Bundan birkaç sene önce bir Alman radyo kanalı vaizlerle ilgili bir araştırması için vaazımıza gelip röportaj yapmak istedi. Sormak istedikleri konular kolayca tahmin edileceği gibi güncel meseleler ve İslam'ın kadınlar konusundaki yaklaşımları ile ilgiliydi. Onları –ve başkalarını- memnun edecek şekilde bir şeylerin üstünü örtüp diğer bazı şeyleri abartıyla öne çıkararak hoşlarına gidecek ve aferin alacak şekilde konuşmak o kadar kolaydı ki. Ama yapamazdım. İnandığım din ve onun kitabı ilahi düzenin bir parçası, hatta onun bir açıklamasıydı. Ona böyle bir işlem uygulamak beni onun dışına atmakla kalmaz "sen onların dinine girmedikçe senden hoşnut olmayacaklar" (Bakara 2/120) hükmünce onların hoşuna gitmek amacını da gerçekleştirmezdi. Anlatmak istediklerimi öyle bir temel kavrama oturtmalıydım ki her şeyi açıklarken o kavrama bağlayabileyim ve aralarında tutarsızlık olmasın. Günlük işler akıp gider ve ben cesedimi bir işten ötekine sürüklerken aklımın bir köşesinde hep bu konu vardı. İslam'ın dünya hayatına dair bizden uymamızı istediği esasların hepsinin ortak amacı neydi? Söz gelimi ana babamızla, eşlerimizle, çoluk çocuğumuzla ilişkilerimizde hangi esasa göre hareket edersek sınırları aşmaz, yoldan şaşmazdık? Ya da dünya ile ahireti nasıl bir arada götürür, birine yönelirken ötekinden uzaklaşmazdık? En temele onu koyduğumuzda bütün bu detaylarda bize yol gösterecek bir üssül esas, kilit taşı bir kavram var mıydı? İslam'ı tek kelimeyle anlatın deseler bir çırpıda söyleyivereceğimiz ve dünyadan ahirete, maddeden manaya her şeyi kendisiyle açıklayabileceğimiz bir kelime…
Bir sabah gözlerimi açtığımda aradığım o kelime kafamda pırıl pırıl yanıyordu: Denge.. (Bu tarz açıklamaların hep biraz kurgusal olduğunu düşündüğüm için gerçeği süsleyerek anlattıkları zannıyla azıcık tahfifle dinlediğim bütün anlatıcılardan özür dileyerek gerçekten kelimesi kelimesine böyle olduğunu itiraf ediyorum.) İslam'ı tek kelimeyle anlatın deseler "denge" onun bütün aksamını kapsayacak denli esaslı bir kelimeydi. Bu dinin karakteri her türlü aşırılıktan uzak, mutedil bir karakterdi. Onun peygamberi de öyleydi ve isterse ibadetlerle ilgili olsun bütün aşırılıklara karşı çıkmış, itidali en büyük mertebe olarak göstermişti.
Bütün hayatını sistemlerin tutarlılığı üstüne çalışmaya adamış olan matematikçi ve felsefeci Kurt Gödel'in "İslam'ı severim: O, tutarlı bir dindir ve açık fikirlidir." sözünü duyunca bizim kainat düzenini bozduğumuz gibi bu cânım dinin düzenini ve tutarlılığını da kendi aklımız aldığı, canımız istediği kadar sağa sola yaranmak için nasıl bozmaya kalktığımızı hatırladım. Elbette bunu sadece bu devrin insanı yapmadı. Geçmişte de çok çeşitli gerekçelerle dini olduğu gibi bir üst sistem olarak kabul etmek yerine inanç, ahlak ve hukuk boyutlarını kendilerine uydurmaya çalışırken çekiştirenler, sündürmeye çalışanlar hep olmuş. Bir yapının temel unsurlarını bozmadan onu tezyin ederek kullanışlılığını artırmak başka, güya kullanışlılık adına onun taşıyıcı temel unsurlarını tağyir ederek tanınmaz ve asli haliyle varlığını sürdüremez duruma getirmek başka şeydir.
