Ekrem Demirli
15.01.2025
Ekrem Demirli
Görünmek Nafile Bir Mecburiyettir
Tüm Yazıları

Görünmek Nafile Bir Mecburiyettir

Modern çağı bütün çağlardan ayıran özelliklerinden biri, insandaki görünme iştahının bütün öteki arzulara baskın olduğu bir dünyada yaşıyor olmamızdır. Bütün bir çağ teşhiri, en meşru ve en makbul duygumuz haline getirmede karar kılmış, tüm araç gereçlerini buna göre tanzim etmiş, son on yılda ise bütün imkanlarını daha çok görünür olabilmek için seferber etmiştir. İnsanlık hiçbir zaman görünme imkanlarına bu kadar sahip olmamış, hiçbir çağ teşhirin böylesine tahrik edildiği bir vakte denk gelmemiştir. Bununla birlikte belki tam tersi bir durumdan söz etmek de mümkündür: Modern çağ aynı zamanda bir örtme ve gizleme çağı olarak da kabul edilebilir. Bunun temel nedeni, ortaya çıkan araç ve gereçlerin ancak kendi istikametinde bir teşhire imkan verebilmiş olmalarıdır. Modern iletişim imkanları insan iradesi karşısında pasif bir şekilde durarak sanki bir dil gibi ifade aracı olmaya elverişli değildir; tam aksine ne düşünmemize ve neyi nasıl sergileyebileceğimize bizzat kullanılan araç ve gereçler karar verir, kendi gayelerine uymayanları ise öteler, onların görünmesine izin vermez, süreci tamamen kendisi yönetir. Hal böyle olunca da durum, bu dünya içinde bu dünyaya rağmen hareket edilmez hale gelir. Modern dünyanın aynı zamanda bir gizleme ve örtme çağı olması buradan kaynaklanır.

Linç kültürünün insan dünyasındaki etkilerini anlayabilmemiz, insanın vehimleriyle özellikle de tahrik edilmiş vehimlerle ilişkisini anlamaya bağlıdır. Vehimler gerçekte insanın herhangi bir şekilde sahip olduğu veya kontrol ettiği hâller ve düşünceler arasında kabul edilmezler. Bunlar zihnimizde irademizin dışında ortaya çıkan sayısız ve sınırsız haller olarak bize gelir, zihnimizde kontrolsüz bir şekilde dolanır, zaman içerisinde onların bir kısmı daha güçlenir, bir kısmı ise başka vehimlerle yer değiştirir ve kaybolur. Gerçekte irade denilen şey ise bu vehimlerle aklımızın ilişkisinde ortaya çıkan seçme ve karar alma yetimizdir. Fakat bütün bu süreçte vehimler, insanı temsil etme kabiliyeti taşımazlar. Genellikle vehimlere kaynaklık teşkil eden şey, insan korkuları ve daha çok da engellenmiş iştahlarımızdır. Vehim kelimesinin zaman içinde sürekli olumsuz bir içerikle kullanılmış olması, arzuların vehimlere kaynaklık teşkil etmesini ortadan kaldırmaz. Öyle veya böyle vehimler, korkular kadar arzulardan da kaynaklanarak içimizde dolanmaya devam eder, dış dünya ile ilişkimizde ise bunlar artar veya yenileriyle yer değiştirirler. Sosyal mecraların özellikle insanın kendini açık bir şekilde göstermek yerine 'maske' altında saklama imkanları bulduğu yerlerin en önemli özelliği, vehimlerle kendini daha açık ve daha sınırsız bir şekilde ifade etme imkanı sunabilmiş olmasıdır. Böyle durumlarda vehimler saklandıkları yerlerden çıkar, üzerlerindeki utanç perdesi yırtılır, kendilerini doğrudan ifade etme yoluna giderler, gerçek bir düşünme veya tasavvur hüviyeti kazanmamış olsa bile, henüz olgunlaşmamış bir duygu olarak kendilerini ifşa ederler. Üstelik bu ifade sürecinde öteki insanların 'vehimleri' de kendilerine yardım eder, sanal bir dünyada sanal hallerde vehimlerimiz kendilerini ifade yolları ararlar. Bu süreç içinde insan, sanki içinden konuşuyor veya hayal kuruyor gibi hesabını vermeyeceği bir dünyanın içinde serbest hareket etmenin sorumsuzluğunu özgürlük olarak idrak eder. Artık burada öfkenin, arzunun veya başka duyguların bir hesabı veya sınırı yoktur. Birbirini tahrik eden, tahrik ettikçe de gerçeklik kazanan vehimler, en nihayetinde düşüncelerimize dönüşmeye başlarlar.

Din ve ahlak kitapları bize insanın içindeki görünme arzusunun kökleri hakkında açık ve ikna edici düşünceler söylemiş, insanın gerçekte 'şahit arayan' daha doğrusu benliği ve gücünden sürekli endişeye kapılan bir mütereddit olduğunu söylemiştir. İnsanın iç dünyasındaki konuşmaları ile hayallerinde ortaya çıkan haller sürekli şahit aramanın tecellileridir. Modern teknolojik dünya hayallerde ve iç konuşmalarda ortaya çıkan bu sürekli anlatının -sürekli konuşan benin- gerçeklik zemini haline gelmiştir. Söz konusu kitaplar bize kifayetsiz bir muhteris olduğumuzu ve şahitler arayacağımızı söylemekle kalmadı; bu sorunu hiçbir zaman aşamayacağımızı, çünkü sorunun çözümünün 'şahit aramak' değil, zihinsel yetkinleşme ve ahlak olduğunu belirtmişti. Hal böyle olunca mesele hayallerin ve vehimlerin ardından sürüklenmek, vehimlerin peşinden koşmak değil, vehimlerimizle mücadele ederek içimizdeki gerçekliği aramanın yollarını keşfetmektir. İnsan özgürlüğünün görece bulunabileceği zemin de burasıdır. O zaman yeni keşfettiğimiz hayali dünyanın daha önceki 'araçsız ve gereçsiz' hayal dünyası kadar tatminsiz kalacağını bilmek, insanlık tecrübesinden yararlanmanın gereği olacaktır. Çünkü hayaldeki ben, gerçekte ben olmadığı gibi teknolojik dünyadaki ben de ben değildir! Bu nedenle yeni dünyanın ahlaki ve zihinsel ilkelerini belirlerken bakmamız gereken ilk konu insanın kendi içgüdüleri, vehimleriyle ve hayalleriyle ilişkisinde daha önceki ahlak teorilerinde söylenenler olmalıdır. Söz konusu eserlerde söylenen ise iç güdülerin insanın kendisi olamayacağıdır. Bunlar herhangi bir şekilde insanın iç dünyasında ortaya çıkmış olsa bile, gerçekte insanı temsil etmesi söz konusu olmayan geçici hallerdir, vehimlerdir. Yeni dünyada bunları 'gerçekmiş' gibi gösteren ise yazılı ve görünür hale gelmeleridir. Fakat bu durum onların gerçek düşünceler, gerçek kanaatler olduklarını göstermeyecektir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ekrem Demirli

Ekrem Demirli Diğer Yazıları