Eskiden beri, ülkelerin ve toplumların "öz kaynak"larının başında; adına "sosyal sermaye" dediğimiz insan unsuru geliyor. Kesintisiz devam eden kültür ve medeniyet savaşlarında; aktif "nüfus"u yüksek olanların, etkin "nüfuz" alanları ve oranları da büyük oluyor.
İşte bu yüzden, Cumhuriyet tarihi boyunca; dahili ve harici bedbahtlarımız, Türkiye'nin nüfus artışını azaltmak, durdurmak ve hatta geriletmek için her yola başvurdular. Şeytanın günahları süslü göstermesine yahut güzel sebepler ileri sürerek teşvik etmesine benzer bir şekilde; bu ihanetlerine, masum ve makul görüntüsü verecek kılıflar, bahaneler uydurdular.
Farklı zamanlarda, muhtelif kalıplar içinde, yeni takdim metot ve usulleri geliştirerek; adına "doğum kontrolü, nüfus planlaması, aile planlaması" dediler. Yabancı misyon kuruluşları ve onların yerli işbirlikçileri üzerinden; doğum kontrol hapı yazanlara ve satanlara, zaruret süsü vererek kürtaj yapanlara, kadınların rahimlerine müdahale ederek doğurganlıklarını ortadan kaldıranlara döviz bazında cazip "teşvik pirimleri" ödediler.
Gıdalar, ilaçlar, aşılar, temizlik ve kozmetik ürünleri aracılığıyla; kadınlarımızı ve erkeklerimizi kendi istek ve iradeleri dışında kısırlaştıran operasyonlar yapıldı. Tarlamıza ve ovamıza, yurdumuza ve yuvamıza; ekinleri ve nesilleri ifsad eden "hibrit tohum"lar atıldı.
Bütün bu tezgahlar ve tuzaklar, kısmen ya da tamamen, öngörülen sonuçları doğurmuş olmalı ki; aile istatistikleri, ciddi düzeyde "alarm" veriyor. Son yıllarda, sosyal ve siyasal gerekçelerle, her fırsatta tekrar edilen "en az üç çocuk" ikazına ve uyarısına rağmen; nüfus artışımız, yıldan yıla, adım adım geriliyor.
İŞARETLER DOĞRU OKUNMALI
Şüphesiz, değişik alanlarda ve konularda yapılan istatistik çalışmalarının sistematik sonuçları; sadece "sayısal veriler" değildir. Doğrudan ya da dolaylı muhataplarının; yolunu aydınlatan, yönünü hatırlatan "işaret"ler olarak görülmelidir.
Bu açıdan bakıldığında; artık endişe duyulması, tedbir alınması gereken bir gidişat var. Birden fazla sebep bir araya gelip; en büyük gücümüz ve imkanımız olan "sosyal sermaye"mizi, kademeli olarak "iflas"a doğru götürüyorlar.
Her şeyden önce, üç nesli bir arada bulunduran ve ikinci halka akrabaları da içine alan "geniş aile"ler azalıyor; sadece anne, baba ve eğer varsa çocuklardan meydana gelen "çekirdek aile"ler çoğalıyor. Böylece, çocuk sahibi olacak anneler ve babalar; büyük anneler ve büyük babalar ile diğer yakın akrabaların yardımından, desteğinden mahrum kalıyor.
Toplumda, giderek artan oranda; hiç evlenmeyen yahut evlenemeyen kadınlar ve erkekler, hiç çocuk sahibi olmayan veya olamayan eşler var. Bunlar, yaşlılık dönemlerinde sahipsiz kalıyor; ölüp gittiklerinde, yerlerini boş bırakıyorlar.
Evlenme yaşı, yıldan yıla büyürken; doğurganlık süresinin, giderek kısaldığını görüyoruz. Ayrıca, her yıl daha fazla sayıda ve oranda; eşlerin boşanmasına, yuvaların yıkılmasına, ailelerin parçalanıp dağılmasına şahit oluyoruz.
