Peygamberlik göreviyle görevlendirilen ve kendisine emredilen tebliğ vazifesini yerine getirmeye çalışan Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, putperest bir toplum olan Mekkelilerin çok farklı şekillerde cereyan eden engellemeleri ile karşı karşıyaydı… Onlar önce kendisine inen ilk ayetlerden sonra vahyin bir süreliğine gecikmesinden dolayı "Rabbi, Muhammed'i unuttu" diyerek sataşmaya başlamışlardı kendisine... Olayın ardından inen ayetler, Duhâ suresi'ydi ve Allah Teala, Son Peygamberi'ni son derece manidar sözlerle teselli etmişti… İndirilen bu ayetlerden sonra mukaddes kitabımızda yer alan sıralama itibariyle yer alan İnşirah Suresi, nüzûl sırası itibariyle Duhâ suresinden sonra gelen sure olması yanında aynı zamanda bir önceki surede geçen teselli yüklü ayetlerin benzerlerini ihtiva etmesi yönüyle de aynı özellikleri hâizdi. Ancak İnşirah suresi, ümidini kaybetmemek ve sadece Rabbine yönelip bağlanmak gibi iki önemli hususu ifade ederek farklılaşmaktaydı bir önceki sureden…
Doğrusu, yeryüzünün çeşitli beldelerinde Müslümanların bugün karşı karşıya kaldıkları çeşitli zulümler, açlık-susuzluk gibi acıklı durumlar; özellikle Gazze'de bir yılı aşkın bir zamandır masum sivil halkın maruz kaldıkları vahşi katliamlar; İslam ülkeleri yöneticilerinin bu olumsuzluklara gerekli tepkiyi vermeyişleri, ayrıca Müslümanlardan beklenen boykot ve protestoların gereken kararlılık ya da sağlam bir duruşla gerçekleşmeyişi… Daha bunun gibi birçok üzüntü kaynağı, "Müslümanın derdiyle dertlenme" şuurunu taşıyan kimselerin kalbinde derin hüzünler meydana getirdi ve getirmeye devam ediyor… Vahyin indiği ilk dönemlerde servet ve iktidar sahibi müşriklerin, zayıf, yoksul, kimsesiz Müslümanlara uyguladıkları baskı ve şiddetin benzerini, insanlık bu yüzyılda, zalim ve vahşi terör devletini himaye eden "Büyük Şeytan" lakaplı birleşik devletlerin tutum ve eylemlerinde gördü, görmeye devam ediyor… O gün varlıklı müşriklerin kölesi olan Bilal, Süheyb ve Ammar gibi korumasız, maddi ve manevi yönden zayıf kimselerin durumu Peygamberimizi nasıl üzüyor idiyse bu gün de vicdan sahibi her bir mümini ve insanlık namına insaf sahibi her bir ferdi, Gazzelilerin maruz kaldıkları katliâm, açlık-susuzluk, ilaçsızlık, bulaşıcı hastalıklar, evsiz-barksız oluşları yürek yaralıyor… İşte bu ortam, mukaddes kitabımızdan bizi teselli edecek ayetlere müracaatımızı, tarihin tekerrür ettiği bu durumda nasıl davranmamızı belirleme adına ondan kendimize çıkaracağımız birtakım derslerin olabileceğini düşünmemizi gerekli kılıyor. Evet, bugün doğrusu büyük bir "İnşirah"a muhtaç, Müslümanlar ve insanlıktan nasibi olan tüm insanlık…
"İnşirah" ne demek?
Sureye adını veren bu kelime, "ruhun huzura kavuşması/gönül ferahlığı hissetmesi/göğsün genişlemesi" gibi anlamlar taşımaktadır. Duhâ gibi İnşirâh sûresi de Hz. Peygamber'in tebliğinin ilk dönemlerinde mâruz kaldığı sıkıntılar karşısında kendisini teselli etmek amacıyla indirilmiştir. Diğer adları "Elem Neşrah" veya "Şerh" Sûresi olsa da daha ziyade "İnşirah" Suresi olarak bilinmektedir. İndiriliş sebebi de biraz önce ifade ettiğimiz üzere fakirliklerinden dolayı putperestler tarafından aşağılanan Müslümanların ve onların bu haline üzülen Peygamberimizin teselli edilmesidir.
Sûrenin başında Hz. Peygamber'e, "Senin göğsünü açmadık mı?" şeklinde hitap edilerek kendisine sıkıntı veren ağır yükün, üzerinden kaldırıldığı bildirilir. Daha sonra şanının yüceltildiği vurgulanıp her güçlükle birlikte bir kolaylığın bulunduğu iki defa zikredilir. Sonunda ise Resûl-i Ekrem'e boş kaldığı zamanlarda çaba sarf etmesi ve Rabbine yönelmesi emredilir…
İnşirah suresi bize neleri telkin eder?
Doğrudan Peygamber Efendimizi (sav) muhatap alarak inen ayetlerin ilki, "Biz senin göğsünü açmadık mı/Sana gönül ferahlığı vermedik mi?" diye başlamaktadır. Yaşanan olaylardan yola çıkan İslam âlimleri, bu ayetle, Sevgili Peygamberimizin ruhunun ilim ve hikmetle zenginleştirildiğini, üzüntü ve sıkıntısı giderilerek kalbine ferahlık verildiğini ifade etmektedirler. "Kur'an Tercümanı" olarak bilinen Hz. İbn Abbas'ın (ra) bu âyeti, "Biz senin göğsünü İslâm'a açtık" şeklinde tefsir ettiği bildirilmiştir. Çünkü En'âm sûresinin 125. Ayetinde "Allah, hidayetini dilediği kimsenin göğsünü İslâm için açar" buyurulmakta ve kişinin bu mertebeye ancak Allah'ın lütfuyla nâil olacağına da Zümer sûresinin 22. Ayetiyle dikkat çekilmektedir: "Rabbi tarafından hidayet nuru üzerinde olan, Allah'ın İslâm için göğsüne genişlik verdiği kimse değil midir?" O halde, hidayet de; kalbin ferahlığı, gönlün huzuru ve göğsün genişlemesi de bütün bunlar Allah'ın lütfu ve ikramı sayesinde olan şeylerdir… Allah, Son Nebi Hz. Muhammed'e (sav) bu ayrıcalığı tanıyıp lûtf ettiği gibi, ümmetinden olan iman dolu yüreklere de bu inşirahı lûtf edecektir elbette… İslam Tarihi, bu lütuf ve ikramların sayısız örneklerine şahit olmuştur. En son ve bariz örneği nedir derseniz, hiç şüpheniz olmasın ki, bütün olumsuzluklara, yoksulluk ve yoksunluklara rağmen "elhamdülillah…" diyebilen, iman dolu yüreklerin sahibi Gazzeli Müslümanlardır!.. Konuya devam edeceğiz. Ümmet-i Muhammed'e ve cümlemize sağlık ve esenlikler niyazıyla…
Mehmet Emin Ay