha çok güven duyması gereken (güvende olmaya daha layık olan) gruptur? Eğer biliyorsanız (söyleyin). (el-En'âm, 6/80-81)
Halbuki yüce Rabbimizin hükmü bu konuda şöyledir: " İman edenlere ve imanlarına zulüm (şirk) bulaştırmayanlara gelince; işte korkudan emin olup kendilerini güven içinde hissetme onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır." (el-En'âm, 6/82)
"......."Şayet Benden size doğru yolu gösteren bir rehber gelir de kim o rehbere uyarsa o kimselere hiçbir korku olmayacak, hiç üzülmeyecekler de…" (el-Bakara, 2/38)
" İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz güçlü delillerimizdir. Dilediğimiz kimselerin derecelerini kat kat yükseltiriz. Şüphen olmasın ki senin Rabbin Hakîm'dir ve Alîm'dir (tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O her şeyi hakkıyla bilendir)." (En'am, 83)
Prof.Dr. Ahmet Ağırakça
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.