Kadınların çalışma hayatına katılmaları ve katkıda bulunmaları arttıkça; çocuk isteme süreleri ve sayıları azalıyor. Ekonomik özgürlükler çoğaldıkça, refah seviyeleri yükseldikçe, kişisel konfor anlayışı ve alışkanlığı geliştikçe; annelik ve babalık duyguları zayıflıyor, aile bağları çözülüyor.
Bütün bunların doğal sonucu olarak; hem yaşlanma, hem de azalma sürecine girdik. Her türlü sosyal ve ekonomik destek uygulamalarına rağmen, nüfus artışını sağlayamayan Avrupa ülkeleri gibi; duraklama ve gerileyip düşüşe geçme çizgisinin başına geldik.
ERKEN TEDBİR ALINMALI
Artık kendi ayakları üzerinde durma ve toplumsal varoluş denklemini yeniden kurma mücadelesi veren Türkiye'nin; bu konuda da acil ve etkin tedbirler alması gerekir. Sorunun farkında olunduğunu gösteren ve çözüm yoluna doğru giden örnek, öncü adımlar hem daha hızlı, hem de daha yaygın hale getirilmeli; alınan tedbirlere yenileri eklenmelidir.
Öncelikle ve özellikle, yetişme çağındaki çocuklara ve gençlere; evlenip yuva kurmanın, evlat sahibi olup anne-baba haline gelmenin gereğini ve önemini iyi anlatmalıyız. Örgün ve yaygın eğitim programlarıyla, onları aile hayatında üstlenecekleri rollere, görevlere hazırlamalı; doğru zamanda, doğru evlilikler yapmanın ve yürütmenin yolunu aydınlatmalıyız.
Günü geldiğinde, evlenme niyeti ve gayreti içine giren gençlerin önüne çıkan yahut çıkarılan sosyal ve ekonomik engeller; gerekirse devlet ve toplum müdahalesi ile ortadan kaldırılmalı. "İçinizden bekarları evlendirin" mealindeki ilahi mesajın manasına, maksadına uygun olarak; üçüncü şahıslar tarafından, onlara her anlamda destek olunmalı.
Geniş aile modelini tercih edenlere; özel avantajlar sağlanabilir. Konut amaçlı inşaat projeleri, buna göre planlanabilir; ev sahibi olmak isteyenlere, kolay ve ucuz kredi imkânları sunulabilir.
Annelik, öncelikli ve öneli işlerden, mesleklerden, meşguliyetlerden biri kabul edilip; kendi rızaları ile çocuk sahibi olan kadınlar, sosyal ve ekonomik yönden desteklenmelidir. Daha fazla doğum yapmak, daha çok çocuk yetiştirmek; daha ziyade imkân ve itibar anlamına gelmelidir.
Hayati tehlike dışında; kürtaj uygulamalarına ve doğurma periyodunu uzatan sezaryene engel olunmalı. Hastanelerin kadın doğum servisleri; bu açıdan sıkı denetim ve gözetim altında tutulmalı.
Dost ve kardeş ülkelerden gelerek, himayemiz altına giren "muhacir"leri; külfetinin yanı sıra, "nüfus" ve "nüfuz" gücümüzü artıran bir nimet olarak da görmeliyiz. Onları, toplum ağacına yapılan taze aşı kabul edip; her açıdan bir fırsata dönüştürmeliyiz.
Ayrıca; çocuk ölümlerini asgariye indirmek için, ek tedbirler üretilmeli. Yerli ya da ithal gıda, ilaç, temizlik, kozmetik ürünleri; tüketim bandına girmeden önce, ehil ve güvenilir laboratuvar ortamlarında tetkik edilmeli.
Sonuç olarak; sosyal sermayemizin mevcudunu korumaya, mümkününü yakalamaya, muhtemelini planlamaya ihtiyaç var. Kemiyet ve keyfiyet açısından güçlü olan ülkeler ve toplumlar; tarih sahnesinde, daha uzun ve daha iyi şartlarda kalıyorlar.