İslami Dayanışma Cemiyeti'nin davetiyle İstanbul Fatih'te faaliyet gösteren AKDAV merkezi binasında Hamas temsilcilerinden Münir Said Bey'i dinledik. Bizimle Gazze ile ilgili son gelişmeleri ve bakış açısını paylaştı. Bunun halka halka bir nesiller mücadelesi olduğunu ve Aksa Tufanı'nın Filistin meselesini bir adım daha öne taşıdığını söyledi. Hilafetin yıkılmasıyla Kudüs'ün kaybedildiğini ve hala da İslam dünyasının hilafetin yokluğunu yaşadığını hatırlattı. Hilafetin yokluğunda Kudüs meselesine temas etti ve şunları söyledi: Kudüs meselesi Müslümanların birlik ve beraberliğini temsil ediyor. Etrafında kenetleniyorlar. Hilafetin yokluğunda bu mesele öne çıktı. Ümmetin ilgisinin Kudüs'e kayması 'imarati Beyti'l Makdis Harab-ı Yesrip' ifadesinin açılımını temsil ediyor. Yani Medine'nin solması, Kudüs'ün parlaması anlamını aksettiriyor. Kudüs etrafındaki milletler çekişmesi bu kutsal şehrin önemini artırıyor. En azından bunun ayak sesleri ve irhasatı yaşanmaktadır. Kırım Savaşı'ndan beri Kudüs ve kutsal eşikleri Doğu ile Batı arasında çekişme meselesidir. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarıyla birlikte bu çekişme iyice pekişmiş ve bu kutsal şehir ne ahit ne de antlaşma tanıyan Yahudilerin eline geçmiştir.
Münir Said Bey'e göre Kudüs davası 'el hilafetü'l iftiradiyye/varsayımsal hilafet' ya da kaim-i makamı hilafet anlamını çağrıştırmaktadır. 'Hilafetün dune hilafet/tali hilafet' de bu anlamdadır. Bir surette hilafetin boşluğunu kısmen doldurmaktadır. Kudüs'ün hâlihazırda farazi ya da varsayımsal hilafet anlamına geldiğine parmak basmaktadır. Buna teberrük hilafeti de denebilir. Teberrük aslının yerine geçen demektir. Fakihler, ulemanın ilmiyle ve kitaplarıyla teberrük etmenin bereket ve hayır ummanın yerinde olduğuna hükmetmişlerdir. Keza salihlerle bir olmak, sohbetlerine katılmak, birlikte aynı meclisi paylaşmak, oturmak bu suretle onlardan feyz almak da sahih teberrükler arasında sayılmıştır. Maalesef günümüzde teberrük gibi feyz ve fuyuzat kelimeleri az kullanılır olmuştur. Geçmişte Feyz dergisi ismiyle bir dergi çıkarılmış ve Feyzü'l Furkan adıyla mealler hazırlanmıştır. Şemseddin Yeşil de vaktiyle Fuyuzat adıyla ezoterik mahiyetli bir tefsir kaleme almıştır.
Kitaplarla ilgili iki manevi hal ve gelenek vardır. Hafız'ın Divanı gibi kitaplar üzerinden tefeül yani iyimserlik denemeleri veya çekimleri yapılmış bir de ilgili kitaplar teberrüken okunmuştur. Bunlar tartışmalı gelenekler arasına girerler.
Lakin bunlar zamanla tartışmalı olsalar da rasih ve köklü gelenekler arasına girmişlerdir. İslami kurumların, boşluk/atalet ve tatil çağında vasıflarını yitirmeleriyle birlikte anlam buharlaşması yaşamışlar ve yerlerine teberrük uygulamasına geçilmiştir.
