1) Canlının kalıtımı nasıl belirir? Kalıtım nereden çıkmaktadır? Canlının kalıtımı iki kaynaktan neşet eder: Birincisi canlı bireyin çıktığı, kendisinden doğduğu ebeveynidir. İkincisi de ebeveyninin neşet ettiği ebeveynler zinciridir. Bunlara da 'ata' denilir. Kendisinden türediği menşe yahut menba canlının geçmişidir. 'Geçmiş', canlının yaşadığı, canlı bulunduğu ândan önce onun varlık (ontik) şartlarını tayin eden zaman kesidini yahut kesitlerini ifâde eder. Şu durumda, insana mahsûs gördüğümüz bir hususa öteki bütün canlılarda dahî rastgeliyoruz: 'Geçmiş' ile 'şimdi' ayırımı. İmdi bu ayırım dikkata alınmaksızın, canlının incelenmesinde nedensellik bağıntıları kurulamaz.[1]
Canlı bireyin, ebeveyninden çıkıp varolduğu âna kadarki gelişmesi onun bireyoluşudur. Beşer dâhil her canlının böyle bir bireyoluşu bulunur. Şu da var ki, kendisinden geldiğimiz ebeveynimizin de bir 'bireyoluşu' var. Belli bir kalıtım hattı üstünde yürüyerek birbirlerinden türemiş canlıların 'bireyoluş'ları, bizleri 'türoluş'a götürür.
Yine az önce bahsedildiği üzre, her canlının sâdece kendine mahsûs biçim ile yapısı var. Onun bu devredilemez, kendine mahsûs biçim ile yapısına bireylilik (Fr individualite) demiştik. Canlının kendine mahsûs yapısı ile biçimini atalarından tevârüs ettiği o 'ülküsel' (Fr ideal) biçimdir. Mezkûr ülküsel biçime evrim biyolojisinde 'tür biçimi' (Frforme specifique) adı verilmiştir. Her birey, tür biçiminden, Eflâtunî deyişle, pay alır. 'Yavru'ya tür biçiminden payına düşeni, ilk elde, veren onun ebeveynidir. Nıhâyet ebeveyninin de tevârüs ettiği, ebeveynlerden gelen özelliklerin tümü canlı bireyin türoluşunu teşkil eder.
Türoluşun temelindeki 'tür'ün tarifine gelince: Birlikte çoğalabilen bireylerin tümü belli bir türü oluştururlar. Çoğalma iki çeşittir: Cinsiyetsiz ile cinsiyetli. Bu da yine ikiye ayrılır: Çiftleşerek yahut çiftleşmeyerek çoğalmanın bir kısmı bölünme, başka bir bölümüyse sporlanmayla olur. Canlılar âleminin bitki ile hayvan türlerinde hücrelerin dokuya; dokuların organa; organların organismaya dönüşmeleriyle, çoğunlukla çiftleşerek çoğalma ortaya çıkmıştır. Bunun da en belirgin ve bilinen kesimi memelilerdedir. Bir türün başarısı yahut başarısızlığı çoğalmasına dayanır. Canlılar biliminde bir tür, çoğalma yetisini bulunduruyorsa, başarılı; yok, yitirmişse, soysuzlaşır.
Toparlarsak: Canlılar âleminde temel birim 'birey' olup işleyişlerini tasvir ederek açıklayan bilimdalıfizyolojidir. Bu bilimdalının payandasıysa, 'kalıtım'ı inceleyen genetiktir. 'Neden — etki bağıntısı'na dayanarak genetiği anlaşılır kılan da evrimdir. Fizyoloji, morfoloji, genetik, evrim bilimi, paleontoloji, canlılar coğrafyası (Fr biogeographie) ile çevrebilim (Fr ecologie), canlılar biliminin dallarıdır.
2) Canlıların, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti çerçevesinde canlı-olmayan varlık sahasının bilimi olan mekanik tarafından açıklanmağa çalışıldığından bahsettik. Ne var ki mekanik yasalar, canlıyı bütün vecheleriyle açıklamaktan uzaktır. Zirâ, 'canlı-olmayan'dan farklı olarak 'canlı'nın 'örgün' bir 'inşâ'sı vardır. Bu itibârla yapıca da kuruluşca da canlı-olmayandan çok daha karmaşıktır. Karmaşıklığı yaratan âmillerin başında canlının 'geçmişli' varlık olması hususu gelmektedir. Mekanik, 'düzçizgi—zaman' (Fr temps lineaire) boyutunda yürüyen tekrarlanabilinir 'vakıa'ları kendine araştırma konusu kılar. Tekrarlanabilinir vakıalar eşzamanlıdırlar (Fr synchronique). Daha anlaşılır bir ifâdeyle, eşzamanlılıkla kastettiğimiz, dün olmuş bir olayın, bugün olduğu gibi yeniden olagelmesi yahut olagetirilmesidir. 'Dün olmuş bir olayı bugün nasıl yeniden oldurabiliriz?' 'Dün olağan doğal şartlarda olmuş olayı' genellikle 'bugün yeniden aynı olağan tabii imkânlarla olagetirtemeyiz.' Onu olduğu gibi tekrarlayabilmemiziçin onun olagelmiş bulunduğu ortamı yeniden meydâna getirmemiz zorunludur. Bu, olağan doğal şartlarda olamayacağına göre, varsayımımız doğrultusunda sunî bir ortamı inşâ etmemiz lâzım gelir. Bahsi geçen inşâ edilmiş sunî ortam, 'laboratuvar'dır.
Canlı-olmayanın tersine, canlı, 'şimdililik' ile 'geçmişlilik' ikilemini yaşadığından, onu ancak 'çiftzamanlı' (Fr diachronique) bir varlık olarak anmamız gerekir. Çiftzamanlı varlık olan canlının bir ânı diğerine uymaz. O, süreklice değişegider. Bu yüzden 'birey bütünlüğü' (Fr integralite individuelle) hâliyle canlı her zaman tekrarlanabilinir deneyin yeri laboratuvara uygun değil. Bireyin, fizik-kimya sınamalarına (İng test) uygun düşen parçalarını laboratuvar ortamında inceleme imkânına sâhib olmamıza rağmen, 'canlı-olma'nın doğrudan doğruya taşıyıcısı olan bireyi, bütünlüğüyle, bahsi geçen şartlar altında deneyleyemiyoruz. Onu bahsettiğimiz tarzda ve şartlar altında deneylemeğe kalkarsak, 'canından eder, öldürürüz.
Bireyliliğine vucut veren kimi azâlarını laboratuvar şartlarında sınamaya tâbî tutabilmemize karşılık, bütün hâlde bırakıldığı takdirde canlı gözlemlenir. Canlı birey ile çevresi arasındaki ilişkinin gözlemlenmesi çevrebilimin işidir. Demekki canlı bireyin geçmişi evrim biliminin, şimdisiyse fizyoloji ile çevrebilimin uhdesindedir. Genetik gibi, fizyoloji de fizik-kimya yasalılıklarına uydurulabilinir. Kısacası bunlar, fizik-kimyanın uzantısı addolunabilinirler. Buna karşılık, evrime benzer biçimde çevrebilim, fizik-kimya yasalılıklarına dâhil edilemiyorlar. Onlar öyleyse salt biyolojik araştırma—inceleme alanlarıdırlar. Peki, fizik-kimya yasalılıklarına sığdırılamıyorlarsa, onlara bilim sanını uygun görecekmiyiz? Biyolojinin bilim teorisinin ana sorunu işte budur. Canlıların araştırılması alanında evrim ile çevrebilim, bilim teorisi mülâhazalarıyla, rahatca bilim çerçevesinde mütâlea edilemedikten sonra, insanın araştırılma ile incelenmesi sahasında baş rolleri üstlenmiş tarih ile sosyolojiyi nasıl olur da bilimden sayacağız?
3) Daha önce belirttiğimiz üzre, canlının gerek bireyoluş, gerekse türoluş bağlamında geçmişini inceleyen canlılar bilimi dalı evrimdir. Fizyoloji ile anatominin yanında, özellikle 1850lerden itibâren evrim yer almağa başlamıştır. Gerçi evrim daha önce de vardı. Aristoteles ile İslâm felsefe-bilim tarihinde evrime ilişkin görüşler var. Ancak özellikle 1800lerin başlarından itibâren Fransız canlılar araştırmacısı ve filosofu Jean-Baptiste de Lamarck'la birlikte evrim mekanik ile maddî olma yönünde yol almıştır. Bunun da şâhıkasını Charles Darwin teşkil etmektedir. O, tamamıyla inorganik, mekanik bir açıklamayla evrimi karşımıza çıkarmıştır. Onun bizlere getirdiği iki açıklama modeli var: Biri, kalıtım malzemesi ile işleyişinin köklü değişimi; öbürüyse, doğal ayıklanmadır. 'Ayıklanma' lâfı yerindedir. Tabir câizse, bunu kendim uydurdum. 'Tabii seleksiyon' derdik. 'Ayıklama' ile 'ayıklanma' Türkcenin olağanüstü zenginliği ile ifâde kudretine örnektir. Ayıklama dediğimizde, bir müellifin varlığı söz konusudur. Biri, anlaşılan, oturup ayıklıyor, sınıflıyor. Kelimenin ortasına '~n~' ortacını getirdiğimizdeyse, 'müellif' meçhulleşiyor. Olay yahut süreç, kendikendine işler hâle geliyor demektir. 'Ayıklanma'da kimin ayıkladığı belli değil. Tabiatın kendi süreçlerinde, kendi doğal akışında bir 'ayıklama' meydana gelmektedir. Bu sebeple 'ayıklanma' sözü yerinde olup uygun düşmüştür. Charles Darwin, Türkce bileydi, bu terim teklifimize 'dört elle sarılır', kendi dilindeki telâffuzuyla, selekşiyna 'ayıklanma'yı tercih ederdi. Fransızcada ve onun bozulmuş hâli İngilizcede 'eleksiyon' ile 'seleksiyon' var. Election irâdî bir 'seçme' işidir. Selectiona gelince, kendikendine yürüyen bir olaydır. Meselâ 'millî seçim'e selection nationale denmez; electionnationaledir. Çünkü meclise gönderecekleri temsilcileri seçmenler, irâdeleriyle kararlaştırırlar. Anlaşılacağı üzre, election, kişinin, irâdesini kullanarak tercihte bulunması anlamındadır. Genelde bilim anlayışı bağlamında, özellikle de Darwin in anladığı anlamdaki tabiatta doğadışı yahut ~ötesi bir merciin yahut kudretin tercihlerde bulunmasından bahsolunamaz. Bilimde, ilkece, öne sürüleni mantık—matematik bakımdan ısbatlamak, deney yönündense gerekcelendirmek zorundasınız. Hâlbuki tabiatta tercihlerde bulunan doğadışı bir merciin varlığını yahut yokluğunu ısbatlamak ile gerekcelemek imkânından yoksunuz. Doğadışı olan, gidimli düşünme (Fr penser discursif ile sınama—deneme imkânlarını aşar. Bu yüzden bilimin araştırma—inceleme sınırlarının ötesindedir. O, imânımızın meselesidir.
Her birey ebeveyninden biçim ile yapıca farklıdır. Genetik ölçülere vurulduğunda farklar, türü oluşturan bireylerin çoğalmasını mümkün kılacakcasına az ve küçüktür. Bireyler arasındaki genetik farklılık belli bir büyüklüğü aşdığındaysa, çoğalma imkânsızlaşır. Söz konusu durum, ebeveyn ile yavru arasında ortaya çıkarsa, yeni bir tür oluşacak demektir. Farklılığın başgöstereceğini kestirmenin imkânı yok. Esâslı kalıtsal değişmelerin, yânî değişimlerin/mutationların ne vakıt, nasıl ortaya çıkacaklarının kuralları tesbit olunamadığından, olay tesâdüf eseriymişcesine kabul edilmektedir. Rastlantı verisi görünümünde ortaya çıkan yeni çeşidin sağkalarak tür boyutlarına erişip erişemeyeceği artık belli bir zorunluluğa bağlanır. Zorunluluğun adını Charles Darwin, 'doğal ayıklanma' şeklinde koymuştur.
Değişime uğramış birey, 'ortamına ayak uydurma' (Fr-İng adaptation) yoluyla 'varolma mücâdelesi'nde (İng struggle for existence) üstünlük sağlayarak çoğalma şartını yerine getirebiliyorsa sağkalır (Fr survivre). Koşut (Fr paralele) kalıtsal değişimlere uğrayıp da birlikte çoğalma imkânını yakalamış bireyler yeni bir çeşidi oluşturur. Ebeveyn türden farklılaştığı oranda yeni oluşan çeşit, değişik yeni bir türün habercisidir.
Yeni çeşitlerin, dolayısıyla da türlerin meydana gelmelerinde genetik işleyişte ortaya çıkıveren köklü değişiklikler, uzun bir hazırlık devresinin sonucudurlar. Nesiller boyu kalıtımda yürüyegiden irili ufaklı nicel değişmeler, genetik işleyişte birikirler. Zamanı gelir, birikim patlama noktasına erişir. İşte o noktada birikmiş nicel değişimler, patlak verdikleri bireyleri, Darwin in deyişiyle, 'nitel değişikliğ'e uğratırlar.
Türlerin farklılaşmasında coğrafî tecrid önemli bir âmildir. Demekki bireyin genetik işleyişinde meydana gelen kırılmaların yanında, bireyleri çevreleyen şartların değişmesi de, evrimde başat bir unsurdur. Meselâ en eski hücre topluluğu, yaklaşık 1.3 milyar yıl evvelki Kambriyumöncesi devirde ortaya çıkmış mâvî—yeşil yosunlar oksigenden oluşmayan havaküre şartlarında varolmuşlardır. Onlar, oksigen yerine, ortamda hazır bulunan azotu solumuşlardır. Bilâhare katı hâldeki oksigen, çeşitli fizik-kimya nedenlerle serbestleşerek gaza dönüşmüş, azotun yerini almıştır. Krebs çenberi denilen bir işleyişle canlı, metabolisması- nı yürütmek üzre, ihtiyâç duyduğu takatı/energieyi elde eder. Havakürede yer almasıyla oksigen, Krebs çenberinde kullanılır olmuştur. Azot yerine, oksigeni Krebs çenberinde değerlendirmeğe koyulan 'değişim'e/mutasyona uğramış bireylerden oluşmuş türler, varolma mücâdelesinde sağkalmışlardır. Ne var ki, yeryüzünün bazı yörelerinde azotla solunma devam etmiştir. O yörelerde yaşayan kimi mâvî—yeşil yosun, azotu solumağı sürdürmüştür. Canlılık ile yaşama, akla havsalaya sığmayacak raddede çeşitlilik sunar. Kimler sağkalabilmiş? Ebeveyninden farklı ortaya çıkmış olan oksigen ortamında solumaya elverişli işleyişle mücehhez yeni bireyler oksigenli ortamda sağkalabilmişlerdir. Öbürleri silinmiş yahut çok dar ortamlara hapsolunmuşlardır. Sıcak su kaynakları ile denizlerin diplerinde derin mağaralar gibi, yeryüzünün bazı yerlerinde bugün hâlâ azotla soluyan mâvî—yeşil yosunlar var.
4) Bilim teorisi açısından evrimin durumu ne? Çok sallantılıdır. Klasik mekaniğe aykırı düşen bir olay. Niye? Vaka ile vakıa arasında görülen zıtlık, evrimin sorunluluğunu ziyâdesiyle aydınlatmaktadır. Evrimde olaylar vaka çeşidindendir. Bu, tekrarlanamayan cinsten olaydır. Bir buçuk milyar yıl önce şu olmuştur, dediğimizde, o şartları olduğu gibi bugün canlandıramaz, tekrarlayamayız. Elimizdeki imkânlarla, malzemelerle o yöne yansıtmalarda bulunabiliriz. Sinema deyişiyle 'geriyansıtma'lar/flash-backlar yaparız. Bugünden oraya yansıtmalar. Bu nice uyar, uymaz, bilmiyoruz. Newton optiğinin yahut çekim (Fr-İnggravi- tation) yasasının benzerini evrimde aramak beyhûdedir. Ne var ki, evrimi göz önüne almaksızın da canlılar biliminde açıklama yapma imkânından yoksunuz. Az önce bahsolunan 'nasıl' sorusuna cevap verebilmekle birlikte, canlının birey yahut tür olarak tarihi göz önüne alınmadan bilimin öteki kaçınılmaz şartı olan 'neden — etki bağıntısı' verilemez. Bu bakımdan evrim, canlılar biliminin kaçınılmaz yolu, yordamıdır. Filvâkî, evrim, heyetiumumîsiyle, demekki türlerin birbirlerinden türeyişleri, vakıa gücünde olmasa bile, gerçekliktir. Yenilenebilir deneylemelerden yoksun olunmakla birlikte, genetik delil, evrim diye bir sürecin varolduğunu ve nasıl cereyân ettiğini bildirmektedir. Ancak, nedenlerini tamin edici tarzda belgeleme imkân ve kâbiliyetinden yoksun gözüküyor. Peki, niçin olagelmiş; başka deyişle gâyesi ne? Galileosonrası maddeci—mekanikci dindışı bilim anlayışının sâdık takipcisi Charles Darwin için bahse konu soru'nun kendi bile fuzulîdir. Evrim, aslî nedenleri tesâdüf eseri, gâyesiz, kendikendine işleyen maddî unsurların vucut verdiği bir süreç.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı
[1] Geçmiş — şimdi ayrımını her canlı kendiliğinden sürec olarak yaşar. Bunu yaşadığını bilen insandır. Süreci geçmiş — şimdi ikiliği biçiminde düşünerek yaşamak ve buna yaşanmağı bekleyen geleceğin eklenmesiyle zaman zuhur eder.