Evreni yaratanla dini indiren aynı akıl olduğundan evrenin işleyişini açıklayan temel kavramın İslam'ı da açıklamasından daha normal ne olabilir? Evrendeki düzen nasıl "denge" üzerine kurulu ise dinin sistemi de "denge" üzerine kuruludur. Denge aynı zamanda tutarlılık ve hakkaniyet (adalet) demektir ki her türlü sistemin aksamadan yaşaması için ögelerinin birbirinin varlığını destekleyecek bir tutarlılık ve herkesin hakkına zahmetsizce ulaşabileceği bir adalet ile yürümesi gerekir. Bu nedenle ibadet hayatımız sosyal hayatımızı, iş hayatımız aile hayatımızı, dünyamız ahiretimizi sarsmadan yürümelidir. Bunların tersi için de durum aynıdır. Hazreti Peygamber (sav)'in bazı sahabesinde gördüğü ruhbanlık eğilimlerini onaylamaması ve bir başka konu ile ilgili olarak "Aşırıya gidenler helak oldular!" (Müslim) buyurması, ibadetleri ölçüsüz miktarlarda artırmak isteyenleri "Bu din kolaylıktır. Kimse (aşırı gayretle) dini geçmeye çalışmasın, (başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksiklikleri kalır ve) galibiyet dinde kalır." (Buhari, Müslim) diyerek uyarması hep dengenin korunmasına yönelik ikazlardır. Hazreti Peygamberin ve sahabesinin hayatlarını okuduğumuzda gördüğümüz normallikle bazı tabakat kitaplarında okuduğumuz olağanüstü hayat hikayelerindeki anormallik bu açıdan dikkate şayandır. Kanaatimce her hangi bir konuda mutedil olmak aşırıya kaçmaktan her zaman daha zordur. İşinde gücünde normal bir insanın yüksek bir ahlakı bu günlük hayatın içine sindirmiş olması ve o sıradanlık içinde bir yüceliği barındırması, işte asıl üstünlük budur.
Bu duruma bir örnek olmak üzere milletçe en son yaşadığımız sarsıntıyı hatırlamakta yarar var. Yaptıklarının haklılığını ispat etmeyi herkes tarafından kontrol edilebilecek dinimizin evrensel kaynaklarına değil de doğruluğu kanıtlanamaz olağanüstü hikayelere, rüyalarda görüşmelere, her mecliste Peygamber için ayrılan sandalye ve tabaklara bağlayanlar bir nesli bu yolla tahrip etmişlerse bunda milletçe pek itibar ettiğimiz kişi kültünün ve dini tek boyutlu olarak yaşamamızın payı yok mudur? Çocukluk yıllarından itibaren sürekli normal dışının sorgulanmadan yüceltildiği bir kültürde büyüyen insanlar kişinin kendinden menkul her keramete inanır, hatta yoksa kendisi üretir hale gelmişse bunda sıradan görünen hayatlar içindeki fevkalade asil ve güzel müslümanlıklara değil de ağlayıp sızlamalara, ayılıp bayılmalara, rüyalara, kokulara, vehimlere dayanan öykülere prim veren bütün toplumun bir payı yok mudur?
Dini hayatın kemali ancak itikadı, ahlakı ve hukuku ile bir bütün olan İslam'ın bütün unsurlarına aynı özen gösterildiği zaman gerçekleşecektir. Nitekim örnekleri Peygamber olan sahabe de böyle davranmış akıllarını, vicdanlarını ve davranışlarını bir bütün olarak denge içinde geliştirmişler; bu yolda yürürken de ispatı mümkün olmayan bilgilere asla itibar etmemişlerdir. Kendisine Peygamber as'dan öğrendiği bir tatbikatı hatırlatan Ebû Musa el-Eş'arî'ye "ya delil getirirsin veya elimden çekeceğini sen bilirsin" diyen Hz. Ömer'in, Ebû Musa'nın şahit getirmesi üzerine "Ben seni itham etmiyorum. Fakat halkın Rasulullah hakkında gelişi güzel konuşmasından korkuyorum." demesi bu konuda izlememiz gereken yolu gösteren bir sahabe tatbikatıdır. Dinimizi öğrenir ve yaşarken bilgiden çok şahıslara dayandığımızda dinin o güzelim mutedil yapısını bozuyor, ilahi düzenin kuşatıcı ve tutarlı yolunu bırakıp sınırlı akılların, taşkın nefislerin ve kendisi rehbere muhtaç ruhların rehberliğine girmiş oluyoruz vesselam.