İptila ve fitne denildiğinde birisi ferdi dairede diğeri de sosyolojik ve içtimai dairede sınanmayı akla getirir. İptila belaya tutulmaktır. Lakin burada bela iki vecihli ve yüzlüdür. Fitne gibi hem iyi hem de kötü huylu anlamında kullanılabilir. Zannedildiği gibi sadece kötülüğü ifade etmek için kullanılmaz. Bela fiili 'ebla'l müminine belaen hasenen' şeklinde kullanılırsa, Allah müminlere yardım ve zafer bahşetti, ihsan etti anlamına gelir. Bu savaşa giden şahıslarla ilgili olarak da meçhul kalıpla 'ubliye belaen hasenen' şeklinde kullanılır. Yani savaşta iyi bir imtihan verdi ve becerikliliğiyle parmak ısırttı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla iptila yani belaya uğramak da böyledir. Dışarıdan azap içeriden rahmet görünür. Bu sürece kimi dini kaynaklarda 'tamhis/ elenme' de denilir. İnsan bu süreçten geçerek sınanır. Dolayısıyla dünyaya kötülük egemen değildir. Şer tebeidir yani araçsaldır. Hayra götürebilir. Dönüşümlü olarak hayata hayır egemendir. Ayetin ifadesiyle şer görünen şeyler hayır çıkabilir. Hayır görünen şeyler de şer çıkabilir. Sahabeler arasında da fitneler zuhur etmiştir. Bu müminlerin zihinlerini kurcalamış ve gönül tellerini titretmiştir. Bu fitneler nedeniyle sahabeler afaka ve emsara (havadır-ı İslam) yayılmış ve dağılmışlardır. Bu da İslam'ın sair beldelerde intişarını kolaylaştırmış, yerleşik hale gelmesine hizmet etmiştir. Sair mekanlarda yayılmasını ve kökleşmesini kolaylaştırmıştır. Şimdi her yerde sahabe izleri görebiliyoruz. Kıbrıs'ta (Rum kesimi) Hala Sultan Türbesi ve İstanbul'da Halit Bin Zeyd ya da "Mihmandar-ı Resulullah" olarak da bilinen Ebu Eyyüb el Ensari'nin kabirleri buna işaret ediyor. 80 yaşında bir er kişinin fetih ordusuna katılması ve izinde İstanbul'a kadar gelmesi anlaşılabilirse de Hala Sultan'ın Kıbrıs'a bir deniz seferiyle gelmesi o neslin eşsiz bir nesil olduğunu gösterir.
İptila ve fitneler sureta şer olsalar da hayra açılırlar. Mısırlı ulemadan Zağlul Neccar, Ankebut Suresi'ndeki hikmetleri ele alırken Müslümanların iptila ve fitnelerden azade olamayacağını ve kurtulamayacağını ortaya koyar. Fitne dalgalarından geçmek mukaddes emaneti yüklenmek için gerekli bir peşrev ve mukaddime hükmündedir. İmtihanla birlikte mümin Allah ve Resulü namına insanlığa tebliğ için safi hale gelir ve ehliyet kazanır. İptilalarla birlikte temsil düzeyine çıkar. Kalbinden ve dilinden hikmet pınarları dökülür ve davranışları İslam'ın güzelliklerini yansıtır. Bu süreç sonunda adanmışlarla adanmamışlar arasındaki farkı ortaya koyar. Tane ile kabuk birbirinden ayrılır. Sıddıklar ile kazipler temayüz ederler.
Ankebut Suresi'nin başlarında (Ayet: 2, 3) Rabbimiz şöyle buyurur: İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, "İman ettik" demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanlarla eğri olanları, sıddıklarla yalancıları birbirinden ayıracaktır.
