Allah’ın adıyla, yeniden her şeye merhaba!..
O'nun adıyla yeniden hayata merhaba!..
Yeni bir aya, haftaya ve güne merhaba!..
Bir kutlu ayın ardından, yine mübarek bir aya, Şevvâl'e merhaba!..
İdrakiyle şereflendiğimiz, günleriyle sevindiğimiz, geceleriyle bereketlendiğimiz bir Ramazan-ı Şerif'in ardından ulaştığımız bayram günlerini de geride bıraktık…
Asrın felaketini yaşayan bir ülkenin insanları olarak biraz buruk, biraz mahzun, biraz gönlü kırık da olsa yine de Sevgili Peygamberimiz tarafından, "yaşamamız, hissetmemiz ve paylaşmamız" emredilen bir sevinçle bayram eylemeye çalıştık sayılı günlerimizi… Şimdi artık yeni bir ayın ilk günlerinde, yeni bir haftanın başındayız…
Yazımızın ilk cümlelerinde, niyazımız odur ki, Ramazan-ı Şerif'i uğurlarken, inşaallah onu bizlerden hoşnut olarak uğurlamışızdır diyenlerden olmuşuzdur… İnşaallah, edindiğimiz ve kazandığımız; bir ay boyunca biriktirdiğimiz güzelliklerimiz ve iyiliklerimiz, gelecek Ramazan-ı Şerif'e kadar eksilmeyen bir sermaye olarak kalır bizlerle… İnşaallah, başında rahmet, ortasında mağfiret dolu ilahi tecellilere mazhar olduğumuz bu ay, bayram sabahına affedilmiş kullar olarak ulaşmamıza imkan sağlamıştır bizlere…
Bugün sizlerle birlikte eğilmeyi düşündüğümüz konu, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, Bayramın ilk günü Cuma hutbesinin teması olarak belirlediği "Kulluk Bilinci" üzerine… Bu konu öylesine büyük bir önem arz ediyor ki, İslam'ın insanlığa armağan ettiği en önemli ilkelerden biridir diyebiliriz onun için… Zira bu bilinç, "süreklilik/devamlılık" temeli üzerine bina ediliyor ve süreklilik/devamlılık arz etmeyen hiçbir şey gerçek bir başarı olarak görülemiyor…
Bu bağlamda diyebiliriz ki, "Kulluk Bilinci"ni hayatına mal edenlerin, birçok yönden başarıya bu dünyada nâil olduklarına şahit oluyoruz. En büyük başarı ve kurtuluşa ise ebedi alemin ilk durağı olan Mahşer Meydanı'nda vâsıl olacaklarını da göreceğiz… Zira böyle buyuran Allah Teâlâ, duyuran ise doğru sözlü "el-Emin" Muhammed Mustafa (sav)…
Bütün mesele, bu bilince sahip olarak bir hayat yaşayabilmek!.. Zor, fakat yüceliği sebebiyle her türlü meşakkate değer "kulluk bilincine sahip olmak" mertebesi, Kutlu Elçilerin Sonuncusu Hz. Muhammed Mustafa'nın yoluna revan olunca ve o mübarek izini takip edince tüm zorlukların kolaylaştığı bir hale dönüşüyor… Onun için bu son derece önemli olan bu konuda da yine Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnet-i seniyyesine muhtacız; onu takibe ve ve onu hayatımıza tatbike mecburuz…
"Kulluk Bilinci" nedir ve neden önemlidir?
