Ölüm sonrasında çeşitli yargılama usulleri ve çeşitleri vardır. Bunlardan birisi tarih önünde yargılanmaktır. Tarih önünde hesap vermektir. Tarih insanları ve dönemlerini yargılar. Elbette tarihi galipler yazar lakin yine de hakikat kıyısından köşesinden sızar, yansır. Tamamen küllenmez! Elbette ölenler hakkında başka yapacak bir şey yok. Bir de ruz-i mahşerde Allah huzurunda büyük buluşmada hesaplaşmak, yargılanma var. Bir de taşkınlık yaparak ölenleri mezarlarından çıkararak kemiklerini yakmak ve mezarları talan etme yöntemi vardır. Buna tarih nebbaşlığı ve manevi soygunculuk denilir. Nitekim Abbasiler, Emevilerin kabirlerini yağmalamış ve kemiklerinden hesap sormuştur. Şiilerde bu cahiliyetten nasiplenmek istiyor ve sıralarını bekliyorlar. Şimdi benzeri bir durum Bağdat'ta yaşanıyor. Akl-ı evvel Şiiler Yezid'i ya da kemiklerini yargılama kararı almışlar. Tarihi suçların ya da katliamların zaman aşımına uğramayacağını ve yargılama sürelerinin dolmadığını savunmaktadırlar. Onların kültüründe bu durum zaten vardır. Şia'da Rec'at İnancı buna imkan tanımaktadır. Bu, vaktiyle kapatılamayan hesaplaşmaların fırsat ayağa gelince dünya gözüyle kapatılması işlemidir. Kısaca Şiiler hesaplaşmayı ahirete ertelemiyorlar, devretmiyorlar. Bu alanda Mürcie'nin hilafına hareket ediyorlar. İntikam dürtüsü, onları bu hesaplaşmayı erkenden daha dünyada iken yapmaya zorluyor. Buna çılgınlık hatta ötesi bir durum da diyebilirsiniz. Çılgın oldukları için adamlar bunu hissetmiyorlar veya umursamıyorlar! Tehlikede burada yatıyor. Serde akıl kalmamış.
Sevgi eksikliği yaşayan ve gönülleri çölleşen, kuraklaşan, rikkat yoksunu bu zümre ve hasta ruhlar bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuruyorlar. Trump bilerek veya bilmeyerek George Walker Bush için ruh hastası ifadesini kullanmıştır. Döneminde ruh hastaları birbirlerini tetiklemişlerdir. Suriyeli Nuseyriler bir yandan diğer yandan da Irak'lı Nuri Maliki ve zümresi bu hasta ruhları temsil eder. Derin devlet gibi tarihte uyanma dönemleri vardır. Bu kesimler kimlik katliamı siyaseti uygulamıştır. Maliki, yolsuzluklarla dudak uçuklatan bir servet edinmiştir. Adnan Menderes'in Iraklı dostu Nuri Sait Paşa ise hasta cumhuriyetçilerin kurbanı olmuş ve hışmına uğramıştır. Yakaladıktan sonra onu sokaklarda sürüklemişler kopardıkları parmağını hediye olarak hasmı olan Nasır'a göndermişlerdir. Bu insan kasapları bastırılmış duygular yaşıyorlar bu da onları mezarlardan intikam almaya zorluyor. Çözüm yerine tarihe sürekli olarak yeni sorunlar devrediyorlar. Onların olduğu bir ortamda sadece asude hayata özlem duyulur.
Yine Iraklı kimi Şiiler Trump'ı öldüreceklerini ya da idamla yargılayacaklarını söylüyorlar (https://x.com/MohamadAhwaze/status/1855311027899912438) Neden ülkelerini işgal eden Bush'u yargılamıyorlar da Kasım Süleymani ile Ebu Mehdi el- Mühendis'i katleden Trump'ı idamla yargılamak istiyorlar? Zira Bush'un suç ortağı oluyorlar! Kendilerini yargılayacak halleri yok ya!
Bazı Sünniler de bulanık ortamın yakıtı oluyorlar. Mesela İhvan'a yakın Mükemmilin Kanalı sunucusu Muhammed Nasır da (https://x.com/ zohersalm/status/1854837698223087788) Muaviye ve babası Ebu Süfyan'a 'habis' demiştir. Hilafeti saltanatla değiştirme gibi bazı icraatlarına onaylamayabilirsiniz lakin 'habis' olarak tasvir etmek maksadı aşmaktır. Bu rüzgara tabi olmaktır. Burada İhvan mensuplarının pusulalarının yeteri kadar hakikate uyarlı olmadığını görebiliyoruz. Böyle hafiflikler yapabiliyorlar. Bir müddet önce Şam'da Bilal-i Habeşi Kabristanı'na akın eden Şii ziyaretçiler orada canlı bir av bulmuşlar gibi Muaviye Bin Ebu Süfyan'ın kabrine çullanmışlardı. Bunların ruh ve akıl sorunları olduğu belli. Sınırları belli olmayan kaçık bir zümre ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Bölge muhabbette ölçü tanımayan ve Yavuz'un ifadesiyle Allah'a eşler edinecek kadar çılgınlaşan Şii zümrelerle Ehl-i Beyt'e cephe alan kimi Nasibilerle kaynıyor. Bunlar tabiatları gereği sürekli olarak fitne üretiyorlar.
Konuyla ilgili başka bir gelişme de İdlip bölgesinde yaşandı. Bir Sünni zat Zehra adını taşıyan annesi namına bir mescit yaptırıyor ve buna da ez Zehra ismini veriyor. Lakin İdlip'te yaşayan kimileri bunu Şiileşme sembolü veya sızıntısı sayıyor ve itiraz ediyor. (https://x.com/hassan_kettani/status/1855239534331515149) Dolayısıyla Şiilik-Nasibilik çekişmesi iliklerimize kadar işlemiş. Bu da İslam alemini atıl bırakıyor. Mesele Ehl-i Beyt sınırlarına veya tanımına kadar uzanıyor. Kimi Müslümanlar maalesef Hazreti Davut ile Hazreti Süleyman Beni İsrail peygamberi olduğu için onlara yabancılık duymaktadır. Siyonizm onlara sahip çıkıyor diye kendi değerlerine yabancılaşıyorlar. Ehl-i Beyt meselesi de benzerdir. Meseleyi ırk veya sekterizm üzerinden değerlendirmek yanlıştır. Halbuki bunun ölçüsünü ve cevabını Hazreti Peygamber ortaya koymuştur. "Biz Musa'ya Yahudilerden daha layıkız" buyurmuştur. Ehl-i Beyt meselesi de öyledir; istismar edenlerle karşıtları arasında orta bir yolu temsil ediyoruz. Hatlar birbirine karışsa da Hazreti Peygamberin tavsiye ve buyruklarıyla tabloyu netleştirmiştir.
Ehl-i Sünnet çığırtkanlıkla değil olgunlukla temsil edilir. Olgunluk Sünnilerde kaide ve kural iken Şiilerde bir istisnadır.
Mustafa Özcan