Akılı akılla yıkan Bergson, materyalizmden mistizme geçmiş, hakikati arayan bir filozoftur.
Paris'te 1859'da doğdu. Musevî ve yabancı bir ailenin çocuğu olan Bergson, son çağın en büyük filozoflarındandır. Condorcet Lisesinde güçlü bir klasik eğitimden sonra 1877'de açılan bir genel retorik müsabakasında onur mükâfatını kazandı. Daha o zamanlarda bile geniş bir hayal gücüne, orjinal şahsî düşüncelere sahip bulunuyordu. Aynı zamanda matematik mükâfatını da kazanmıştı. Hocası, öğündüğü öğrencisinin Pascal'la boy ölçüşecek matematikçi olacağını düşünüyordu. Fakat Bergson, matematik bilimleri "çok yorucu" buldu ve hayatını felsefe ile geçirmeye karar verdi.
Bergson'un tahsil hayatı bir tekâmüldü. Lisan yeteneği kuvvetliydi. Canlı ifadelere bayılırdı. İki hasleti göze çarpıyordu: Sert bir titizliği ve geniş bir muhayyilesi. İlim adamının kafasında şair ruhu taşıyordu.
Bergson zamanında geçerli görüş ve moda eğilimler hep maddeci idi. Tamamen materyalist bakış açısı revaçtaydı. İyi ve ufuk açısı düşünceler, bir annenin gözyaşları, din, bunların hepsi tesadüflerden ibaret görülüyordu. Rüzgârlardan hâsıl olmuş, sonra da tozlara karışmışlardı. Hayatın bir gayesi ve ümidin bir esası yoktu. Önceleri Bergson bu akımlara kapıldı ve tanrıtanımaz olarak tanındı. Sınıfın kütüphanecisi iken bir gün hocası ona rafları intizamsız tuttuğundan dolayı ikaz etti. "Senin kütüphanecilik ruhun bu intizamsızlığa nasıl tahammül ediyor?" diye çıkıştı. Buna karşı arkadaşları bağırdılar, "Bergson'un ruhu yoktur, o ruhsuzdur."
Mezun olduktan sonra Auvergne vilayetinde bir kasabaya öğretmenliğe tayin edildi. Buraya geldiğinde şüpheciydi, fakat burada şüpheciliği yok oldu. Kırda yürüyüşler yapıyordu. İçindeki şair ve isyan ruhu nihayet kendini gösterdi. Laboratuvar denemeleri, fizik formülleri, ateist aydınların gösterişli cümleleri kâinatın azameti karşısında siliniverdiler. Soruyordu: "Kör bir mekanik, tesadüfen vuku bulan atom girdapları, bu dağların gövdelerini ve düz ovaları meydana getirebilir mi? Ancak buna hayat mektebinin sıradan insanı inanır."
Yaradılışın sonsuz sadeliğini karışık formüllerle ve zahiri teorilerle izaha çalışan o adamlar Bergson'a artık gülünç geliyor ve haykırıyordu:
"Büyük Allah'ım! Kimyagerin, Güneş'in ufukta batışını görecek gözleri yok mudur?"
Ümit ve cesaretini kaybeden yorgun kafaların bilime sığındığını anlamıştı. Artık o, materyalistlikten idealistliğe değişim geçirmişti.
Evvelce hayat hakkında düşündüklerinden daha çok şeylerin var olduğuna onu sezgi kuvveti inandırmıştı. Atomların birbirlerine mütekabilin kuşatması ve bu şekilde Shakespeare'in aklını yaratması mümkün müydü? Alfabe harflerinin bilimsel bir tarzda yan yana konması İncil'i meydana getirebilir miydi? Henri Bergson denilen fiziki ve kimyevî birleşim, anlatırken bir sürü fıkraları dudaklarına kadar götüren mizah şeraresini ve dinleyenlerin şiddetli alkışlarını izah edebilir miydi? Veya onu bu kasabaya şüpheci olarak götüren ve oradan Paris'e bir gerçekçi olarak döndüren yalnız fizikî enerji kanunları mıydı?
Akıl yerine sezgi
Bergson, akıl yerine sezgiyi ön plana çıkardı. Dikkatleri ruhçuluğa çekerek metafiziği güçlendirmeye çalıştı ve materyalizme karşı çıktı. Bergson'un sezgiciliği zekâdan ve akıldan ayrı bir bilme gücü olarak sezgi ile doğrudan doğruya ve bütün halinde eşyayı ve özünü bilebileceğimizi ileri sürdü. Zekâ eşyayı bölerek ve ayırarak inceleyip kavrayabildiği halde, sezgi doğrudan şuurdan çıkarak sevk-i ilâhîye benzer bir ilham gibi eşyanın mahiyetini bilirdi. Bu bilgi, hadiseler ve ruh üzerinde yabancı bir bakış gibi kalmayıp, insanın en derin tarafını değiştirirdi. Bu sanatkârane malûmat sayesinde insan eşyaya, maddeye, hayata hulûl eder, içine girerdi. Böylece tecrübe üstü hakikati bilmenin, metafiziğin ve mutlakın bilgisinin mümkün ve meşru olduğunu ileri sürdü. Hâlbuki zekânın bilgisi tecrübeye, akıl yürütmeye ve analize dayanırdı. Bergson, din adamının, ahlâkçının, sanatkârın ruhî gerçeğe nüfuz eden bilimdışı bir gücünden, sezgiden bahsetti. Âlem sonsuz, insan zihni sınırlıydı.
Hakikat akılla değil, sezgi ve insiyakla kavranabilirdi. Akıl fenomenlerle, yani gerçeğin dış görünüşleriyle uğraşabilir; o görüntülerin gerisindeki realite, ancak sezgi ile kavranabilirdi. İlim ve metafizikte büyük icatların çoğunun sezgiden doğduğunu ileri sürdü.
Bergson'a göre bilim, ancak dinamik bir tecrübe olan hareketi sembolleştirebilir, izah edemezdi. Basitleştirmek için biz kara tahtada tebeşir ile iki noktayı birleştiririz ve bunu mekândaki noktaları izah için yaparız. Fakat mekânda nokta diye bir şey yoktur. Çünkü muayyen sonla bir şeydir. Mekân ise sonsuza kadar bölünebilir.
Materyalizmi çökertti
Bergson soruyordu: "Hiç kimse bir fikrin azametini ölçemez. Bir heyecan, hararetin kalori miktarından mı oluşmuştur? Hürriyet uğrunda hayatlarını veren insanların şecaati, cesaret hislerinin uyarılması gibi telâkki edilebilir mi?"
Avrupa'da insanlığın hissiyat ve imanını kurtarıcısı olarak ortaya çıkan ünlü filozof Ahlâk ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinde şöyle diyordu: "Kapalı bir cemiyet, zekânın bozucu aksiyonuna karşı ancak bir din sayesinde mukavemet edebilir ve yaşayabilir." O'nun delili, iç tecrübe delilidir. Yani hissiyatla, sezgiyle, mistik yolla Allah'a ulaşma kanaati taşır.
Aynı eserinden bir başka bölüm: "Bir şeyin var olabileceğini tasavvur etmekle, onun var olduğundan emin olmak arasında fark vardır. Birinciyi elde etmekten öteye gidemeyen aklın, Allah'a iman karşısındaki başarısızlığı ortadadır. Allah'ın varlığı ve mahiyeti ile ilgili problemi, konuya tecrübi açıdan yaklaşan mistik yol çözebilir."
Bir başka sözü: "Bir çocuk nasıl mama aramak ihtiyacında ise, insan da Allah'ı aramak ihtiyacındadır."
Bergson eserleriyle eski ve yeni dünyanın ufuklarında fırtınalar oluşturdu. O zamanlar madde ve et için konuşmak modaydı. Konferans ve kitaplarıyla birçok materyalist düşünürü imana ve Allah'a bağladı. İlimle metafiziği barıştırdı, kaynaştırdı. Diyordu ki:
"Biz insanın iç asaletinden hiç birini beyinde bulamayız. Beyin mekanik bir şeydir, can ve ruh taşımaz. Beyin miktar unsurlarını devamlı olarak ve kesinlikle cemeder, fakat bunları yaratamaz. Hiç bir makina bir sürü boyaları birbirine katarak, Leonardo de Vinci'nin son yemek tablosunu veya İngilizce alfabeyi yan yana koyarak Milton'un Kaybolan Cennet eserini yaratamaz. Allah inayetiyle ortaya çıkarılan her işte beyin aciz ve idraksiz bir yardımcıdır. San'at ve tabiattaki büyük şaheserler ve bütün şaheserlerin şaheseri olan insan, beyin ile kavranamaz. O ancak ruh, benlik ile kavranabilir."
Akılı akılla yıktı
Bergson, görüşleriyle materyalizm, pozitivizm ve komünizme büyük darbe indirdi. Akılcılara, her şeyi aklın hükmü altında görenlere, rasyonalistlere cevap verdi. Ona itiraz şuydu: "Sen hiç şüphesiz aklı yıktın, fakat yine akılla bunu yaptın! Metodun aklîdir, yine aklın rehberliğini gösterir."
Yani aklın yıkılışındaki payı yine akla isnat edilerek akıl yine tahtına oturtulmak istendi. O zaman Bergson, onlara şu tarihi cevabı verdi:
"Eğer ben akılı akılla yıktımsa demek ki, aklın son durağı, nihaî gayesi intihar ve aczini itiraf etmekmiş."
KAYNAKLAR
(1) Büyük Filozoflar. Çeviren: Münir Yarkın. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1969.
(2) Filozoflar Ansiklopedisi. Cemil Sena. Remzi Kitabevi, 1974.
(3) Sahte Kahramanlar. Necip Fazıl. Büyük Doğu Yayınları, 1996.
(4) İlim ve Din. Prof. Dr. İrfan Yılmaz ve Ark. Zaman Gazetesi Yayını, 1998.
(5) Yazarlar Sanatçılar Meşhurlar. Peyami Safa. Ötüken Yayınevi, 1999.
(6) Ateizmden İnanca. Emin Arık. Marifet Yayınları, 1997.
(7) Henri Bergson Değişimin Felsefesi. H. Wildon Carr. Fol Yayınları, 2022.
Prof. Dr. Sefa Saygılı