Dini düşünce vahiy eksenindeki tartışmalarla şekillendi. Bu tartışmalar, vahyin mümkün olup olmadığı sorunu üzerinde değil, vahyin mahiyeti, anlamı ve her şeyden önemlisi de delaleti sorununda odaklanarak değişen ve 'çoğalan' hayat ile sabit vahiy arasında irtibatı tesis etmeyi hedeflemiştir. Geçmişten günümüze dini düşüncede boy gösteren ekolleri birbirine bağlayan en önemli mesele budur: vahyin delaletini anlamak! Günümüzde vahiy üzerindeki tartışmaların artan bir ivmeyle devam ettiğini görmekteyiz. Geçmişte tartışmalar daha çok 'ulema' arasında yapılır olsa bile, değişen hayat şartları tartışmaların daha az 'ulema' arasında, yaygın bir şekilde de halka açık mahfillerde ve zeminlerde yapılmasına yol açtı. Üstelik 'ulema' arasında kalan kısım da, ikincinin etkisiyle, Müslümanların 'güncel' sorunlarının baskısı altında gerçek boyutlarını ve derinliğini kazanamadan kadük hale gelmiştir. Basın yayın organlarının cazip konuları arasında dini tartışmaların yer alması, pek çok insanı endişelendirse bile, artık bunun engellenemez bir vakıa olduğunu kabul etmek gerekir: vakıa kendini kabul ettirir. Tartışmaların zemini değiştikçe üslup ve tarz değişiyor, öfkeli ve suçlayıcı dil bu konuşmaların hakim üslubu haline geliyor. Bütün tartışmalarda herhalde en rahatsız edici olan da bu!
Her şeye rağmen vahiy üzerinde konuşulması konuşulmamasından daha iyidir. Bu konuşmaları teşvik etmek, bilimsel araştırmaları ve çalışmaları desteklemek, ortaya çıkan ürünleri soğukkanlı bir şekilde değerlendirmek dini düşüncenin sağlıklı bir zemin kazanabilmesi bakımından lüzumludur. Bu meyanda aklımızda tutmamız gereken en önemli hususlardan birisi şudur: Her çağ kendi sorunlarını kendisi çözebilir. Bir çağın ötekine, bir neslin öteki nesillere yol gösterici olmaktan öte yapabileceği bir şey yoktur. İnsanların kendi sorunlarını çözebilecek zihni bir emek harcaması aslında ahlaki bir ödev olarak kabul edilebilir. Tasavvuf tarihinde söylenmiş bir sözü hatırlarsak, 'insanları ancak yaşayan bir mürşit irşat edebilir.' Bunun anlamı şudur: Bir çağda yaşayan insanlar kendi dönemlerindeki sorunları çözmekle bizzat kendileri yükümlüdür. Yaşadığımız sorunları başka bir çağa veya gelecek bir nesle havale etmeden ısrarla konuşmak, doğru veya yanlış çözümler bularak, vahiyle irtibatımızı pekiştirmek zorundayız.
Bununla birlikte bu tartışmalardaki en ciddi sorun, içe kapanıklıktır. Dini düşüncenin kendi içerisinde çatışmaları her zaman olmuştur. Gruplar arasındaki tartışmalar dini düşüncenin şekillenmesine önemli katkılar da sağlamıştır. Fakat dini düşünceyi esas güçlendiren şey, dış rakipleriyle -vahyi kabul etmeyen- yaptığı mücadeledir. Günümüzde vahyi anlamakla ilgili konuşmalarda iç muhalifler arasındaki çatışmaların gereğinden çok öne çıkması dini düşünceyi dar bir alana hapsetmiş, tartışmaları verimsizleştirmiştir. Buradan sağlıklı bir netice çıkmayacağı gibi böyle tartışmaların galibi de olmayacaktır. Gelenek eleştirisi-savunusu, hadisler üzerindeki tartışmalar, selef otoritesi sorunu üzerinden yapılan konuşmalar, vahye yönelik esas saldırıyı görmezden gelmeye yol açıyor.