Besim Tibük de gerçek hilafet yerine bir nevi halk hilafeti veya folklorik hilafetten bahsetmiştir. Buna mukabil Ebu'l Hasan en Nedevi gibi önemli şahsiyetler hilafet bir nevi Müslümanların birliğini temsil ettiğinden kolektif hilafetten (el hilafetü'l cemaiyye) bahsetmişlerdir. Son dönemlerde ortaya atılan toplu içtihat fikri de farklı alanlarda aynı doğrultuda benzer bir yaklaşımdır.
Elbette teberrüken hilafet muayyen ve muvakkat bir geçiş dönemini akla getirmektedir. Bir kısım alimler Mehdi'den önce hilafetin yeniden kurulacağını söylerken diğer bazıları da son hilafet düzeneğinin Mehdi tarafından küşat edileceğini savunmaktadırlar. Elbette gerçek, taşlar yerli yerine oturunca anlaşılacaktır.
İslami referansların iptal edildiği bir çağdan geçtiğimiz için İslami kurumlar teberrük vasfı kazanmıştır. Bu sadece siyasi hilafetle değil manevi hilafetle de alakalıdır. Söz gelimi Hamalı allame ve Fakih Muhammed el Hamid günümüzde gerçek şeyhin ya da tasavvuf şeyhlerinin kalmadığını geride teberrük şeyhlerinin kaldığını ifade etmiştir. Bunların da sadece salavat-ı şerife telkin edebileceklerini söylemiştir. Bu boşluk çağında hilafetin yerini cemaatler veya Münir Said'e göre teberrük hilafeti alırken veya Kudüs davası alırken tarikat şeyhlerinin yerini de teberrük şeyhleri almıştır. Tabii bu görüşe itiraz edenler olacağı gibi itibar edenler de olabilir. Mesele tartışmaya açıktır. Bağlayıcı bir hüküm yoktur, sadece yorumlar vardır.
Hadis alanında da teberrük okumaları Üçüncü Selim veya Osmanlı bozgunlarından beri devam etmektedir (Vuslat Dergisi, Aralık sayısı 2023,s: 26). Bu dönemde bozgunlara karşı bir tedbir olarak teberrük olarak Buhar-i Şerif okumaları başlatılmıştır. Çeşitli şehirlerin surlarında teberrük halkaları yapılmakta, halkalar halinde Kur'an ya da hadis kitapları okunmaktadır. Özellikle de Donanmayı Hümayun'da teberrüken Buhari-i Şerif okumaları adet haline gelmiştir. Bunun belaları def ve ref edeceğine inanılmakta ya da umulmaktadır. Bu okuma biçimi Cumhuriyet Dönemine kadar fasılasız devam etmiştir. Hatta Cumhuriyet Dönemine de sarkmıştır. Mısır gibi İslam beldelerinde de gemiler veya donanma Buhari-i Şerif okumalarıyla seyri seferine devam etmiştir. Merhum Mısırlı Muhammed Gazali bunu yersiz ve yetersiz bulur ve hiciv ve ironiyle karışık bir şekilde şöyle seslenir: Gemiler Buhari ile değil buharla çalışır. Burada fiili duanın veya gayretin ehemmiyetini vurgular. Tek ayaklı bir tedbirin kifayet etmeyeceğini ortaya koyar. Esasında bu anlayış belki de geri kalmanın mütemmim cüzlerinden birisidir. Sünnetullaha veya fiiliyata başvurmadan yeni manevi tedbirler ihdas edilerek işin üstesinden gelineceğini ummak belki de boşa kürek çekmektir. İnsana gayretinin karşılığı verilir. Bu da ulemanın yetersizliğini gösterir. Birleşik kaplar teorisini hatırlatır. Kılıcın hakkını da unutmamak gerekir.
Osmanlı'dan cumhuriyete geçerken, ilk mecliste yapılan merasimde teberrüken Buhari-i Şerif okunmuştur.
Yerine geçirme ve ikame dönem sona erince teberrük veya yedek okumalar da sona erecek hakiki okumalar yeniden başlayacaktır.
Velhasıl şimdilik teberrük çağından geçiyoruz. Aşılması ümidiyle.
Mustafa Özcan