Kulluk bilinci, bir kimsenin, Allah'ın varlığına-birliğine iman eden, O'nun yaratan-yaşatan, bütün kâinata yegâne hâkim ve mâlik olma vasfını kabul ve ikrar eden bir kimsenin; O'nun kulu olmaktan memnun ve râzı oluşudur. Aslında tüm ibadetlerin istisnasız hepsinde, yegâne gâye, işte bu "ubûdiyyet" yani Allah'a kulluk şuurunu elde etmektir…
Konuya dair bir başka hakikat şudur ki, bu aynı zamanda modern psikolojinin "self realisation" olarak kavramlaştırdığı "kendini gerçekleştirme"nin ta kendisidir diyebiliriz. Çünkü kâinattaki her şeyi insanın emrine ve hizmetine tahsis eden Allah Teâlâ, insanı da kendisi için "ubûdiyyet/kulluk" makamına layık görmüştür (Bkz. Zâriyat, 56). O halde insan için en yüksek mertebe, Allah'a kulluktur; ve bu kulluğun hem farkında hem de şuurunda olmaktır. Zira "güzel kulluk" mertebesi, peygamberler için peygamberlikten önce zikredilen bir özelliktir… Nitekim Kur'an-ı Kerim'de kendilerinden "ni'me'l-abd" nitelemesiyle bahsedilen ve "Ne güzel kul!" olarak vasıflanan Hz. Süleyman ve Hz. Eyyûb (aleyhimesselam) peygamberler ile Son Nebi'nin (aleyhisselâm) peygamberliğine şahitlik ettiğimiz Kelime-i Şehadet'deki "…. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh" cümlesindeki abd kelimesinin resûl'den önce gelişi de işte bu "kulluk" mertebesinin önemine işaret etmektedir, denilir; konuyla ilgili ayetlerde ve hadislerde… Bir diğer delil de İsra suresinin ilk ayetinde, Yüce Mevlâ'nın, Resul-i Ekrem (sav) Efendimizden "abdihî" diyerek bahsetmesi, Peygamberimizin iftihar vesilesi olmuş ve bu sureyi sık sık okumasına sebep teşkil etmiştir. Velhâsıl, "Allah'a kulluk" anlamındaki "ubudiyyet"; ve "Allah'ın kulu" yani "Abdullah" olmak; eşi benzeri olmayan bir mertebe olarak temayüz etmekte, böylesi bir kulluğu kendisi için şeref gören kimse için Allah Teâlâ da onu kâinata sultan kılmaktadır, der İslam âlimleri…
Ramazan-ı Şerif'in insana güzel kulluk mertebesini kazandırma adına son derece önemli katkılarının olduğu şüphe edilmeyen bir hakikattir… Başlı başına bir "kulluk şuuru" kazandıran özelliğiyle oruç, kişiyi elinden tutup "takva" mertebesine çıkarırken, bu mübarek ayda nâzil olan Kur'an-ı Kerim ile olan beraberlik; beş vakit namaza eklenen Teravih ve Teheccüd'deki yoğun dinî tecrübeler; gecenin bir vakti uykuyu terk edip sahura kalkmak ve bu önemli vaktin bereketinden hisse sahibi olmak; işte bütün bunlar kişiyi Allah'a kulluk bilinci hususunda önemli mesafeler kat eder hale getirmektedir. Adeta her bir Ramazan, fani dünya hayatında, ahiretini ve ahiretlik kazancını elde edebilmesi/kazanabilmesi için mümine ikram edilen bir hediye ve imkandır. Kadrini bilsin, değerlendirsin ve kazanması gerekeni kazansın diye… Yine sanki her bir Ramazan, mümine, sonrasındaki aylar için bir motivasyon unsuru olsun ve güzel kulluğu devam ettirecek gücü ve kudreti kendinde bulabilsin diye ikram edilmektedir de diyebiliriz… Çünkü bizden istenen de Son Nebi'den (sav) istenenin ta kendisi: "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kullukta devam et." (Hicr, 99).
Son sözümüz, Sevgili Peygamberimizin kutlu sözü olsun: "Allah katındaki en değerli amel, az da olsa devamlı olandır."
Çünkü musluktan damlayan suyun taşta açtığı oyuk, suyun sertliğinden değil, bilakis o yumuşak su damlalarının sürekliliğindendir…
Sağlık ve afiyet dileklerimle…
Mehmet Emin Ay
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.