Bir insanın Müslümanlığını ayakta tutan kurucu ibadetlerden birisi hacdır. Hac kelime-i şehadetin ardından gelen dört kurucu ibadetten birisidir. Bu itibarla hac belirli bir zamanda ve mekanda Allah'ın evini ziyaret etmek demektir. Sufi metafizikçiler evi daha özelleştirerek onu Allah'ı ziyaret etmek şeklinde yorumlarlar. Bu itibarla hac paradoksal bir sırrı gizleyerek İslam'ın iman ile akıl arasında kurduğu karmaşık ilişkiyi izhar eder: her yerde hazır ve nazır olana belirli bir mekan ve belirli bir zamanda yolculuk fikri insan aklını hayrete düşürür. İbadetler için belirlenmiş şartlar olsa bile hac zaman ve mekan şartının bir araya geldiği yegane ibadettir. Senenin belirli bir gününde yeryüzünün bir bölgesinde Allah'ın davetine icabet eden insanlar, 'hacı' adını alarak, yeni doğmuş gibi geri dönerler; doğumdan daha çok öte dünyadan gelmiş gibi gelirler. Bu yönüyle hac öte dünya ile beri dünyanın içtima ettiği bir mekanda insanın iki alemi birden müşahede ettiği bir ibadettir. Bizatihi davete icabetin gerçekleştiği Arafat üzerinde düşünmek bile insanı bambaşka merhalelere götürür: Senenin bütününde sıradan bir mekan, senenin tek bir gününde anlam değiştirerek 'ahiret yurdu' veya fizik ötesi mekana dönüşerek sanki bir 'la-mekan' olur. Fiziksel anlamını yitiren mekan insan ile Allah ilişkisinin en sahici şekilde kurulduğu ana şahitlik eder.
HAC: 'İBADETLERİN ANASI'
Öteden beri İslam düşüncesinde eksik alanlardan birisi ciddi bir ibadet tarihinin yazılmamış olmasıdır. Gerçi bundan önce ibadet metafiziğine daha fazla ihtiyacımız vardır. Biz Müslümanlar hangi ibadeti niçin yaptığımız daha doğrusu Şari'nin ibadetlerdeki maksadının ne olduğu hakkında yeterli donanıma sahip değiliz. Bu nedenle ibadet hayatımızda ciddi boşluklar ortaya çıkmaktadır. İslam'ın öncesi ve sonrasıyla birlikte ibadet hayatında ortaya çıkan değişimleri tam olarak anlamadığımız gibi İslam'daki ibadetlerin varlık sebeplerini genellikle yanlış yorumluyoruz. Çağımızda en çok önem vermemiz gereken alanların başında bu iki alan gelmektedir: ibadet tarihi ve ibadet metafiziği!
Haccın öteki ibadetlerden farklı bir yönü vardır. Haccın temel niteliği bütün ibadetlerin onun bir parçası veya onda ortaya çıkmış olmasıdır. Bu yönüyle ibadetler hacdaki uygulamaların bir devamıdır. Dinin temelinde hac ibadeti vardır ve ibadet hayıtımız hac ile başlamıştır. Bunu birkaç açıdan ele almak gerekir: Birincisi biz Müslümanlar ilk insanın Hz. Adem olduğunu ve onun da bir peygamber olduğuna inanırız. Yeryüzünde insanın ilk fiili Allah'a tövbe etmek, O'nu hatırlamak ve O'nu zikretmektir. Müslümanlar insanın yeryüzündeki hayatını böyle değerlendirir. Allah'ı tanımak cihetinden cennetteki var oluş ile yeryüzü hayatı arasında boşluk fikrini kabul etmezler.
İlk insan ve peygamber olan Hz. Adem insanlar için kurulan ilk şehir olan Mekke'de bir mabet tesis etti. Kabe yeryüzünün ilk mescididir. Kur'an-ı Kerim bunu böyle beyan ediyor. Öyleyse Adem, yani insanoğlu ilk olarak Kabe'de ibadete başlamış, Allah'ı zikretmiş, orada O'na kulluk etmiştir. Yeryüzüne dağılan insanlar bu bilgiyle dağılmış, muhtemelen Kabe ile irtibatları devam etmiş, yeryüzünde yapılan başka mabetler de ilk mabedi örnek alarak inşa edilmiş olmalıdır. Bu itibarla ilk peygamber, ilk şehir, ilk dindarlık, ilk mabet özelliklerini barındırması nedeniyle hac öteki ibadetlerden ayrışır.
