Biz, şifâhî kültürü kuvvetli bir toplumuz. Veya "toplumu idik" mi demeliyim, bilemedim.
Bizde hikayeler ya bilenler tarafından anlatılır ya da cönklerde ve mecmualarda bulunan hikayeler okuma yazma bilen birisi, ki genellikle köyün veya mahallenin imamı olur, tarafından okunur ve meclisin toplandığı yere göre değişmekle birlikte cami cemaati, mahalle halkı, kadınlar ve çocuklar tarafından da dinlenirdi.
Meclislerde okunup dinlenen hikayelere eşik metin deniliyor. Kitaplarda yer alması bakımından yazılı kültür, meclislerde okunması bakımından da şifâhî kültür ürünü olan bu metinlerin sıradan bir insanın bilgi düzeyi belli bir standarta kavuşmasında katkısının olduğu gerçeği de bir kenarda dursun.
Hikâyenin sadece heyecan işlevi yoktu, yani dinleyenler sadece hoşça vakit geçirip eğlenmezlerdi, aynı zamanda milletimizin örfünün, kültürünün, ananesini öğrenirdi. Bu yönüyle de dinimize ve tarihimize dair genel bilgilerin halka öğretildiği yaygın eğitim idi. Özellikle okuma-yazma oranının düşük ve kitap sayısının az olduğu bir toplumda çok mühim bir vazifeyi yerine getiriyordu. Okuma-yazma bilen birisi tarafından okunan ve okuma-yazma bilmeyenlerin dinlediği bu meclisler âdetâ bir okul işlevi görür, insanlara ihtiyacı olan temel bilgilerin yanı sıra estetik duygularının gelişmesinde ve bir seviyeye getirilmesinde mühim rol oynardı. Özellikle dini-menkıbevi halk hikâyelerinin okunduğu meclislerde önce dini bilgi veren eserler okunurdu. Daha sonra anlatılan konu ile ilgili bir hikâye anlatılır, böylece hikâye de konu da daha iyi anlaşılırdı. Kars'ın Digor ilçesine bağlı bir mezrada yaşayan bir nene ile Antalya'nın Korkuteli ilçesinde bir yaylada yaşayan bir nenenin aynı şeyleri bilip aynı şeyleri düşünmesinin nedeni müşterek okunan ve dinlenen hikâyeler idi. Aynı hikâyeleri okuyup aynı rüyaları görerek bir millet olmuş idik. Bugünkü sıkıntılarımızın nedenlerinden biri artık aynı hikâyeleri okumuyor oluşumuzdur.
Hikâyelerin bilgilendirme işlevi yanında sağaltıcı işlevi de vardır. Hikâyeler, bireyselleşme ve ona bağlı ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıkların ilacıdır. Aile içi huzursuzlukların azalmasında çok etkili olurdu. Günümüzde çocuklarımızın ve gençlerimizin insanlarla ilişki kuramama, sosyalleşememeye bağlı davranış bozukluklarının artmasının altında bu hikâyelerin hayatımızdan çıkmasının da rolünün etkisi olduğu düşünürüm.
Hikâyelerin bilgilendirme, sağaltma ve heyecan işlevlerinin yanı sıra moral işlevi de var. İlk başta anlaşılmaz, sonuç itibarı ile fark edilir. Batıdan tercüme edilen hikâye ve masallarla kazanamayacağımız veya tamamlanamayacağımız moral değerler bizde hikâyenin en temel işlevidir ve bizim halk hikayelerinin ayırt edici özelliğidir.
Hikayelerin moral işlevinin dört amacı vardır:
Mev'ıza
Mevızanın iki anlamı var. İlki kötülüklerden uzaklaştırmak, iyiliğe ve doğruluğa yöneltmek maksadıyle verilen öğüt, nasîhat; diğeri vâizlerin câmi ve mescitlerde yaptıkları dînî, ahlâkî konuşma, vaaz anlamında kullanılır. Bu hikâyeler doğrudan vaaz olmamakla birlikte iyilerin övülmesi, kötülerin cezalandırılmasından dolayı iyiliğe ve doğruluğa yöneltilir.
İbret
Mevızadan ibret çıkarmaktır. Bir olaydan çıkarılan göz açıcı, uyarıcı ders demek olan ibret hikayeciliğin en temel amacıdır. Dinleyenler, kahramanların başında geçen olayları, yapılan hataları öğrenerek ibret alır, böylece bilgi ve tecrübelerini artırırlar.
Tezkere
Hatırlatmak hikâyelerin bir diğer amacıdır. Aynı hikâyenin tekrar tekrar anlatılması dinleyenlere öğrenilenleri ve alınan ibretleri hatırlatmak içindir. Çünkü insanoğlu çabuk unutur. Unutulmaması için de hikâyeler tekrar be tekrar anlatılır.
Davet
Hikâyelerin bir diğer amacı, övülen davranışların dinleyenler tarafından yapılmaya teşvik edilmesi, özendirilmesidir. Hikâye anlatılarak kişi iyi evlat, iyi eş, iyi anne-baba, iyi komşu hasılı iyi insan olmaya davet edilir.
Hikâyelerin başarısı dinleyen kişilerin etkilenmesi, ibret alması, unutmaması ve iyi insan olması ile mümkündür. Bir diğer deyişle hikâyelerle bir insan inşa edilir. Bugün Anadolu irfânı dediğimiz irfânı temellük etmiş Anadolu insanın inşasında kullanılan harcın içinde hikâyeler de vardır.
Şimdi aklınıza sıradan bir aşk hikâyesine bu kadar anlam yüklemek doğru ve mantıklı olabilir mi, sorusu gelebilir. Haklısınız. Hikâyelerin sadece hikâye olmadığını bilir ve ona göre dinlerseniz bana hak verirsiniz.
Hikayeler bir nehir gibidir. Üst akıntısı olduğu gibi dip akıntısı da vardır. Biz yüzeydeki akıntıyı görürüz, dip akıntıyı anlamak ise biraz tecrübe ve bilgi ister. Çocuklar, gençler ve sıradan insanlar önce ayaklarının değdiği yerde yüzerler. Yüzmeyi iyice öğrendikten sonra boylarını aşan yerlerde yüzüp ve derine dalabilirler.
Hikâyelerin yüzeysel anlamını herkes bilir, anlar. Ancak derin anlamını bilmek uzun ve meşakkatli bir süreç ister. Hikâyelerimizin derin anlamı idrak edecek kâmil insanları yetiştirmek gibi işlevi var derken kastettiğim budur.
Peki hikâye dinleyip de bir faydasını görmeyen olur mu? Olmaz mı! Olur tabi. Onları da Fennî'nin mısra-ı bercestesini hatırlatalım:
Nasîhat âna kâr etmez hemân Allah'tan bulsun
Nasîhatın kâr etmemesinin nedenini de Yunus'tan öğrenelim.
Aşksızlara verme öğüt öğüdünden alır değil
Aşksız adam hayvân olur hayvân öğüt bilir değil
İsmail Güleç