Bugünlerde genelde Türkiye'nin, özelde İstanbul'un gündeminde "deprem" var. Kişiler ve kurumlar, ayak sesleri duyulan yahut geldi-gelecek gözüyle bakılan büyük "Marmara Depremi"ni konuşup tartışıyorlar.
Her sarsıntıda bir uyanma, hatırlama, farkına varma durumu hasıl oluyor. Sonra hayat alışık ve karışık olduğu düzene dönüyor, deprem gerçeği ve getirecekleri unutuluyor.
Ancak, devlet ve millet olarak bundan daha tehlikeli bir gafletin içindeyiz. Tedbirli ve temkinli olma adına; "sağlıklı insan-huzurlu toplum" yapısının değil, depremlerde yıkılmayacak "sağlam bina"ların peşindeyiz.
Oysa, hayatın ana unsuru "insan"dır. Dünya ve içindekiler, insanların anlayış ve yaşayış biçimlerine göre şekil alır.
İnsan bozulunca her şey bozulur, insan düzelince her şey düzelir. Yaşadığımız tüm çevre ve ortamlar; insanların elleriyle, dilleriyle, halleriyle abat ya da berbat olma noktasına gelir.
Bugün insanların ve toplumların büyük çoğunluğu; hakikati inkar ve hakka isyan bataklığında. Ayağı ile toz kaldırıp, ağzı ile yutma tuhaflığında.
Yerleri ve gökleri kirletip zehirliyoruz. Dünyanın ve içindekilerin fıtratını bozup, dengesini ve düzenini altüst ederek; yaşanamaz yahut taşınamaz hale getiriyoruz.
Buluşlarla ve icatlarla birlikte; akıl, ruh, beden hastalıkları da artıyor. Yangın, deprem, sel gibi felaketlerin yanında; sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik travmalar da derinden derine sallayıp sarsıyor.
HELAK EDİLEN KAVİMLER
Alemlerin ve içindekilerin Rabbi; Adem ile Havva'dan bu yana azanları ve sapanları, inkar ve isyan içinde olanları, büyüklük taslayıp ilahlık iddiasında bulunanları, Allah'a ve kullarına karşı haksızlık ve adaletsizlik yapanları muhtelif şekillerde uyarır. İkazın işe yaramadığı durumlarda; ceza yahut imtihan için, "helak etme" noktasına kadar varır.
Tarihin ve coğrafyanın rafları, dolapları; yeryüzünden silinip giden kavimlerin izleriyle, tozlarıyla doldu. Kimi azgın sularla, kimi dondurucu rüzgarlarla, kimi şiddetli gök gürültüleriyle, kimi başlarına yağan taşlarla helak oldu.
Bugün biz de yerlerin, göklerin ve içindekilerin fıtratına aykırı davrandığımız yahut Allah'ın verdiği nimetleri amacına ve usulüne aykırı şekilde kullandığımız için zaman zaman sallanıyor, sarsılıyoruz. Yalanlı, dolanlı, hileli, hurdalı işlerimiz yüzünden; şiddetli bir şekilde uyarılıyoruz.
Sezen Aksu, bir zamanlar çokça meşhur olan "zelzele" adlı şarkısında; mesajı iyi okumuş ve anlamış. İnsanların yüzeysel bir bakışla adına "deprem" dedikleri durumu, sanki bilgece yorumlamış:
Bu gece şehirde, / Bir teveccüh var; / Can alışverişte, / Her taraf pazar; / Ayaklar altında, / Sabaha kadar; / Kubbeler hu çeker, / Kullar sallanır.
Bu nasıl ibadet, / Kimin çağrısı; / Bütün bakışlarda, / Safran sarısı; / Evler secde etmiş, / Gece yarısı; / Odalar hu çeker, / Holler sallanır.
Ne yardan haber var, / Artık ne serden; / Göz gözü görmüyor, / Topraktan kardan; / Telgraf telgraf, / Ayrılıklardan; / Direkler hu çeker, / Teller sallanır.
Nedir topraktaki, / Bu iniş kalkış; / Bir tarafta ecel, / Bir tarafta kış; / Bütün bahçelerde, / Ayin başlamış; / Ağaçlar hu çeker, / Dallar sallanır.
Ümit ve temenni ederiz ki; artık sağlam zeminlere güçlü binalar yapar ve yer kürenin zelzeleleriyle yıkılmayıp ayakta dururuz. Helak edilen kavimlerin durumuna düşmeden, doğal afetlerle barışık olmanın yolunu buluruz.
YÜREKLERDEKİ ZELZELELER
Akıllarda, ruhlarda, bedenlerde yaşanan depremlere gelince. Aslında onların çelikten kılıçları daha keskin, kıldan köprüleri daha ince.
İnsanı insan yapan değerler ölüyor, toprağı vatan yapan vicdanlar köreliyor. Yeryüzü, her gün biraz daha fazla, güvensiz bir zemin haline geliyor.
Bir yanda "açlık"tan ölenler, öte yanda "obezite" tedavisi görenler. Birilerinin siyasi ve ekonomik çıkarları için organize edilen iç savaşlar ve terör eylemleri yüzünden; yurtlarını ve yuvalarını terk edip, ölüm pahasına yollara düşerek "göçmen" yahut "sığınmacı" haline gelenler.
Gıda, ilaç, temizlik, kozmetik ürünlerinin bile "kimyasal silah" gibi kullanıldığı bir dünya. Barış, huzur, güven, eşitlik, adalet, refah gibi temel ihtiyaçlar; insanlık aleminin büyük çoğunluğu için ya çok uzak bir "ütopya" yahut uyku ile uyanıklık arasında görülen kısa bir "rüya".
Dinsizlik, imansızlık, ahlaksızlık, eşcinsellik, sınır tanımazlık yaygın ve olağan hale geliyor. Şiddetin, gasbın, adam öldürmenin, sarhoşluğun, ayyaşlığın, serseriliğin, fuhşun, zinanın, kumarbazlığın, uyuşturucu bağımlılığının, psiko sosyal bunalımların, intihar eyleminde bulunmaların oranı yükseliyor.
Herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünyanın, hiç kimse için huzurlu ve güvenli olmadığını aynel yakin olarak görüyoruz. Ahmet Kaya'nın şarkı sözleri ile ifade edecek olursak; beynimizde depremlerin olduğuna, içimizde birilerinin ve bir şeylerin öldüğüne şahit oluyoruz.
Allah bizi bu tür depremlerin de yıkımından korusun. Hakikat ilmi, Hak inancı ve fıtrata uygun yaşama biçimiyle; akıllarımız, ruhlarımız, bedenlerimiz ebediyen kurtulsun.