İHRAM GİYMEK, LİBASTAN SOYUNMAK: TAKVA ELBİSESİ DAHA HAYIRLIDIR
İnsanlar ile din veya hakikat arasına giren perdeleri 'libas giymek' tabiriyle anlatırsak haccın hayatımızdaki yerini daha iyi anlayabiliriz. 'Libas giymek' Nasreddin Hoca'nın belki insanoğlunun bütün macerasını özetleyen fıkrasında geçen 'kürk giymek' demektir. Bizimle ilk ibadetimizde kazandığımız şuur arasına giren şey, işte bu 'kürk' ile anlatılan hayat tarzımız, beğenilerimiz, arzularımız, kültür ve geleneklerimiz, statülerimiz, kısaca yeryüzünde ekmek ve iktidar için verdiğimiz çabanın remzi olan şeylerdir. Bu remizlerle insanlar ayrışırken aynı zamanda ilk ibadetteki hallerinden de uzaklaşırlar. Müslümanlar araya giren perdeleri ortadan kaldırarak ilk ibadet haline dönmek üzere hacca giderler.
Hiç kuşkusuz Müslümanlık baştan sona Allah'a iman üzerine kuruludur. Dinde ortaya çıkan bütün kurallar tek ilkenin tezahürlerinden ibarettir. Din Allah'ı bilmek, O'ndan geldiğimize inanmak, O'nunla aramızdaki irtibata inanmak (vahiy ve risalet), O'na kavuşacağımıza inanmak (ahiret) gibi sürekli Allah ile irtibatlı fiillerimizin genel ismidir. Dinde Allah ile irtibatlı olmayan bir şeyin bulunması söz konusu bile değildir. Dini ideolojilerden ve akılcı ahlak anlayışından ayrıştıran en önemli yön budur. Allah ile irtibatımızı izah etmek üzere iki kavramı hatırlamak gerekir: Birincisi mebde, yani Allah'tan gelmiş olmak, öteki mead, yani O'na dönecek olmak! Geride dünya hayatı kalır: Kendisinden geldiğimiz Allah'a kavuşmaya uygun şekilde yaşamaya dindarlık denir.
Allah varlık sebebimizdir. Hiç kimse varlığa hak edişi sebebiyle gelmediği gibi varlığını sürdürmek de onun kabiliyeti değildir. Var olmak Allah'ın bir ikramıdır. Müslümanlar Allah ile irtibatlarını önce bu kerem üzerinden tesis ederek var olmayı bir teşekkür vesilesi haline getirirler. Hayatı takdis etmek değil, anlamını idrak ederek Allah'a bağlamak demektir bu! Allah ile kerem üzerinden kurulan irtibat bütün hayatı ikram ve keramet olarak görmekle taçlanır. Sonra tekrar O'na döneceğiz. Ahiret inancı dediğimiz şey, insanın bir belirsizlikten başka bir belirsizliğe yolculuğu demek değildir. Bu nedenle varlık-yokluk korkusu üzerine kurulu dindarlık düşünülemez. Müslümanlar için ahiret hayatı Allah ile buluşmak ve O'nun huzurunda toplanmak demektir.
Hac ibadeti öte dünya inancını beri dünyaya taşıyan ibadetin adıdır. Allah'ın mabedinde toplanan insanlar mahşerde toplanmış gibi orada dururlar: yani ölürler ve dirilirler! Allah'ı görür gibi O'na tövbe ve istiğfar ederler (ihsan). Bunu anlatmak üzere de 'ihram', yani kefen giyerler. "İhram giymek" müspet değil, selbi bir eylem olarak, dinin ana fikrini temsil eden kurucu kavramlardandır. İhram giyerken bir şey giymiş olmayız, binlerce yıldır giydiğimiz ve nesillerden nesillere dil-kültür vasıtasıyla aktarılan "libasları' üzerimizden soyutlanarak asli fıtrata, yani yalın insanlığa ve ferdiyete döneriz. Bu insanlık 'kürksüz' insanlığımızdır ve orada herkes birdir ve eşittir. İslam'da ferdiyetin anlamı budur: kürksüz insanlıkta yetkinlik! Bu nedenle hac ibadeti yeryüzünde inşa edilen her ne varsa onları ters yüz ederek yeni bir hayat ihsan eder bize. Bu hayat aslında ilk ibadet ile öğrendiğimiz hayat idi: topraktan geldik, toprağa gideceğiz, Allah'ın karşısında toprak gibi olacağız ve bunun neticesinde de birbirimizle ilişkimizde toprak gibi olacağız!