Türkiye'de örgütlü ve müesses bir Yahudi veya İsrail lobisinden bahsetmek doğru olmaz. Ama dip dalgalar halinde daha köklü bir İsrail yandaşlığından söz etmek mümkündür. Daha ziyade cibili tabir edebileceğimiz yaratılıştan, kendiliğinden veya Henry Ford'un deyimiyle Diaspora döneminde teşekkül etmiş 'beynelmilel Yahudi' tabirinden bahsetmemiz pekala imkan dahilindedir.
Peki, bu lobiciler ne yapmak isterler?
İngiltere Hindistan'a ulaşmak için Mısır'ı gözüne kestirmiştir. Onunla sağlam bağlar kurmak için aradan Türklerin çıkarılmasını elzem bulur. Fransızlarla akdettiği Sykes-Picot mutabakatıyla birlikte bu amacına ulaşır. Kısaca amacı Türk nüfuzunu sadece Mısır'dan atmak değildir aksine bütün bölgeden sürmek, çıkarmaktır. Churchill'in düşman kamp olarak Arap-Türk kampını gösterdiği söylenir. İsrail'den önce boşlukta kalan Türkiye'yi Batı'ya demirlemek isterler. İsrail ile birlikte modern Türkiye'ye bölgesel bir arkadaş gelmiştir ve yalnızlığını kırar, paylaşır diye düşünürler. Bunun için Türkiye'nin Araplardan uzak kalması gerekir. Yoksa formül tutmaz. Nitekim Türkiye gelgitler yaşamıştır. Askeri olarak NATO üzerinden bu başarılır. Türkiye Batı kampına demirler. Lakin bağlantının ekonomik ayağı eksiktir. Türkiye başlangıçtan itibaren AET veya daha sonraki adıyla AB'ye katılmak ister. Lakin bu Avrupalı devletlerin menfaatine pek uymaz. Zira zamanla ekonomik birlik, sosyo-ekonomik ve politik birlik haline getirilmek istenir. Bu durumda kimlik meselesi öne çıkar. Nitekim, Türkiye'yi AB entegrasyonunu bozacak bir unsur olarak gören Giscard d'Estaing, Türk halkının bu yapıya ayak uyduramayacağı görüşündedir. O kale gibi tekilci bir Avrupa öngörür. Avrupa da kendinde Türkiye'yi hazmetme kapasitesi göremez. Nitekim Churchill'in öngördüğü gibi SSCB de uzun süreli Doğu Avrupa'yı hazmedememiştir.
Bu yüzden ekonomik-siyasi ayak seker. NATO'da ise askeriyle Türkiye göz doldurmaktadır. ABD'den sonra en güçlü ordunun Türk ordusu -Mehmetçik- olduğu söylenir. Bununla birlikte Türkiye'den sadece vekalet gücü olması beklenir. ABD'nin gölgesinde kalması murat edilir. Önemi Rusya'ya karşı güney kanadını savunmaktır.
Soğuk Savaş'ın sona ermesi bu ezberi de bozar. Bölgede 1882 yılından beri İngilizlerin körüklediği Türk düşmanlığı Arap Baharı ile birlikte sadece kurulu düzenler için geçerli hale gelir. Halkların yeniden Türkiye ile kaynaşması kolay olur. Lakin bölgesel ve küresel çapta estirilen karşıt rüzgarlar sayesinde Arap Baharı rüzgarı söner. Arap Baharı esmeye devam edecek olsaydı, Türkiye büyük bir kıtaya açılacaktı. Böylece Türkiye makus talihini yenecek ve yalnızlığını kıracaktı. 1905 yılında Cezayir'de toplanan müsteşrikler kongresine katılan Çerkeşşeyhizade Halil Halid Bey iç geçirir ve 'keşke Avrupa'yı Batı'yı ihmal etseydik de buralardan kopmasaydık. Bütün gayretimizi bu bölgeye Arap diyarına teksif etseydik' demiştir.
Türkiye'yi el birliği ile yalnızlığa mahkum edenler Türkiye üzerinden İsrail'in yalnızlığını kırmak için seferber olurlar. Türkiye bölgesiyle bütünleşseydi Batı ile baş edebilecek bir güce ve vüs'ata erişecekti. İlk hamle boşa çıksa da eninde sonunda halkların iradesi tecelli edecektir. Türklerin ve Arapların makus talihi kırılacaktır. Arap Baharı sürecinde Türkiye'ye çelme attılar, İran'a ön verdiler. Zira geçici vekalet gücü İran'dır. İran'ın nefesi daha fazla bölgeyi yönetmesine manidir. Peygamber buyruğuyla İran'ın gücü tek (nathatun) ya da çift (nathatani) vuruşluktur. Ondan ötesi yoktur. İran, Arap Baharından sonra zehirli bir yılan gibi yeşil bahçede kamufle olmuş ve tuttuğu eli ısırmıştır. Lakin uzağa gidemez. Kimilerine göre daha kurulmadan İsrail, 1947 kimilerine göre ise kurulduktan sonra tahditle 1952 ve sonrasında çevresinde arayış içine girmiştir. Arap olmayan ülkeleri dost kümesine sokmak istemiştir. Türkiye, İran ve Habeşiştan'a çelme atmıştır. Lakin her üç ülkede de zamanla beklenmeyen gelişmeler olmuş ve rüzgar tersinden esmeye başlamıştır. İsrail zamanla yeni seçenekler elde etmiştir. Türkiye'yi Yunanistan ve Mısır gibi ülkelerle kuşatmaya ve çevrelemeye almak istemiştir. İsrail, Eritre ile Habeşiştan'ı Kürtlerle Türkiye'yi meşgul etmek ve yedeklemek istemiştir.
