İslamofobinin Müslümanlar arasında yol açtığı en önemli sorun, güvenin yitirilmesidir: Müslümanlar kendilerine, toplumlarına, geleneklerine ve inançlarına güvenlerini kaybettiler. Dışarıya karşı hamaset dolu savunmacı tavra mukabil içeride 'bizden adam olmaz' hükmü bilinçaltımızı şekillendireli uzun seneler oldu. En basit bir nedenlerle bile böyle acımasız hükümler verebiliyoruz; çünkü başarısızlıklarla dolu bir hafızayla konuşuyoruz. Karadenizlilerce kullanılan bir deyim var: bütün emeklerini harcayıp da kendilerini beğendiremediklerinde mazeret göstermek üzere 'Bizim gömüğümüz (kemik) sevilmez!' Sorumluluğu üzerinden atarak, yapacak bir şey yok, sorun bizimle ilgili değil demektir. Genetiğin henüz bilinmediği dönemlerde kişinin kökten sevilmediğini anlatmak üzere söylenmiş bir deyimdir bu! Bir insanın davranışı sevilmiyor olabilir, görüşleri ve ahlakı beğenilmiyor olabilir; lakin 'gömük' sevilmiyorsa, yapacak bir şey kalmamış demektir. Bu dar ve vehimli bakış açısını değiştirmekle işe başlamak lazım: Kimsenin 'gömüğü' ötekine göre daha sevimli değildir. İnsanlar arasında 'kemik düzeyinde' eşitliği kabullenmek, vehimden sıyrılarak, zihnin gerçeğe yaklaşabilmesi için vazgeçilmezdir. İnsanlar arasında ayrım 'kemikte' değil, ona eklenen ve büyük kısmı elimizde olan kısımlarda ortaya çıkar.
Bir mesele belirli bir sürede çözülebilirse ona 'sorun' denilir; onu 'arızî (veya arıza)' diye nitelemek bu demektir. Sorun içinden çıkılamaz ve çözülemez hal alırsa, bireysel ve toplumsal karakter inşa ederek normal duruma döner. Günümüzdeki durum da biraz böyle oldu. Müslüman bilginler Firavunların Mısır'ında esaret hayatı Yahudilerde oluşan tabiatın yıkılabilmesi için kırk yıl çölde başıboş dolaşmalarını böyle anlamıştır. Uzun zaman diliminde yeni nesiller özgürlüğün tadına varmış, eziklik duygusundan kurtulmuş, intikam duygusundan ve özentiden uzaklaşarak Allah yolunda mücadele edebilmişlerdir. İslam toplumundaki yaygın güven sorunu aşılamazsa, özgür zihinlerden ve engin gönüllerden sadece eski menkıbeler vesilesiyle haberdar kalacağız, patoloji hakim karakter olmayı sürdürecektir.
Sorumluluğu Üstlenmek Ahlaki Bir Görevdir
Yurt dışında yaşayan insanlardan 'burada Müslümanlar sevilmiyor' cümlesini sıkça duyarız; uzun yıllar yaşadıkları toplumlar hakkındaki şahitliklerine itiraz etmek de pek mümkün değil. Hele bunun nedenleri üzerinde durmak, acaba sorun dinden mi, yoksa bireysel hatalardan mı kaynaklanıyor demek imkanı da bulamayız. Şurası kesin: Hiçbir insanın hayatı bireye mahsus bir hayat değildir; bireysel varlığının ötesinde bir tümel varlık alanına mensuptur ve tümelle ilgili –ki burada Müslümanlık veya Türklük olabilir- olumlu veya olumsuz durumlardan nasiplenir. Fakat tümelden nasiplenmenin de makul bir sınırı olmalıdır. Herkes tümel kimliğin yanı sıra birey olarak kendi varlığının sorumluluğunu taşır, başarı veya başarısızlıkları onun saygın veya itibarsız bir insan olarak görülmesini temin eder. Uzun yıllar yurt dışında yaşayan eğitimci bir arkadaşımla müslümanların Avrupa'daki durumunu konuşurken 'kahvehanede oturan, işsizlik maaşının hesabını yapanlara niçin saygı duyulsun?' demişti. Meselenin bu kısmı üzerinde ısrarla durmak gerekir. Çünkü belki ötekini çözmek uzun zaman alabilir, hatta mümkün olmayabilir. Fakat bireysel alanla ilgili sorunları çözmek mümkün olabilir. Müslümanlara yönelik haksızlıklar ve saygısızlıklar Avrupa toplumunun yüz karasıdır, bunda kuşku yok! Fakat kişisel sorumlulukları üstlenmek yerine her sorunu bir üst tümele taşımak ahlaki bir tutum olarak kabul edilemez. İslamofobi bireysel sorumlulukları örten bir mazerete dönüştürülmemelidir.
Stefan Zweig hatıralarında (Dünün Dünyası) Yahudiler için şöyle der: 'Yahudilerin paraya değer verdiği zannedilir. Aslında Yahudiler en çok bilime ve sanata değer verirler.' Bu tespitin doğru veya yanlış olması önemli değil; önemli olan yeryüzünde yaşadığımız soruna nereden bakacağımızı göstermiş olmasıdır. Yeryüzündeki Müslümanların sorunu da bu noktada tebarüz ediyor: Müslüman ülkelerden yurt dışına giden ilk nesiller, büyük sıkıntılar altında hayata tutunma sorunu altında ezildiler, tüm dikkatlerini geçim meselesine verdiler. Lakin şartlar ne kadar değişirse değişsin, eski korkular ve öncelikler, yeni nesilleri yönlendirmeyi sürdürmektedir: Hala öncelik bir bilim adamı, bir hukukçu, bir sanatçı veya düşünür veya edebiyatçı olmak değil! Kazandıkları paraları çocuklarının geleceği için olup olmadık yatırımlarda telef eden insanlar, aslında geleceklerinden harcadıklarını fark etmediler.
Asıl sorunumuz, bilim, düşünce, sanat ve hayatın temel alanlarında kurucu unsur olarak yer almamış olmaktır. İtibarsızlığımızın en önemli kısmı da bununla ilgilidir. Müslümanlar bilgi, düşünce meselesini bir ahlak ve daha çok da var oluş sorunu olarak görmek zorundadır. İslamofobiyi mazeret haline getirmekle günü kurtarabilir, bireysel kusurlarımızı örtebilir, gerçekle yüzleşmek yerine hayalde yaşayabiliriz. Fakat öyle bir konforu tercih etmek, istikbali heba etmek demektir. Artık özgür nesiller için "çölde kırk sene" de yeterli gelmeyebilir!
Ekrem Demirli