Arama

Ekrem Demirli
Mayıs 19, 2020
Kadir gecesinin anlamı: Kendi kadrini bilmek gibi irfan olmaz
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Kadir suresinde dikkat çekici ifade 'Kadir gecesinin mahiyetini nereden bileceksin?' diye Hz. Peygamber'e dönük ilahi hitaptır. Allah kelam-ı kadimini inzal ettiği gecenin değerini beyan etmezden önce Hz. Peygamber'i onun kadrini öğrenmeye çağırır. Haddi zatında Allah peygamberine bir şey sorsa veya bir iş emretse, o, 'ben bilemem' veya 'ben yapamam' diye iltica yolunu tutardı. Peygamber bilir ki ilahi emir veya sual cevap değil, tutum ve duruş bekler. Allah'ın emri -bir bumerang gibi- bizi kendisine döndürmek, O'na ilticamızın yolunu göstermek, acizliğimizi itirafla mukabele etmemizi istemek üzere gelir. Hz. Peygamber sahabesine soru sorduğunda onlar 'Allah ve Peygamberi bilir' diye cevap verirlerdi. Müminler bir şeyi bilmenin veya bir şeye ad koymanın Allah'a mahsus bir uluhiyet hakkı olduğuna inanırlar. Binaenaleyh Allah bize isim koymak hakkını vermediği gibi yaratıklarının kadrini belirleyen de O'dur.

Hz. Peygamber Kadir gecesinin mahiyet ve kıymetini Allah'ın talimiyle öğrendi. Bu itibarla Kadir gecesinin kıymetini idrak eden ilahi kelamın kadrini bilen idi. Bizim için durum farklı: Allah gecenin kadrini beyan ettikten sonra bile biz 'iman' ve 'ikrar' ederiz, fakat ömre bedel gecenin değerini idrak edemeyiz. Ahiret yurdunda elde edebileceğimiz sevap, ecir hesabıyla ibadetlerimizi artırmaya gayret ederiz, karlı geceyi en iyi şekilde değerlendirmek isteriz, fakat onun kadrini bilmede başarısız kalırız.

Biz sadece kadir gecesinin değerini bilmede başarısız değiliz, yanı sıra bir çok şeyin değerini de bilmeyiz. Kadri ve kıymeti bilmek Yaratanın takdir ve kıymetlendirme hakkına iman etmek ve ona rıza göstermeye bağlıdır. Değeri biz koymayız, değeri yaratan koyar. İnsanın herhangi bir şeye değer biçmesi uluhiyet haklarına yönelik bir hadsizlik ve saygısızlıktır. Mesela bir insanın ölümünün tüm insanların ölümüne denk olabileceğindeki hesabı kestiremeyiz. Bunu retorik olarak dile getiririz, hatta bu hükme iman ederiz, fakat gerçekte buradaki ilişki bizce muammadır. Hikmetinden sorulmaz diyebileceğimiz yer tam burasıdır. Bir insanın ölümü veya hayatı gerçekte bir insanın ölümü bile etmeyebilir; bizim dışımızdaki insanların ölümü nesnelerden birisinin yitmesi veya herhangi bir canlının ölümünden çok olmayabilir. Ölümleri ayrıştırmak ve statüye göre ölüme baha biçmek, güç merkezli yaşamanın tabii neticesidir. Biz ölü için 'kim o?' diye sorduğumuz sürece ayet-i kerimede beyan edilen hayatın ve insanın kadrini idrak edemeyiz. Ölümler arasında ayrım yapmak, hayatı hak edenler ile daha az hak edenler diye ayrıma gitmek insanın nesneleştirilmesinin neticesidir. Yüksek ahlakın kurucu ilkesi ölümde ve doğumda eşitlik ilkesidir. Her insanın ölümünü bir insanın ölümü bile sayabilmek, bu bahiste varabileceğimiz en gerçekçi noktadır. Fakat din bunun çok ilerisine giderek, bir canın tüm canlar mesabesinde olduğunu söyler ve biz hiçbir şey anlamadan öylece kalırız.

Biz insanın hidayete ermesini ve doğru yola yönelmesinin kadrini bilemeyiz. Çünkü iman nedir, müslüman olmak nedir, ahlaklı olmak nedir, bunlar insan için ne demektir, bilmeyiz. Bir insanın hidayetine vesile olmak dünya ve içindeki her şeyden niçin kıymetli olsun ki? Herhangi bir günahın niçin büyük günah olabileceğini da anlamayız. Mesela insan hayatında sıradanlaşan günahların başında gelen dedikodu yapmanın bir tür yamyamlık olduğunu veya başka bir günahın niçin azaba maruz kalmaya yol açacağını anlamayız. Ne günahlar konusunda ne sevaplar konusunda gerçekte ikna olmadan dindarlık yaparız. İbnü'l-Arabi 'hesap etmediği yönden rızıklanır' mealindeki ayet-i kerimeyi insanın ibadet ve ahlakın kadrini bilemesiyle irtibatlandırır: Bizce önemli olmayan bir işin çok kıymetli olabileceğini perde ortadan kalkınca göreceğiz.

Vakıa insanın en az bildiği bizzat kendi kıymetidir. Kanaatimce kendi kıymetimiz kadar cahil olduğumuz başka bir mesele yoktur. Bütün iddialarımızın ve böbürlenmelerimizin ardında öyle güvensizliklerimiz saklıdır ki bütün gayretimizi var olma mücadelesine adarken kıymetimiz hiç aklımıza gelmez. Din bizi Allah'ın halifesi, meleklerin öğretmeni, eşref-i mahlukat diye tebcil ettiğinde veya bir günahımızdan dolayı Arşın titreyebileceği söylendiğinde tereddüt ederiz. İşin en tuhafı hayatta bizi en çok üzen şeyin değerimizin bilinmemiş olmasıdır. Her birimiz 'değerim bilinmedi' teessürüyle yaşarız, ucuza gittiğimizi ve itibar görmediğimizi düşünürüz, bundan şikayet ederiz. Her insanda bu duygu vardır: kıymetim bilinmedi? İnsan kendisinin başaramadığı bir şeyi başkasına havale ederek kıymetini onun insafına bırakır. İnsanın kendi değerini bilebilmesi için kim olduğu sorusuna makul ve sahici bir cevap bulması lazımdır. 'Ben kimim?' sorusuna cevap vermeden kadrimizi bilemeyiz. Geçmişin muhasebesi ile geleceğin kuruntularından kurtularak içinde yaşadığımız ana, mekana ve şartlara yerleşmedikçe ben kimim sorusunun cevabını da bulamayız.

Kadir gecesi insanın insan olmanın anlamını ve kıymetini bulduğu gecedir. Hz. Peygamber için o gece ilahi kelama kendisine indiği ve onun da bu nüzule mukabele ettiği gece idi. O kadrini bildi, ardından bayramı oldu. Her birimizin kadir gecesi kadrimizi idrak ettiğimiz gece olmak üzere muallakta durmaktadır: İlahi kelam nazil olmuştur, kelama mukabele etmemiz ise ya gerçekleşmiş veya beklemektedir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN