Beşeriyeti bir araya getirebilecek yegane iki söz vardır. Bunlardan birisi kainata maddi ve manevi olarak kuşatan, hayat veren Allah'tır. Güneş de bir yerde hayat verir lakin onun verdiği hayat tek boyutlu ve maddi cihetledir, cüzidir. Lakin Allah, hayatı bütün zerrelere bahşettiği gibi aynı anlamda manevi düzeneklere de hayat verir. Allah olmasaydı kainat olmazdı ve devamı gelmezdi. Hazreti İbrahim'in ifadesiyle ötekiler dayanmaya ve yaslanmaya değmez fani varlıklardır. Çekilir giderler. Güneş de öyledir. Gezegenler yuvarlak olduğundan güneşe dönen yüzleri, yönleri ısınır ve güneşten uzak kalan bölgeleri ise geceler ve karanlığa gömülür ve soğur. Karanlık veya gece ise insan için dinlenme anı ve vakti olarak tayin edilmiştir. Güneşten mahrumiyet zarar verdiği kadar faydalıdır da. Muvakkaten perdelenmesi faydadan hali değildir. Gece ile gündüz eştir ve birisi çalışmak diğeri dinlenmek için yaratılmıştır. Adeta karı koca gibidirler. Kur'an'da hem gece hem de zevcelerin, eşlerin dinginliğe ve dinlenmeye araç olduklarına parmak basılır. Mesela varoluşçu filozoflardan Jean-Paul Sartre'ın Simone de Beauvoir olmadan pusulasını şaşırdığı ifade edilir. Bu Kur'an'da 'liteskunu ileyha' ayetinin açılım ve sırlarından birisidir. Erkeğin kadında sükun, itminan bulması ve kaygılarından arınması ve kurtulması anlamına geliyor. Kadının güçlü yanlarından birisi erkeğin sırtını verdiği bir dayanak olmasıdır. Geri planda kadın olmasaydı erkek için hayat yarım bir hayat olurdu. Hatta olmazdı. Allah eşleri birbirine bağımlı yaratmıştır. Tek başlarına bu hayatta karar ve istikrar bulamazlardı.
Allah kayyum es semavati ve'l arz yani kayyum ismi ve sıfatıyla yer ve göğü elinde tutan güçtür. İnsanı da yeryüzüne vekil olarak atamıştır. Bu anlamda insanoğlu Allah'a en yakın ve en uzak varlıktır. Fıtratını muhafaza ettiğinde Allah'a en yakın, fıtratı bozulduğunda ise en uzak varlıktır. İnsan çığırından çıkmadıkça yeryüzü de çığırından çıkmaz. İnsan büyüklük taslamadıkça veya böbürlenmedikçe ve bozgunculuk yapmadıkça dünya istikametini kaybetmez ve sarsılmaz. Ehl-i heva ve ehva olan yani dürtülerine yenilen ve mağlup olan insan vahdaniyet yerine putperestlik sapağına emir atabilir. Fıtratına ve yaratılışına aykırı ve anakronik düşebilir.
Nitekim tarih boyunca sapmalar çerçevesinde Allah'ın sıfatları putlara verilmiş onlara alem ve isim yapılmıştır. Farklı boyutları ifade eden veya çağrışımlar yapan her isim ya da sıfat müstakil bir tanrı olarak kabul görmüştür. Bazen de Hazreti Nuh sonrasında olduğu gibi tedrici ve aşamalı olarak insanlık putperestliğe adım atmış, sevilen insanlar öldükten sonra tapılan varlıklar haline getirilmiştir. Bazen de fani varlıklara tapınma daha hayatta iken başlamıştır. İnsanların bir kısmı Allah'tan başka ona birtakım ortaklar (eşitler) edinirler de onları, Allah'ı sever gibi severler. İnananlarsa, Allah'ı onlardan daha şiddetli bir sevgiyle severler. Bir kısım insanları veya nesneleri sadece öldükten sonra değil daha hayatta iken Allah'a ortak koşarlar. Nitekim Tufan Gündüz'ün 'Son Kızılbaş Şah İsmail' kitabında buna dair birçok veri ve kayıt paylaşılmaktadır. Bazen insanlık sapkınlıkta ve taşkınlıkta sınır tanımaz hale gelir. Bu yüzden de Kur'an bizim de ibret almamız ve Peygamberin de teskin ve tespiti için eski kavimlerin kıssalarını paylaşır.
