Önceki yazımızda ifade ettiğimiz üzere, bugün sizinle, elindeki koca serveti insanlarla paylaşmaya yanaşmayan birinin; Karun olarak tanınan kişinin sergilediği davranışlarını, hadiselere bakışını ve söylemlerini aktarmaya çalışacak, neticede başına gelenleri ve bizim için bu kıssanın hangi hisseleri barındırdığını incelemeye devam edeceğiz. Konuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Etrafındaki iyi kimseler Karun'a nasihat ederek ona çok makul bir teklifte bulunarak demişlerdi ki: "Allah'ın sana verdiklerinden yararlanarak ahiretini kazanmaya çalış. Pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma. Allah nasıl sana iyilikte bulunduysa, sen de başkalarına öylece iyilikte bulun. Sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma. Çünkü hiç şüphen olmasın, Allah bozguncuları sevmez!" (Kasas, 77)
Buna karşılık Karun, sahip olduklarının kaynağını şu ifadeyle açıklamıştı:
"Bu servet bendeki bilgi sayesinde bana verildi!.." Karun demek istemişti ki, "tüm bunlar, bu servetim benim kendi tecrübelerimin, akıllı ve iş bilir tutumumun ve bu yoldaki yeteneklerimin bir sonucu olarak benim oldular." Peki, gerçek böyle miydi ve Karun'un sahip olduğu "bilgi" neydi?
Kadim tarihî kaynakların ve tefsirlerin verdiği bilgilere baktığımızda, Karun'un, "Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn'dan sonra İsrâiloğulları'nın en bilgilisi ve üstünü sayıldığı, Tevrat'ı çok güzel okuduğu, önceleri çok fakir birisiyken Hz. Mûsâ'nın duâsı sonucunda kendisine Simyâ, yâni kıymetli maddelerden altın yapma ilmi verildiği, İsrâiloğulları Mısır'da yaşarken Firavun tarafından onlara yönetici tayin edildiği, fakat tıpkı Sâmirî gibi kişilik bozukluğu sergileyip etrafındakilere baskı kurmaya çalıştığı, fesat çıkardığı" görülmektedir. Anlaşılan; ikametgâhı, elbiseleri, hazineleri ve gösterişli tavırları ile şöhret bulan Karun'un sahip olduğu bu bilgisi aslında onun ayağının kaymasına bir sebep teşkil etmiş, elde ettiği bu koca servet, şöhret tutkusu ve tatmin olmayan bir açgözlülüğü beraberinde getirmeye; elindekini başkalarıyla paylaşmak istemeyişine sebep olmuş ve tüm bu sebepler zinciri neticede onun helâk olmasına ve tarih sahnesinden silinmesine yol açmıştır.
Onun, "Bu servet bana, bendeki bu ilim sayesinde verildi. Bunlar benim bilgim sayesinde benim oldu." ifadelerini nakleden Kur'an, hemen ardından Allah Teâlâ'nın şu dikkat çekici buyruğunu da gündeme getirir: "Oysa, Allah'ın, ondan önceki kuşaklardan, ondan daha güçlü ve ondan daha fazla servet toplamış nicelerini (kendilerini bu üstünlük ve büyüklük duygusuna kaptırmaları yüzünden) yok ettiğini bilmiyor muydu? Ama, şu var ki, suçluluğu kesinleşmiş olanlara (artık) günahlarından sual olunmaz!.." (Kasas, 78)
Sosyal-psikolojiyle ilgili ayetlerin yorumunda dikkat çekici görüşler sahibi olan Muhammed Esed, Kur'an'ın Mesajı adlı tefsirinde, bu ayetteki "suçluluğu kesinleşmiş olanlara (artık) günahlarından sual olunmaz!.." ifadesinin, "böyle günaha batmışların" genellikle kendi hatalarını görmek konusunda onmaz bir körlük içinde, dolayısıyla öğüt ve uyarılara kapalı olduklarına bir işaret olduğu kanaatindedir. Anlaşılan, sahip oldukları halet-i ruhiye, kendilerine akı kara, karayı ak gösteren bir körlüğü de beraberinde getirmektedir.
Olayın devamını ayetlerden takip edelim.