Türkiye'yi küresel anlamda edilgen düzeyde Batı ortaklığına mahkum edenler bölgede Araplara karşısında İsrail'i ortak olarak takdim etmektedirler. Aradan bunun harcı olan din faktörünü kaldırmak istemektedirler.
Bu uğurda yazılan kitaplardan birisi Nurullah Barıman isimli yazarın İsrail-Arap Sorunu adlı kitabı veya risalesidir. Arapların adam olmayacağını Türkiye'nin kendisine akil partnerler seçmesi gerektiğini telkin etmektedir. Siyasi reçete olarak bölgede İsrail ile birlikte saf tutmasını salık vermektedir. Yahudileri dost canlısı Arapları ise cani olarak göstermektedir. Kitabının bir yerinde münasebetli münasebetsiz şunları yazmaktadır:"Arapların sivillere eziyet etmesi olağan işlerdendir. Hatta bundan zevk de alırlar…"
İslam'dan uzaklaşmış Araplar bedavet derecesine geri dönerler. İbni Haldun'un görüşü bu yöndedir. Yahudiler ise saldırganlıklarını bizzat dinlerinden almaktadırlar. Netanyahu'nun bahsettiği Yeşaya Kehaneti bunun delillerinden birisidir. Maalesef bazı Yahudiler güce tapınmaktadır. Onları en iyi analiz edenlerden birisi Mısırlı Siyonizm uzmanı Abdulvahhab el Mesiri'dir. Adeta Nurullah Barıman adlı yazara ve benzerlerine cevap vermektedir. Onların panzehiridir. Yahudilerin bebekler dahil Filistinlilere ve tali olarak Araplara kastetmelerinin nedenini üç şeye bağlar: Arapları geri kalmış ve geri toplum saymaları. Böylece zihinlerinde onları öldürmeyi meşrulaştırırlar. Hatta kimi İsrailli liderler onları insan altı varlıklar ya da insan bozması veya insansı varlıklar saymışlardır.
Nitekim, İsrail Savunma Bakanı Galant Hamas ve Gazze halkını kastederek:"İnsansı Hayvanlarla Savaşıyoruz" demiştir. İkinci olarak, Arapları bu topraklarla alakası olmayan alt düzey ya da marjinal ve değersiz topluluk olarak saymışlardır. Üçüncü olarak Arapları yok farz ederler. Kısaca Nurullah Barıman gibi İsrail'in Türkiye'deki borazanları, fahri lobileri bu şekilde İsrail lehine konuşmakta ve kamuoyu oluşturmaktadırlar. Şuur altlarını ifade etmektedir. Ayrıca durumu tersyüz ederek kendi saldırganlıklarını Araplara mal etmektedirler. Gannuşi'nin damadı Refik Abdusselam, Arapları bastırmak ve Filistin davasını düşünemez hale getirmek için İsrail ve arkasındakilerin diktatörleri başlarına musallat ettiklerini hatırlatmaktadır. Nitekim George Walker Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice kolaylarına geldiğinden 60 yıldır Arap aleminde diktatörlerle çalıştıklarını itiraf etmiştir. Bunun değişmesi gerektiğini zira bu suretle Arap halklarının düşmanlıklarını kazandıklarını söylese de 18 ay sonra çark etmiş ve bulundukları noktaya geri dönmüştür. Cin şişeden çıkınca ürkmüşlerdir.
Mübarek'in yerine değişen Sisi olmuştur. Gelen gideni aratmıştır. Nurullah Barıman Demokrasiye geçmemek Arap halklarının kabahatiymiş gibi şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır:"Başınızdaki diktatörleri atıp gerçek demokrasiye kavuşun…" Şimdi İsrail'de diktatörlüğü Netanyahu temsil ediyor. Thomas Friedman gibi Yahudi yazarlarının görüşü de bu istikamettedir: Katliamcı diktatör.
Kitapta ayrıca daha sonra Şimon Peres ya da oğul Bush'un BOP tezinin irhasatını görüyoruz. Tavsiyelerinin beşinci maddesinde şöyle demektedir: "Bölgenizde Cento'ya benzer bir pakt imzalayın ve içine İsrail'i de alın, katın."
7. tavsiyesi şudur: Dini siyasete alet etmeyin, dinin kişisel bir vicdan meselesi olduğunu kabul edin. (İsrail Arap Sorunu, Nurullah Barıman, Gözlem Yayınları, s: 95-96)
Şimon Peres de Türkçesi Milliyet yayınlar arasında çıkan Yeni Ortadoğu başlıklı kitabında Araplara, Arap Birliği Teşkilatı yerine İsrail'i de kapsayan Orta Doğu Birliği kurmalarını salık vermiş, tavsiye etmiştir. Bu birliğin ekonomik veçhesi de olacaktır. Araplardan iş gücü ve sermaye İsrail'den ise teknoloji katkısı. Arap Birliği fikri İngiliz hariciye vekili Anthony Eden tarafından telkin edilmiştir. Lakin dağ fare doğuruştur. Demek ki Arap Birliği İsrail'in de içinde yer alacağı Orta Doğu birliğine mukaddime olarak kurulmuştur. Bu kurumda İslam ibaresi olsa İsrail'in işi olmaz. Lakin Araplarla Yahudiler kuzendir. Ortaklık kurmaları mümkündür. İsrail bir taraftan İbrahimizm dalgası üzerinden diğer taraftan da BOP gibi projeler üzerinden Araplarla köprü kurmak istemektedir. Bush da bunu daha pratik hale getirmiş ve adını BOP koymuştur.
Bu gerçekler ışığında kendi kendinize sorabilirsiniz: Türkiye'de gerçekten de Yahudi lobisi var mı?
Mustafa Özcan