İnsanlığın ortak paydası Allah'tır. Allah insanları ortak kelimeye çağırır. Bu Allah ve İslam'dır. Allah aşkın, İslam ise evrenseldir. Orijinal şekliyle Allah'ın isim ve sıfatları İslam dairesinde toplanmış ve onda mahfuzdur. Yeryüzünde tanrının en orijinal ismi Allah lafzıyla bilinmektedir ve bu da İslam'ın insanlığa bir armağanıdır. İslam bütün peygamberlerin veya silsilesinin ortak dinidir. Bununla birlikte Hazreti Muhammed ile birlikte İslam ismi bir kez daha vurgulanmış ve perçinlenmiştir. Elbette Rahman, Rahim, Samed gibi sıfatları veya öteki isimleri de bulunmaktadır. Lakin bunlar arasında en belirgin ve günlük dilde en çok kullanılan anahtar isim Lafz-ı Cemal ve Celal olarak bilinen Allah'tır.
Bu konuya temas etme ihtiyacı, Allah ile el Esmau'l Hüsna'dan müteşekkil bir andın veya marşın Yeni Zelanda hükümeti tarafından benimsenmesi ve bir topluluğun huzurunda Abadala Kilisesi'nde terennüm edilmesi meselesinden doğmuş ve kaynaklanmıştır (https://twitter.com/khan _zafarul/status/ 1658863181937405954 ). Burada hem Allah kelimesi hem de Allah'ın en güzel isimleri ortak bir and veya marş etrafında seslendirilmiş ve bir araya getirilmiştir. Bu güzel bir yaklaşımı temsil etmekte, en azından İslam anlayışına bir adım daha yakınlaşmayı ifade etmektedir. Geçmişte bir yazımda bu alandaki gelişmelere dikkat çekmiştim. Mesela Malezya Kilisesi Hıristiyanlar arasında Müslümanların kullandığı Allah kelimesinin benimsenmesini istemiştir. Lakin Müslüman Malaylar bu dinlerin mahiyetini sulandıracağı gerekçesiyle bu teklifi reddetmişlerdir. Lakin diyelim ki Hıristiyan Malaylar bunu benimsedi, Müslümanlar buna karşı ne yaptırım uygulayabilir? Hollanda'da da bir papaz aynı tezi seslendirmiştir. Lord ya da tanrıyı ifade eden Hıristiyan ifadelerine karşı Allah kelimesinin benimsenmesini istemiştir. Zira Allah kelimesi daha kapsamlı ve daha şamildir.
Her şeyde kurnazlık yapmak ya da her şeye kuşku ile bakmak doğru olmasa gerekir.
William Boykin gibi kimi taşkın ve bıçkın Hıristiyanlar aksine İslam'ın putperestlik dini Hıristiyanlığın ise gerçek din olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre İslamiyet'in tanrısı put Hıristiyanların tanrısı ise gerçektir. Biraz taassubundan arınabilse veya kurtulabilse tersinin daha doğru olduğunu görecektir.
Hindistanlı Hindutva tutkunu tam bir putperest olan Yati Narsinghanand da dünyaya barış getirmek için İslam'ı yeryüzünden silmek, kazımak gerektiğini söylemiştir.
Gerçi, kinlerini ağızları ile dışa vuruyorlar, ancak kalplerinde gizledikleri kin daha büyüktür.
(Al-i İmran Ayet 118)
Kurtuluş ve beraberlik yolu Allah'ı birlemekten ve onun ipi ve yolu da İslamiyet köprüsünden geçmektedir.
Allah ve onun kuralları ve buyrukları bütünü olan İslam, insanlığı bir araya getirebilecek yegane reçetedir.
Mustafa Özcan