MODERN ÇAĞDA VAHİY: MASALLAR, MİTOLOJİLER VE BÜYÜCÜLÜK ARASINDA DİNİN NE İŞİ VAR?
Çağımızda dini düşüncenin muhalifi modern düşüncedir. Din üzerinde düşünmek ve vahyi savunmak günümüzde modern bilim ve düşüncenin iddialarını cevaplamakla yükümlüdür. On yedinci asırdan itibaren Kilise'nin geriletilmesiyle birlikte güçlenen bilim anlayışı "neyi bilebiliriz?" sorusu üzerinde sistematik bir akıl eleştirisi ortaya koymayı hedefledi. Bu çabanın en önemli hedeflerinden birisi bilgiyi nesnel şartlarla tarif ederek insan müdrikesini 'geçmişin kalıntılarından ayıklamak idi. Düşünceyi ve bilgiyi ona aykırı unsurlardan ayrıştırmak, öteden beri felsefe tarihinin en önemli meselesiydi. Düşünce ile hayali ayrıştırarak bilginin ne olduğunu tespit edebilmek Müslüman düşünürlerin ve ahlakçıların da ciddi sorunuydu. Hakikate ulaşmak önündeki engeller sadece hakikatten kaynaklanan durumlarla değil, yüz yılların teşkil ettiği dil ve kültür içinde düşünen zihnin önyargılarından kaynaklanıyordu. Bu nedenle her düşünür şu veya bu şekilde 'neyi bilebiliriz?' sorusuyla ilgilenmiştir. Bir düşünürü 'düşünür' yapan şey de budur: müdrikenin sınırları hakkında bir kanaati ortaya koyabilmek! Descartes ile birlikte insanın neyi bilebileceği, evreni nasıl algılayabileceği meselesi yeniden tartışıldı. Ardından gelen filozoflar onu takip ederek modern düşüncenin ortaya çıkmasını sağladılar. Bu düşünce akılcı bilgiyi doğru ve geçerli düşünce kabul ederken onun dışındaki bilgileri hayatın ikincil alanlarına itekleyip edebiyat ve sanat için 'malzeme' haline getirdi. Söz konusu düşüncelerin veya inançların varlığını muhafaza etmesinde bir sıkıntı yoktu: sadece kendilerine ayrılan 'ikinci' alanın dışına çıkmamaları gerekiyordu. Bunun anlamı içinde dinin de yer aldığı inanç ve düşüncelerin kurucu niteliklerini yitirecek olmasıydı. Modern eğitim kurumları, hukuk, siyaset, ekonomi: kısaca hayatın temel alanları bu anlayışa göre şekillenmiştir ve burada 'dine-vahye yer yoktur.
Dinin ve dolayısıyla dinin bilgi kaynağının modern hayattaki yerini anlayabilmek için herkesin kolayca şahit olabileceği bir örnek verebiliriz: Herhangi bir kitabevine gittiğimizde, dinle ilgili eserleri hangi başlık altında tasnif edilmiş bulabiliriz? Yayın evi özel bir dikkatle dini eserleri müstakil başlık altına yerleştirmemişse, böyle eserleri 'Din, Büyü, Mitoloji" gibi eserlerle aynı kategori altında buluruz. Bu ne demektir? Biz büyüyü bilgi kabul edemeyiz, mitolojiyi bilim kabul edemeyiz; bunlar, bizim akıl yürütmemizle çelişen yol ve yordamlarla evreni algılayan bir eylemin ürünleridir. Başka bir ifadeyle bunlar 'akıl dışı' faaliyetlerdir. Dini bunlar arasına katmak, vahyi aynı tarz bir ürün kabul etmek demektir. Çağımızda dini düşüncenin en ciddi sorunu bu iddia ve ithamdır: Vahiy üzerindeki araştırmalarda hesaba katmamız gereken en önemli husus, modern dünyanın vahyi mitolojiler içerisinde mütalaa ettiği olgusudur.