Fitne çeşitleri boldur. Nefis ve arzuları, bu fitnelerin başında gelir. Dünyanın küfür ve fısk ehlinin, günahkarların, şirk ehlinin ayakları altına serilmesi bu kabildendir. Bugün insanın hak ile yalnızlaşması ve yabancılaşma ikliminde yaşaması da imtihan ve iptila vesileleri arasındadır. İnsanın hiçlik duyguları arasında kaybolması da böyledir. Salih kullar için Allah'ın imdat ve inayet veya zaferinin gecikmesi de bu niteliktedir. Zafer gecikebilir hatta umut sönebilir geride sadece umut namına bazı kırıntılar kalabilir. İşte o zaman denklem sil baştan değişir. Ehl-i dalaletin kendilerini sonsuz güvende hissettikleri ve ehli imanın ise meyus olduğu bir ortamda durum tersine döner.
Yoksa siz, sizden önce geçenlerin başlarına gelenin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine darlık ve sıkıntı içerisine düştüler ki, peygamber ile yanındakiler "Allah'ın yardımı acaba ne zaman?" diyecek kadar sarsıldılar. Bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır (Bakara Suresi: 14).
Resuller umutlarını kestiklerinde, yalanlandıklarını düşündüklerinde (son anda) yardımımız geliverdi (Yusuf Suresi: 110). Dengelerin bozulduğu, kıstasların şaştığı ve ölçülerin sarsıldığı, dönüştüğü zamanlarda dost, ahbap ve yaran ile bıçak sırtı ilişkileri yürütmek ve sürdürmek kolay değildir. Bu ilişkileri dengede tutmak, doğru istikamette yürütmek yük haline gelebilir. Zor zamanlarda etrafının boşaldığını ve yapayalnız kaldığını görebilirsin. Nitekim, Suriye İhvan deneyimini ve tecrübesini aktaran Said Havva mihnet ve çile dönemlerinde geçmişte yanlarında olan kimselerin ve kümelerin çile zamanında etraflarını boşalttıklarını, çevrelerinden dağıldıklarını gördüğüne tanıklık etmektedir.
Mümin imanında sebatını ancak arzularına gem vurarak temin edebilir. Dünya ve içindekilerin veya temsil ettiklerinin üzerine çıkmasına bağlı olarak sağlayabilir. Eğer dünya Allah katında bir sineğin kanadı kadar değer taşısaydı münkir ve inanmayana bir içimlik su dahi nasip etmezdi. Müminin sebatını sağlayan hususların başında üns-ü billah yani Allah ile derinlemesine ünsiyet ve kurbiyet gelmektedir. Yardımına ve teyidine olan derin ve sarsılmaz güven gelmektedir. Yakınların ve ahbabın yanlışlarına sabretmektir. İnsanların eza ve cefalarına katlanmaktır. İptila peygamberler mesleğidir. Nitekim Resulullah şöyle buyurmuştur: En şiddetli belaya peygamberler sonra salihler zümresi ve onlara denk veya yakın düzeyde olanlar çarptırılır. İnsan dindeki konumuna, derecesine göre belaya maruz kalır. Dinde sağlam ve salabetli kaldıkça belası artırılır. İnsan zorluklarla cilalanır ve kalaylanır ve sonunda tortularından kurtularak halis kıvama gelir. Kötülüklerden arındığında iyilik tarafı ağır ve baskın çıkmaya başlar. Belalar karşısında ancak nefsini tezkiye edenler dik durabilirler. Bu suretle mümin final buluşmaya hazır hale gelir ya da hak ile beraber olmaya ehliyet kazanır (Ayat: Beheret el Alem, Zağlul Neccar, s: 55, 56, 57-Bidaye)
Burada benim en çok dikkatimi çeken husus mümin insanın veya kitlelerin zaferin gecikmesi suretiyle imtihana tabi tutulmasıdır. İnsana en zor gelen hususların başında beklemek ve belirsizlik gelmektedir.
Allah müminleri yüzlerinin akıyla imtihandan çıkanlardan eylesin.
Mustafa Özcan