Doğu'dan batıya, kuzeyden güneye tüm İslam memleketi yeryüzünün en kıymetli hazinesi, memleketin her parçası da hazine üzerindeki kilit! Namahrem ellere ve necis emellere karşı kilidi korumak ise müminlere yüklenmiş bir vazife. 'İslam memleketi', fiziki sınırlarıyla belirginleşen yeryüzündeki bir kara veya deniz parçasına işaret etmekle kalmaz; içinde insan, tarih ve medeniyet değerlerini barındıran iman ve maneviyat coğrafyası demektir.
Kilid-i mülk-i İslam (İslam ülkesinin kilidi) altı asır önce Muhammed Bican Efendi tarafından Çanakkale hakkında söylenmiş bir tabir. Muhammed Bican Hz. Peygamber'in ahlakı ve nitelikleri üzerine yazdığı Muhammediye ile Türklerin peygamber sevgisi temelli din anlayışlarını şekillendiren öncü isimlerden biridir. Asırlarca okunan eseri bu coğrafyada yetişen yazarlara, şairlere ve düşünürlere olduğu kadar sıradan insanlara Allah'a imanı ve peygamber sevgisini öğreterek bilgece yaşamanın yolunu gösterdi. Eserinin bir yerinde Çanakkale ve onun kahraman evlatlarından söz ederken 'kilid-i mülk-i İslam' (İslam ülkesinin kilidi) tabirini kullanır. O dönem içinde hiçbir şehir bu tabiri almada Çanakkale'den daha layık olamazdı. Anadolu'da ve başka yerlerde pek çok Müslüman devletin ve beyliğin birbiriyle savaştığı bir zamanda, Çanakkale 'küffar'a karşı İslam'ın bekçiliğini yapanların şehriydi. Asırlarca Avrupa'da seferden sefere koşan Müslümanlar gözlerini ilk Çanakkale'de açtı; oradan Trakya'ya, Balkanlara ve Avrupa'ya yönelerek İslam'ın değerlerini insanlığa taşıdılar. Fetihler kilit şehirleri hep daha ileriye taşıdı: sonra gerileme vakti geldi ve med-cezir gibi nehir çıktığı yere döndü. Çanakkale Bican Efendi'den beş asır sonra yeniden 'kilid-i mülk-i İslam' idi. Alvarlı Efe ise Erzurum için kilid-i mülk-i İslam dedi. Ancak bu tabir ne Çanakkale ne Erzurum ne başka bir şehre mahsus bir meziyet olabilir! İslam coğrafyasının her parçası vakti geldiğinde kilid-i mülk-i İslam olacak, kilidi korumak İslam ülkesini korumak anlamına gelecekti. Sofya, Bosna, Kıbrıs, Cezayir, Kırım, Bakü, Filistin, Bağdat, Şam! Her bir şehir bir vakit kilid-i mülk-i İslam oldu.
15 Temmuz ülkemizin kilid-i mülk-i İslam olduğu gecenin adıdır. O kilit açılsaydı İslam memleketi düşecek, kilit korunduğunda İslam memleketi istikbale umutla bakabilecekti. O kilidi korumak üzere şehit düşenler, gazi olanlar, tereddüt göstermeden sokağa çıkanlar, sadece yaşadıkları şehri korumadıklarını biliyordu. Onlar İslam memleketini ve İslam'ın istikbalini korumak için yola çıktılar. Bu nedenle 15 Temmuz hakkında yapılan benzetmeler isabetli benzetmelerdir: 1071 Malazgirt ne ise 15 Temmuz odur, Niğbolu ne ise 15 Temmuz odur, 1453 ne ise 15 Temmuz odur. Haçova savaşı veya Çanakkale savaşı ne ise 15 Temmuz odur. İstiklal harbimiz ne ise 15 Temmuz odur. Orada kim kimle savaştı ise burada aynısı oldu! Gayeler bir, değerler aynı, cepheler değişmedi! Öteki cephede de değişen bir şey yok: sadece bu kez 'kiralık' zümreler kullanarak insan tasarrufunda bulundular.
Allah şehitlerimizin makamını yüksek eylesin, gazilerimize şifa versin, mülk-i İslam'ı payidar eylesin.
Medine'de dinlediğim bir hadiseyi paylaşmalıyım: O gece Medineliler camilere koşmuş, sabahlara kadar Türkiye'deki kardeşlerinin muzaffer olması için dualar, niyazlar etmişler. Böyle bir hadise daha önce Medine'de belki hiç yaşanmamıştı. Sudanlı biri yaşlı annesine Türkiye'de isyanın bastırıldığını haber verince, annesi evdeki bütün parasını çıkartarak, 'Evladım! Bunları al, Mescid-i Nebeviye git, şükür sadakası olarak infak eyle' demiş. O da annesinin emri üzerine paraları almış, Mescid'e gelmiş, sadakaları dağıtmaya başlamış. Mescidi baştan sona dolaşınca, paraların bittiğini görmüş! 15 Temmuz sadece İstanbul'da, Ankara'da veya öteki şehirlerimizde verilen mücadele ile kazanılmadı elbette; Gazze'de, Bakü'de, Bosna'da, Myanmar'da, Sudan'da, Medine'de ve Mekke'de yapılan dualarla birlikte kazanıldı.
Geleceğe Dair
Benzer hadise yaşanır mı, yaşanmaz mı? Yaşanan hadiseleri 'müslüman öyle şey yapmaz' diyerek bazen küçümsemek, bazen safiyane düşünmekten öngöremedik, bunu itiraf etmek gerekir. Kiralık neferlerin beterini yapabileceklerinden tereddüt ferasete yakışmaz. Her şeye rağmen öyle bir teşebbüsün iki temel nedenle başarı şansının olmadığını da söylemek gerekir:
Birincisi Anadolu'nun dört bir tarafında ortaya çıkan ruh ile savaşmak artık kiralık neferlerle ve taşeronlarla yapılabilecek bir iş değil; asıl sahiplerin ortaya çıkması lazım!
İkinci neden ise şehit Ömer Halisdemir'in şahsında temessül eden cesaret, fütüvvet ve kahramanlıktır. Hz. Peygamber Hz. Ali için 'Yiğit Ali'dir (La-feta illa Ali)' buyurdu. Yüzyıllardır bu topraklarda bu hadis okunur, Hz. Ali'nin yiğitlikleri örneklerle anlatılırdı. Şimdi o hikayelerin niçin okunduğunu daha iyi öğrendik: Vakti gelince bir Ömer Halisdemir çıksın diye! Her gün birkaç şehidin kanıyla sulanan bu topraklarda Allah ona öyle bir şehitlik nasip etti ki, milletimiz ile 'peygamber ocağı' arasındaki suni perdeleri yaktı geçti. Onun fütüvveti ve cesareti asırlardan beri gelen cihat ve mücadele mirasına sahip kurumun üzerine sinmiş tozları silmiştir. Herkes safını seçmiş, ne yapacağını öğrenmiştir.
Allah milletimizi ve memleketimizi afet ve sıkıntılardan muhafaza eylesin.