"(Kârûn) işte böyle görkem ve gösteriş içinde soydaşlarının karşısına çıkardı. (Öyle ki,) yalnızca dünya hayatına gözünü dikenler (ona bakıp da): "Ah, n'olurdu" derlerdi, "Kârûn'a verildiği kadar bize de verilseydi! Çünkü o gerçekten çok talihli biri!" Kendilerine doğru, güvenilir bilgi bahşedilmiş olanlarsa: "Yazıklar olsun size!" derlerdi, (Bilmiyor musunuz ki,) gerçekten inanmış olan, dürüst ve erdemli davranışlarda bulunan kimseler için Allah'ın tasvip ettiği şeyler daha hayırlıdır; ama şüphesiz, böyle bir nimete, sabredenlerden, güçlüklere göğüs geren kimselerden başkası erişemez". (Kasas, 79, 80)
Ayetten anlaşılan şudur ki, aynı zamanda bir gösteriş merakı içinde de olan Karun, zaman zaman içinde çıkmış olduğu halkının karşısına büyük bir ihtişam içinde çıkar, onların hayranlık duygularına muhatap olurdu. Halkın içinde iki kesimin varlığı ve düşünceleri, olaya bakışı ve söylemleri de Kur'an tarafından aktarılıyor bizlere… Gösterişli hayata imrenen ve özenti duyanlar… Bir de gerçek zenginliği, erdem sahibi olmak ve Allah'ın verdiklerine razı olmakta görenler…
Ve sonunda onu da, ikametgâhını yerin dibine geçirdik!.. Öyle ki, Allah'a karşı hiçbir şey, hiç kimse onun yardımına yetişmedi; Pek tabii, kendi kendine yardım edebilecek durumda da değildi.
Ayette geçen "dâr" kelimesi dikkat çekicidir. Arapça ev, mesken, "beyt" kelimesi ile ifade edilirken "dâr" kelimesinde ise hem "ev" hem de "ikametgâh" ve "konak" anlamları vardır. Günümüzde "rezidans" olarak şöhret bulan ve böylece bir "sıradışı" özellik atfedilmeye çalışılan ikametgâhlar için de bu kelimenin kullanılabileceğini söyleyebiliriz. İşte gün geldi Karun, hem kendisi hem de içinde yaşadığı ikametgâhı –ki burası sıradan bir ev değildi şüphesiz- yerin dibine geçirildi. Sahip olduğu her şey kendisiyle beraber alt-üst olarak yeryüzünden silindi!..
"Daha dün onun yerinde olmak isteyenler: "Yazıklar olsun bize!" dediler, "Demek ki, kullarından dilediğine rızkı geniş tutan, dilediğine de ölçülü-idareli veren Allah'mış! Ya Allah bize lütfetmemiş olsaydı, hiç şüphe yok, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vah ki vah… Demek, hakkı inkâr edenler iflah olmazmış!" (Kasas, 82)
Karun'un başına gelenleri görenlerin tepkisi bu olmuştu… Gördüklerinden çıkardıkları dersleri ayetler bize açıklarken sanki bize de olaylara nasıl bakmamızın işaretlerini veriyor… İçinde yaşadığımız şu günlerde, yeryüzünü saran virüs salgınının bize öğrettiği ne çok şey var aslında!..
Karun bir figürdür. Sahip olduklarının kendisine fayda vermediği bir figür!.. Paylaşmayan ve paylaşmak istemeyen kimsenin acı akıbetini ortaya koyan hastalıklı bir ruh halinin mükemmel bir şekilde tasvirini yansıtan bir figür!..
Aktardığımız bu ayetler, aynı zamanda paylaşmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu; bu bağlamda, ülkemizin tüm dünya ülkelerine yaptığı ilaç vb. yardımların ne anlama geldiğini, olayları bir de bu gözle okumanın gerektiğini de anlatıyor bizlere…
Son sözümüz, yine konuyla ilgili ayetlerin son halkası olsun istiyoruz:
"(Ama) ahiret yurduna gelince, Biz orayı yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmak istemeyen kimselere ayırmış bulunuyoruz; çünkü gelecek Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimselerindir." (Kasas, 83)
Sağlık, huzur ve esenlik dileklerimle...
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay