7 Nisan Salı günü idrak ettiğimiz Berât Kandili, belki de son yılların en buruk kandil gecelerinden biri oldu müminler adına… Ancak gerek Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı Kandil Özel Programı ve gerekse kitle iletişim araçları vasıtasıyla sivil toplum kuruluşlarının ve kişilerin gerçekleştirdiği bilgilendirici programlar bir nebze teselli oldu gönüllere…
Berat Kandili, mübarek geceler içinde Kadir Gecesi'nden sonra belki de fazilet bakımından ikinci sırada gelmektedir. Onun sahip olduğu değerin sadece bir gece yaşanıp bittiği değil, Kadir Gecesi'ne kadar sürdüğü konusunda İslam âlimlerinin sahip olduğu kanaat, üzerinde düşünülmeye değerdir. Sadece şunu ifade ederek bu konudaki söyleyeceklerimizi toparlamak isteriz. Evet, İlâhî Rahmet'in sağanak yağmurlar misali üzerimize yağdığı bir gece idrak ettik. Ancak bilinmelidir ki, sadece o gece değil, her gecenin "seher vakti"nde, Yüceler Yücesi Mevlâmızın, kullarını rahmetine, affına ve bağışlamasına davet ettiği bir zaman dilimi mevcuttur… İşte, özellikle Ramazan ayı gibi müstesna güzelliklere sahip olan bir ayın mukaddimesi, öncüsü sayılan bu ayda, içinde bulunduğumuz şu son günlerde ve gecelerinde, bir kandil gecesi hassasiyetiyle ibadet anlayışını taşımak, tüm dünyayı kasıp kavuran salgın âfetinden kurtuluşumuz için bir niyaz, bir dua ve yakarış vesilesi olabilir. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifi aktarmak isteriz: "Allah Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kalınca dünya semasına rahmetiyle iner ve şöyle seslenir: "Mülkün sahibi benim! Kim bana dua ederse, ona cevap veririm. Kim benden bir talepte bulunursa isteğini ona veririm. Kim benden af dilerse onu bağışlarım." Bu durum, tan yeri ağarıncaya kadar böylece devam eder."
Sevgili Peygamberimizin (sav), kendisine kurtuluşun yolunu soran bir sahâbiye şunları tavsiye etmesi son derece mânidardır: "Dilini tut. Evine kapan. Günahlarına ağla…"
Allah'a yalvarıp-yakarma konusunda iki ayet meâli aktararak bu faslı tamamlayalım:
"Senden önceki ümmetlere de peygamberler/mesajlar gönderdik. (Onlara inanmayıp yalanladılar) Biz de belki yalvarıp yakarırlar diye onları sıkıntı ve darlıkla yakaladık. Azabımız onlara gelince tazarru etselerdi (yalvarıp yakarsalardı) ya! Fakat onlar bunu yapmadılar. Çünkü kalpleri katılaştı, şeytan da onlara yaptıklarını güzel gösterdi." (En'âm, 42-43).
"Rabbinize tazarru ile (yalvarıp yakararak) ve gizlice dua edin. O, haddi aşanları sevmez. Yeryüzü ıslah edilmişken siz orada fesat çıkarmayın. Korku ve ümitle O'na dua edin. Allah'ın rahmeti/merhameti iyilere yakındır." (A'râf, 55-56)
"MUTREF" KAVRAMIYLA BİZE YAPILAN UYARI NEDİR?
Kur'ân-ı Kerim'in dikkatimizi çekerek bize yol gösteren nice ayetlerinde, kişiler üzerinden verdiği mesajlar vardır. Geçtiğimiz günlerde hatırlayacağınız üzere ele alarak işlediğimiz Sâmirî karakteri bunlardan biriydi… Bugün dikkat çekmek istediğimiz karakter ise "mutref" kelimesiyle ifade edilen ve her toplumda var olan insan tiplerinin ortak özelliği...
Öncelikle şunu ifade edelim ki, Kur'ânî bir ifade olan "mutref", ayetlerde farklı şekillerdeki kelimelerle toplam olarak sekiz yerde geçmektedir. (Bkz. Zuhruf, 23; Vâkıa, 45; Müminun 33 ve 64; Hûd, 116; Sebe', 34; Enbiyâ, 13; İsrâ, 16) Bu ayetler toplu olarak incelendiğinde bu kelimenin karşılığı olarak şunları söylemek mümkündür:
"Rahat içinde müreffeh bir hayat süren, ancak kendisine verilen bol nimetlere rağmen doymayan ve tatmin duygusunu yitiren; pervasızca davranışlar sergileyen, kimseden nasihat almaya yanaşmayan, azgınlaşan ve şımardıkça şımaran; aklını devreden çıkarıp anlık hazlarının peşine düşen insan karakteri…"
Şimdiyse bu ayetlerden birini ele alarak üzerine yapılan yorumları sizlerle paylaşmaya çalışalım:
"Biz hangi topluma bir uyarıcı göndermişsek oranın mutref karakterli birtakım kimseleri mutlaka şöyle demişlerdir: "Biz sizin tebliğ ettiklerinize inanmıyoruz." Ardından şunu eklemişlerdir: "Biz servet ve nüfus açısından üstünüz; ve biz azaba uğratılacak da değiliz." De ki: "Rabbim rızkı dilediğine bol verir, dilediğine kısar; fakat insanların çoğu (bunun hikmetini) bilmezler." (Sebe', 34-36)
Mekke döneminde inen âyetlerde ağırlıklı olarak iman ve ahlâkî konulara vurgu yapılır. Tevhid inancı ile eldeki imkanları paylaşmak ilk anda göze çarpan hususlardır.
Geçen hafta ele aldığımız Kur'an kıssasında Sâmirî'nin, Hz. Musa'nın getirdiği tevhid anlayışına altın bir buzağı heykeli yaparak şirk bulaştıran kişi olduğuna değinmiştik. Yukarıdaki ayette ise her bir peygamberin mutlaka karşılaşacağı insan tiplerinden birinin de "mutref" denilen "şımarık, azgın, doyumsuz ve ahlâksız" kimseler olacağı vurgulanmaktadır. Kendilerini beğenen bu kimselerin servet ve nüfus bakımından üstün olduklarına ve hiçbir surette bir cezaya çarptırılacaklarına inanmayışlarına dikkat çekmeleri de manidardır!.. Ne dersiniz, nüfusuna ve sahip olduğu imkanlara güvenen Çin ve Amerika, günümüzün "mutref" toplumları/devletleri değil de nedir?..
Dilerseniz yazımızı tevhide vurgu yapan bir hadis-i şerif ile noktalayalım ve fakat ikinci konu olan "paylaşmayı kabul etmemek" özelliği üzerinden Karun örneği ile konuya gelecek yazımızda devam edelim…
Bir gün Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz ashabına "İmanınızı yenileyiniz" buyurdu. Sahâbiler, "Yâ Resûlallah! İmanımızda bir eskime mi söz konusudur? diye sorunca, Peygamberimiz: "Evet! Elbisenin eskidiği gibi içinizdeki iman da yıpranır ve eskir. Kalbinizdeki imanı yenileyin." Sahâbiler tekrar sordular: "İman nasıl yenilenir Yâ Resulallah?" Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: "Lâ ilâhe illallâh sözünü çokça tekrarlayarak!"
Uzmanların, bağışıklık sistemini güçlü tutma hususundaki uyarılarını, maneviyatın güçlü olması şeklinde anlayan birçok bilim insanı vardır. Maneviyatın güç kazanmasında ise Allah'ı anmak, zikir ve tesbihat en önemli unsurların başında gelir. Ve bilinmelidir ki, "zikrin en makbulü, 'Lâ ilahe illallah' sözüdür."
Sağlıcakla kalınız efendim…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay